Konferansın önceki günkü oturumunda, Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceyi Önleme Seçmeli Protokolü üzerine konuşan Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) temsilcisi Matthew Pringle, bugüne kadar protokolü 18 ülkenin onayladığını, 2 ülkenin daha onaylaması durumunda yürürlüğe gireceğini belirtti. Protokolün temel meselesini, insanların kapalı tutulduğu mekanların denetlenmesi olarak açıklayan Pringle, Türkiye'nin bu protokolü onaylaması durumunda, BM İşkence Alt Komitesi'nin bu mekanları sınırsız ziyaretine izin vermiş olacağını dile getirdi. Türkiye'nin benzeri bir ulusal ve bağımsız komite oluşturması gerekeceğini kaydeden Pringle, bu iki komite arasındaki tek farkın ise, "ulusal komitenin edindiği bilgiyi anında kamuoyuna açıklayabilmesi" olduğunu anlattı.
Ulusal komitenin protokoldeki yerine değinen Pringle, bu kurulların üyelerinin devletle bağı olmayan kişilerden oluşması, kurulun işlevsel ve mali açıdan bağımsız olması gerektiğine dikkat çekti. Kurul içinde doktor, avukat ve psikolog bulunması, kadın-erkek dengesi ve etnik kökenlerin temsiliyetinin gerektiğini belirten Pringle, kurulun önceden haber vermeden cezaevlerini, karakolları, ıslahevlerini, psikiyatri kliniklerini, göçmen-sığınmacı merkezlerini ziyaret edebileceğini dile getirdi. Kurulun tutuklu ve hükümlülerle, kurum çalışanlarıyla kimsenin olmadığı ortamlarda görüşebileceklerini anlatan Pringle, protokolü kabul eden ülkenin bu ulusal ve uluslararası izleme komiteleriyle "anlamlı" bir diyaloğun içine girmek zorunda olduğunu kaydetti.
İşkenceyi önlemede engeller
Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu'ndan (FIDH) Oliver De Schutter, Türkiye'de insan hakları mücadelesi vermenin zor olduğunu, insan hakları faaliyetlerinin, teröre teşvik kapsamına alınabildiğini belirtti. Terör suçları kategorisinin de kötüye kullanıldığını belirten Schutter, Türkiye'de işkencenin önlenmesine "Avukatla görüşme hakkının tam olarak uygulanmaması", "Gözaltı sürelerinin uzunluğu", "Sorgulamanın baştan sona video ve ses kaydının yapılmaması", "Herkesin bağımsız ve tarafsız bir doktor tarafından muayene edilmemesi" ve "İşkenceyle elde edilen delillerin, mahkemelerce kabul edilmesi" gibi sorunların engel olduğunu anlattı.
Schutter'in sunumunun ardından söz alan Avukat Selçuk Kozağaçlı, sorgunun video ve ses kaydının alınmasına ilişkin, "şüphelinin susma hakkını kullandığını ancak şüpheli ile yapılan 'mülakat' kaydının, mahkemeye sunulduğunu ve şüphelinin aleyhinde delil olarak kullanıldığını" belirterek, kayıt işleminin bu açıdan sakıncalı olabileceğini dile getirdi. Schutter ise şüphelinin susma hakkını kullanması durumunda böyle bir işlemin mümkün olmadığını ve anlatılan durumu anlayamadığını ifade etti. Schutter'in, üç kez anlatılmasına karşın bu duruma inanamaması ve yanlış anladığını sanması dikkat çekti.
Tutuklu çocukların hakkı yok
Cezaevinde çocukların haklarının korunmasına ilişkin bir sunum yapan Avukat Hatice Kaynak Türkiye'de son birkaç yılda cezaevlerindeki çocuk haklarının korunmasına dönük adımlar atıldığını ancak tutuklu çocukların, hükümlü çocukların sahip olduğu haklar dahil, hiçbir hakkı olmadığına dikkat çekti. Çocukların birçok ilde yetişkinlerden ayrı binalarda tutulmadıklarını belirten Kaynak, hakları ve kötü muamele durumunda şikayetçi olacakları makamlar konusunda çok zayıf biçimde bilgilendirildiklerini ifade etti. Tek kişilik odalarda tutulmaları istenen çocukların birçok yerde 20 kişilik koğuşlarda kaldıklarını anlatan Kaynak, tutuklu çocukların, cezaları kesinleşmediği için, hükümlü çocukların yararlandığı eğitim evleri, aileyle açık görüş gibi haklardan yararlanamadıklarına dikkat çekti.
Avukat Şenal Saruhan da cezaevlerindeki kadınların durumuna değindi. Cezaevlerindeki kadınlara pozitif ayrımcılık uygulanması gerektiğini söyleyen Saruhan, bir evde kadın cezaevine girdiğinde ailenin sarsıldığını ifade ederek, cezaevindeki kadına aileye her an erişme hakkı verilmesi gerektiğini vurguladı. Cezaevine giren kadının reddedildiğini ifade eden Saruhan, cezaevlerindeki kadınların yüzde 56'sının okuma yazma bilmediğine dikkat çekti. (TK)