Ulucami, 639 yılında Diyarbakır'a egemen olan Müslüman Araplar tarafından şehrin merkezindeki mabedin, Mar Toma Kilisesi’nin camiye çevrilmesiyle oluşturulmuş. 1115 yılında geçirdiği yangın ve deprem sonucu içerisindeki kemerler, sütunlar, bezemeli taşlar yıkılmış, tahrip olmuş. Diyarbakır Ulucami, İslam âleminin 5. Harem-i Şerifi olarak kabul ediliyor.
Kısaca değindiğim tarihi ve manevi değeri nedeniyle Diyarbakır’a gelen herkesin ziyaret ettiği Ulucami’nin önündeki boş alan işportacıların müşteri çağıran sesleriyle gün boyu şenlenir. Bakırcılar Çarşısı tarafından, çok az, ancak gür çekiç sesleri gelir ve bakırcılık mesleğinin mazide kaldığını hatırlatır. İstanbul’daki Kapalı Çarşı’nın minyatürü Sûka Şevitî (Yanık Çarşı) ise Ulucami’ye bitişiktir neredeyse. Yanık Çarşı’nın daracık sokaklarını dolduran kumaş kokusu ve geleneksel kıyafetlerin dükkânların önünde sergilenmesi geçmişin izlerini hatırlatıyor, Ancak bu dükkânlarda günün modasının etkilerini görmek de mümkün. Siftah yapabilme umuduyla küçük dükkânlarında eş dost ağırlayarak müşteri bekleyen çarşının esnafı ise, şehri saran dev alışveriş merkezlerindeki işleyiş nedeniyle başka bir dünyaya ait gibi görünür.
TIKLAYIN - DİYARBAKIR SEÇİME HAZIRLANIYOR
Caminin önündeki boş alana atılmış kursiler (küçük tabureler) ise, güneşli kış günlerinde bile boş kalmıyor. Çevredeki esnaf, namaz kılmaya gelenler, geçerken soluklanmak için uğrayanlar ve sürekli müdavimleri var bu alanın. Küçük masaların etrafında toplanan insanlar, çay içerek memleketin ahvalini konuşurlar. Gündemdeki olaylara o kadar vakıflar ki, evde geçirdikleri bütün zamanlarını dizi film yerine, haber kanallarını izleyerek geçiriyorlar sanki.
Bu nedenle, Diyarbakır’ın ve aslında Türkiye ve dünyanın gündemini Diyarbakırlılar nasıl değerlendiriyor sorusuna cevap arayan gazeteciler için ideal mekânlardan biridir Uucami’nin önündeki alan. Burada konuşacak, yorum yapacak, fikrinin duyulmasını isteyecek insan bulmak hiç sorun olmuyor. Sohbet etmek için ayrıca bir protokole de gerek yok üstelik. Küçük masaların etrafında toplanmış insanlara kendinizi tanıttıktan ve güvenlerini kazandıktan sonra, sohbete istediğiniz yerden başlayabilirsiniz.
Arınç yeni ayrılmıştı…
Dört bölümden oluşan Ulucami uzun zamandır tadilat görüyor. Bu bölümlerden birinin tadilatı bitmiş, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, sabah saatlerinde söz konusu bölümün açılışına katılmıştı. Yanında Diyarbakır Valisi, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, AKP Diyarbakır milletvekili adayları ve elbette bir ordu polisle birlikte...
Kendimizi tanıttıktan sonra küçük masanın etrafında toplanmış birkaç kişiyle 7 Haziran milletvekili seçimini değerlendireceğiz. Ama önce, Arınç’ın söz konusu ziyaretini konuşmak istiyorum. Sohbet boyunca en çok konuşan ve adının Seyda olduğunu söylemekle yetinen yurttaş, “Açılışta ben burada değildim” diyor. Bir diğeri, tek cümleyle söze karışıyor ve “Bunlar din bezirgânlığı yapıyorlar” diyor. Seyda, heyecanlı yurttaşın bıraktığı yerden devam ediyor söze: “Erdoğan’ın meydanlarda Kuran göstermesi kolay, ona bir şey diyecek kimse kalmadı. Ses çıkaracak herkesi susturdu. Ama Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde, Mele Muhyeddin Kürtçe Kuran okuduğu için 3 yıla yakın hapis yattı.”
Bu olayı hatırlıyorum. Demokratik Toplum Kongresi’nin önünde gerçekleşen bir eyleme yüzlerce yurttaş katılmış, Mele Muhyeddin adlı yaşlı bir yurttaş da Kuran’dan bazı ayetleri Kürtçe okumuştu. Daha sonra hakkında soruşturma açılan Mele Muhyeddin, ‘örgüt propagandası yapmak’ suçlamasıyla tutuklanmış, olay basına da yansımıştı. Seyda, Cumhurbaşkanı’nın Kürtçe Kuran’la bölge illerinde dolaşmasının etkisizliğini anlatmak için, “Müslümanlığı Kürtlerden öğrensinler” diyor.
Kürtçe eğitim dili olmadıktan sonra Diyanet’in Kürtçe Kuran ya da başka kitap basmasının nasıl bir yararı olacak? Bu soruyu da Seyda cevaplıyor. “Ben Kürtçe okumayı Azadiya Welat gazetesini okuyarak öğrendim. Ama herkesin anadilinde okumayı öğrenmesi için Kürtçe eğitim gerekiyor. Artık kandırmasınlar bizi.”
