Bunları bu ülkenin sağlık alanındaki en eski örgütlenmelerinden Türk Tabipleri Birliği (TTB) yıllardır söyler, yazar, savunur.
Bunlardan ilki sağlık hizmetinin basamaklı bir şekilde düzenlenmesidir.
İkincisi hastalıkları tedavi etmek yerine onları önlemek yani koruyucu sağlık hizmetlerini temel almaktır.
Üçüncüsü tüm sağlık kuruluşlarının tek çatı altında toplanmasıdır.
Sonuncusu ise sağlık hizmetinden yararlanmanın temel bir insan hakkı olduğu gerçeğinden hareketle sağlık hizmetlerinin genel bütçeden ve tümüyle ücretsiz verilmesidir.
Türkiye, İstanbul mu?
59. Hükümetin başbakanının yönetim bilgi ve becerisinin önemli bir bölümünü İstanbul'da yaptığı belediye başkanlığı sırasında kazandığı söylenebilir.
Ama geçen bir yıla yakın süreye karşın Türkiye'nin İstanbul'dan ibaret olmadığını henüz kavramamış görünüyor.
Gündelik pratik yaşama yönelik düşündükleri, uyguladıkları, gerçekleştirmeye çalıştıkları hep İstanbul düşünülerek ya da İstanbul'da yaşanan sorunları çözmek amacıyla programlanan işler.
Sağlık kimin işi?
"Sağlıkta Dönüşüm" projesi diye adlandırdıkları sağlık alanında da yapılanlar öncelikle, son 20-25 yıla damgasını vuran Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın dayattığı politikaların gereği.
Ama bunların uygulamaya dönük yüzü yine İstanbul ya da büyük kentler göz önüne alınarak yapılıyor.
Bu yapılırken de; sağlığın ticarileşmesi ve özelleşmesi, bu hizmetlerin devletin görev alanı olmaktan çıkarılması ve uluslar üstü finans kuruluşlarının bu alana girmesi gözetiliyor.
Sağlık ocaklarının doktor muayenehanelerine döndürülmesi, kamu çalışanlarından başlanarak -çünkü şu anda sınırsız bir sağlık güvenlik sistemi yalnız onlar için vardır- sağlık hizmetinin özel sağlık kuruluşlarından sağlanması, kamu yatırımları hiç yapılmazken özel sektörün sağlık yatırımlarına yapılan sübvansiyonlar, vergi indirimleri ve destekler hep bunun birer uzantısıdır.
Belediyelere devir planı
Bu kadarla kalınmayacağının işaretleri görülmeye başlandı. "Kamu Yönetimi Yasası" diye kamuoyuna sunulan taslakta sağlık hizmetlerini veren kurumların tümüyle yerel yönetimlere, yani belediyelere devrinden söz ediliyor.
Gerekçesi de "devlet kürek çekmez, devlet dümene geçecek" diye belirtiliyor. Aslında bu söz bile onların insana ve devlete nasıl baktığını çok iyi gösteriyor.
Bu bakış, sağlık hizmeti söz konusu olduğunda hangi yanlış noktalara varılacağını da çok açık biçimde anlatıyor.
Yüzde 30 hastalanınca...
Sağlık kurumlarının yönetimi ülkedeki önceliklere göre belirlenen genel politikalar doğrultusunda merkezi bir şekilde (tek çatının anlamı budur) ama yerel de gözetilerek toplumun katılımı ve işbirliğiyle gerçekleştirilmeli. Çünkü, hem bilimsel hem de uygulama olarak bu çerçeve kabul ediliyor.
Sağlık kurumları belediyelere devredilince bu çerçeve yerine getirilmiş olmuyor. Yasaya göre; belediyeler nüfusu 2000'den yukarı yerleşimlerde kuruluyor. Kırdan kente doğru bir yönelim olsa da halen nüfusun yüzde 40'ı kırsal alanda yaşıyor.
Kesin veriler bulunmamakla birlikte yine nüfusun yüzde 30'unun belediye alanları dışında yaşadığı tahmin ediliyor. Dolayısıyla bu uygulamayla toplumun yüzde 30'u hizmet alanı dışında kalıyor, ya da insanlar hizmet almak için biraz(?) seyahat etme zorunluluğuyla karşı karşıya kalacak.
Parası olana tedavi
Sağlık hizmeti pahalıdır. Mevcut yerel yönetimlerin yüzde 90-95'inin (İstanbul gibi bir metropolün belediyelerinin bir bölümü de dahildir) sağlık hizmetini ekonomik ve finansman açısından yukarıda belirtilen çerçevede örgütlemesi beklenemez.
Tasarı yasalaşırsa, yerel yönetimlere bağlı sağlık kuruluşlarının yalnız tedavi hizmeti vermesi beklenmelidir. Çünkü bu hizmeti alan bedelini ödeyeceği için finansman bakımından biraz rahatlama sağlanabilir..
Dolayısıyla bu hizmet basamaklı ve koruyucu sağlık hizmeti ağırlıklı olamayacağı gibi, ücretsiz de olamayacaktır. Halen sağlık hizmeti veren belediyeler olmakla birlikte, yalnız prestij ve politik çıkar amaçlı hizmet veren bu kuruluşların, tüm topluma sağlık hizmetini götürecek biçimde yönetilmesi ve işletilmesi mümkün değildir.
Özetle; bu tasarıyla gerçek anlamda sağlığın yerel yönetimi sağlanmıyor.Yalnız; belediyelere devir sağlık kuruluşlarının tümüyle özelleştirilmesi öncesi bir ara aşama anlamına geliyor.
Yolsuzlukta artış!
Bu uygulamayla, ne yazık ki, özellikle çeşitli mal ve hizmetlerin alımı sırasında halen yaşanan kimi yolsuzlukların büyümesi ve yaygınlaşması da beklenmelidir. Yerel yönetimlerde belediye başkanları daha büyük erke sahiptir ve uygulamaları seçimler dışında toplumun denetimi daha azdır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında da İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı dönemiyle ilgili yolsuzluk iddialarıyla açılan davalar varsa da yargı dokunulmazlığı nedeniyle yargılanamıyor.
Sağlığın yerel yönetimlere devrinden sonra çok yakın gelecekte, bir çok belediye başkanı ve yerel yönetim yetkilisinin, tıpkı, AKBİL, İSKİ vb. konularda olduğu gibi yolsuzluk iddiasıyla mahkeme önüne çıkmaları kaçınılmazdır.
Yasaya gerek yok
Toplum doğru bilgilenmeli ve yanlışlara karşı tepki vermeli. Sağlığın yönetiminin yerelleşmesiyle belediyelere devrinin aynı şey olmadığı ya da olamayacağı sorgulanmalı ve tartışılmalı.
Ayrıca, yerelleşmenin sağlanması için yasa da gerekmiyor. Basamaklı sağlık sisteminin ilk basamağını düzenleyen 1961 tarihli, 224 sayısı "Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Yasa"da bu konu yerel sivil katılıma olanak tanıyan "Sağlık Ocağı Kurulları" ile mümkündür.
Bu kurullarda görev yapanların yerel sivil örgüt ve inisiyatiflerden gelmelerine olanak sağlanması yeterlidir.
Yineleyelim; "kralın çıplak olduğunu" söylemekten çekinmeyelim: İstanbul bu ülkenin küçük ölçekli bir modelidir. Ama Türkiye İstanbul değildir ve İstanbul yönetir gibi yönetilemez.
O yüzden; kuyuya atılan taşı çıkarmaya çalışmak yerine o taşı kuyuya attırmamak daha akılcı görünüyor. (MS/NM)