Çok merak eden veya bu söyleşi ile yetinmeyen Pazar günü 15.00'te Bilge Kültür Merkezi'ndeki etkinliğe katılıp kendisine sorabilir diye pas geçiyorum bu ayrıntıyı. Yanıtlayıp yanıtlamayacağına garanti vermeden.
Bilge Kültür Merkezi'ndeki etkinlik salt şairin ikinci eseri, "Ay günlüğü"nü tanıtmaya yönelik değil. Ortak özellikleri Haziran ayının ilk haftasında toprağa karışmak olan Orhan Kemal, Ahmet Arif ve Nazım Hikmet yad edilecek. Yerel ve genel ölçekte kültürel ve sanatsal değerlendirmelerde bulunulacak...
Orta karar bir röportaj için daha fazla giriş fazla. Söz bu satırdan itibaren Temel Kurt'un:
Şiirin elbette bir sözlük anlamı var ancak her şairin de farklı bir şiir yorumu var. Temel Kurt şiiri nasıl tanımlıyor?
Şiirin doğası bayramın doğasına benzer, ki o da takvimde bir tarih olmanın yanında, zaman diziminde bir kırılma ve dün ya da yarın olmaksızın sürekli olarak geri dönen bir şimdiye saldırır. Her şiir bir bayramdır, mutlak zamanın bir tortusu. İnsanlarla tarih arasındaki ilişki, bir kölelik ve bağımlılık ilişkisidir. Çünkü eğer bir kez tarihin baş kişileriysek, aynı zamanda onun hammaddesi ve kurbanlarıyızdır da; o bizim pahamıza gerçekleşebilir. Şiir bu ilişkiyi köktenci biçimde değiştirir; şiir ancak tarihin pahasına gerçekleştirilebilir.
Ürünleri arasında "kahraman", "katil", "aşık", "alegori", "yazıt parçaları", "nakarat", "yemin", "oynayan çocukların dudaklarındaki istençsiz çığlık", "suçlu bulunan zanlı", "ilk kez sevişen bir kız", "rüzgarda dünyaya gelen bir cümlecik", "bir parça ağlayış" da yer alır. Bütün bunlar "eskimiş sözler", "yeni kullanılmaya başlamış sözler" ve "alıntılar"la birlikte, kendilerini hiçbir zaman ölüme ya da duvara çalınmaya bırakmayacaklardır. En sona ulaşmaya ve en üstün olana varmaya eğitimlidirler.Kendilerini kurtaracak ve kendilerini kendileri kılacak şiiri beklerler. Tarih olmadan şiir olamaz ama şiirin biricik görevi de tarihi dönüştürmekten başka bir şey değildir. Onun içindir ki gerçek devrimci şiir, vahiy gibi olan şiirdir. Şimdi bütün iş dışsallığımızın kendine dönen bumeranglarını yeniden ele geçirmektir... Şimdi asıl mesele başladığımız yerdeki meselemizdir: Özgürlüktür.
Kültür, sanat, edebiyat içinde şiir gerek dünyada, gerekse ülkemizde meydana gelen gelişmelerin, yenilik denilen değişimlerin rüzgarında ne tür kalıplara giriyor?
Her dönemin kendi iç dinamiklerine uygun gelişen bir diyalektik süreci vardır, işte bu süreç şiirin ve genel olarak sanatın devamlılığını sağlar. Ülkemiz açısından sanat genel bir karşı koyuş temasıyla daha fazla iç içedir ama dünyada da hemen, hemen durum aynıdır. Şiir yaşanan tüm süreçlerle kendini yoğurarak ileriye atılan bir adım olduğunda vardır, her ne kadar postmodernist açılımlar bunu inkar etmenin anlatıları üzerine büyük bir popüler çağrıya dayansa da şiirden zamanımıza kalanları incelediğimizde durumun kısaca bu olduğu görülmektedir...
Temel Kurt, hangi kalıbın içinde?
Hayyam'dan Shakespare'e, Dadaloğlu'ndan Nazım'a geriye kalanlar umudun dizeleri olmuştur. Şiirin görevi yeniye dairdir. Biçim olarak "edebiyatımızın gelişiminin tüm dönemleri yurdumuzun kültürel gelişmişliğinin bir sonucudur" da diyebiliriz. Örgütlü toplumun, örgütlü bireyin çok olduğu yıllar toplumsal edebiyatın gelişkin olduğu yıllardır,örneğin bir halkın emperyalist işgale karşı kurtuluş mücadelesi yılları olan Cumhuriyet'in kurulduğu yıllar edebiyata Nazım'ın "memleketimden insan manzaraları" adlı kitabıyla ve "kuvayi milliye destanı"yla yansımıştır. Günümüz postmodern edebiyat savunucuları ise işte tamda bu örgütsüz dönemin edebiyatı olarak karşımıza çıkmaktadırlar. İşte ben tamda burada umut olarak tanımlan bir sanat anlayışının yanındayım, yani "düşülkeyi" arıyorum.
Kültür sanat etkinlikleri ve gelişmişliği bakımından bir Gebze analizi alabilir miyim?
İşçi kesiminin seksen sonrası düzensiz göçlerle oluşturduğu yaşadığımız köykent (Gebze'yi kast ediyor), kendi özüne ve yaşadığı hayata dair bir sanat ile iç içe olamadığından ve örgütsüzlüğün, nihilizmin edebiyatı postmodernizmle kuşatıldığından (mesela her türden tarikatçı edebiyat, birlikteliği parçalayan yeraltı edebiyatı...küfür romanları ...) aslında büyük bir kültürsüzlük kuşatmasında gelişmiştir. Kentte bir çok tekel büfesinin, beyaz eşya mağazasının ihtiyaç olması ne kadar normalse kitap evlerinin ihtiyaç olmaması da o kadar anormaldir. Kısacası düşünen toplum istemeyenlerin yarattığı bir sonuçtur Gebze. Darbelerin "cumhuriyet"i getirdiği sonuç gibi.
Ay günlüğü...
Ay günlüğünü kısaca şöyle tanıtabilirim. Mavinin içinde giden bir gemiden geriye kalan beyaz anafor izi ve elbetteki bu yolun sonu "düşülke". Metaforları barış, emek, özgürlük ve aşk olan bir düşülke...
3 Haziran Pazar günü ne yapacaksın? Amacın ne senin!
Bizim özelinde 3 Haziran'da yapmaya çalışacağımız da Orhan Kemal, Ahmet Arif ve Nazım Hikmet ile bu "düşülke"ye gidenleri buluşturmak olacak çünkü şiir; içine aşk konulup denize atılmış bir şişedir. Bulanların elleriyle ovduğu kelimelerden çıkan cinin hayatımızı güzelleştirdiği... (AU/EÜ)