Başbakan Yarımcısı Bülent Arınç birkaç saat önce ayrılmıştı Ulucami’den ve caminin önündeki meydanda mütedeyyin yurttaşlarla, din üzerinden yapılan propagandanın yanlışlığı hakkında tartışıyorduk…
Seyda’nın oyu…
TIKLAYIN - BERBERDE SEÇİM MUHABBETİ
Ayakta dikilip sohbete katılanlar da var. Yakasında HDP rozeti taşıyan ve adının Ahmet Demir olduğunu söyleyen Diyarbakırlı yurttaş, ısrar etmeme rağmen oturmuyor, ama miting meydanında konuşur gibi heyecanla anlatıyor. “Bizim çocuklarımızın cesetlerini versinler, sonra oy istemeye gelsinler.” Dağda, kar altında kalmış, engellemeler nedeniyle binbir güçlükle alabildikleri gerilla cenazelerinden söz ediyor. Sonra gidiyor ve o gidince Seyda’ya ne iş yaptığını soruyorum. Seyda konuştuğunda herkes susup onu dinliyor çünkü. Belli ki sevilen, sözüne değer biçilen biri.
“Medresede okudum” diyor Seyda. “İmamlık yaptım. Ama bizde maaş yoktu. Köylü ne verirse onunla geçinmek zorundaydım. Köylünün eline bakmak zoruma gitti. İnşaatlarda çalışmaya başladım. Emekli oldum, şimdi burada zaman geçiriyorum.”
“Burada” derken eliyle meydanı gösteriyor Seyda. Sonra, önceki seçimlerde hangi partiye oy verdiğini de çekinmeden söylüyor: “İki seçimde AKP’ye oy verdim. O zaman iyiydi Erdoğan, ‘Kürt sorunu benim sorunum’ diyordu. Şimdi ‘Kürt sorunu yok’ diyor. Başkan olursa ‘Kürt yok’ diyecek. O böyle derse, memleket 1990’lı yıllara dönecek.”
Anlaşılan o ki Seyda, AKP için “yetmez, ama evet” demiş. Peki, bu seçimde oyunu kime verecek? “Bu seçimde oyumu HDP’ye vereceğim” diyen Seyda, aslında AKP’den neden umudunu kestiğini de anlatıyor: “Tek parti, tek adam dünyanın hiçbir yerinde iyi değildir. Erdoğan tek adam olmak istiyor. Bazı AKP’li arkadaşlar da rahatsız. Tek adam olmasın diye, oylarını HDP’ye verecekler.”
‘Biz korkuyoruz, o da korksun’
Seyda’ya, “Korkuyor musun” diye soruyorum. “Askeri, polisi, Anayasa Mahkemesi’ni yanına aldı. Konuşana bağırıyor.” Bu arada tepemizde gezen helikopteri, cadde üstünde duran Akrep tabir edilen polis aracını gösteriyor ve “Nasıl korkmam” diyor. Sonra, 9 Mayıs’ta HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın evinin ‘yanlışlıkla’ basılmasını hatırlatarak, “Bu nasıl büyük bir ayıptır” diyor. “HDP başkanının evini basan bize ne yapar kim bilir. Korkuyoruz, ama onlar da HDP’den korksunlar.”
Söz HDP’ye gelmişken, HDP’nin barajı aşıp aşamayacağını da soruyoruz. Masada oturanlardan biri, etrafımızda birikmiş yaklaşık on kişiyi gösteriyor gülerek, “Bunlara bakarsan HDP barajı aşacak” diyor, “Bir tane AKP’li yok, hepimiz oyumuzu HDP’ye vereceğiz.”
“7 Haziran akşamı halay çekeceğiz”
HDP barajı aşarsa Diyarbakır’dan kaç milletvekili çıkarır? Seyda mütevazı davranıyor: “7-8 milletvekili kesin” diyor. Çevredekilerin müdahalesiyle HDP’nin Diyarbakır’dan 9 milletvekili çıkaracağında karar kılıyor. HDP’nin kaç oyla barajı aşacağını da söylüyor Seyda: “Defterine yaz, HDP yüzde 12 oy alacak. 8 Haziran’da yine gel, ben burada olacağım.”
Ayağa kalktık hep birlikte, vedalaşacağız. Bütün konuşmaları hiç lafa karışmadan dinleyen genç adamlardan biri, “Abi 7 Haziran akşamı gel, burada halay çekerek kutlayacağız” diyor.
Şehrin en yoksul semtlerinden biri olan Suriçi’nde çok sayıda tarihi mekân var. Bunlardan bazıları restore edildi ve kafe, restoran, müze ev olarak hizmete açıldı. Şehre dışarıdan gelenlerin uğrak yeri de bu mekânlar oluyor. Bu nedenle Suriçi, zengin ile yoksulun birbirine çarparak hayat bulduğu ender semtlerden biridir.
Ulucami’nin önündeki alanda, Suriçi semtinin yoksul sakinlerinin dinledik, seçim değerlendirmelerini aldık. Ayrılırken, Seyda, “korkuyor musun” sorusunu hatırlatarak, gazeteciler için duyduğu endişeyi dile getiriyor. “Ben kendimi gizleyebilirim, ya siz ne yapacaksınız?” Meydanda çayın 75 kuruşa satıldığını biliyorum. Ama çaycı, Seyda’nın gösterdiği nezaketin benzerini, içtiğimiz çayların parasını almayarak gösteriyor. (VE/HK)