Ölümünden kısa süre önce Susan Sontag, Stalin’in yönetimindeki o çok önemli tarihçi, Victor Serge (1890-1947) hakkındaki denemesini yayınladı.
Serge’nin Yoldaş Tulavey’in Davası (1949) gibi çalışmaların Amerikan solu tarafından pek de iyi karşılanmadığını belirten Sontag, şunları yazdı: “Komünist rejimlerde ne olup bittiğini yıllarca görmezden gelmek, özellikle de Sovyetler Birliği’ni kötüleyince faşist ve savaş çığırtkanlarına destek vereceğini düşündüğümüz için, artık neredeyse kulağa saçma gelmeye başladı. 21. yüzyılın başında başka illüzyonlara kaydık - bunlar iyi niyetli ve insancıl politikalı zeki insanların, düşmanlarına destek vermemek için kendilerine ve destekçilerine söylediği diğer yalanlardı.” Bu tipik Sontag cümlesi, zorlu ve ölçülü. Fakat yine de tam yerine oturmuyor.
Aslında, ikinci cümle birinciyi yanıltıyor: Sontag diyor ki, görmezden gelmek, başka hedeflere – o ya da bu şekilde dayanıyor (muhtemelen militan İslamdan bahsediyor), fakat eğer bu doğruysa o zaman önceden olanlar beklendiğinden de anlaşılır olabilir, sürekli görmezden gelme politikası ise bir politik bağlılık göstergesi olabilir. Sonuçta, 2004’te anlaşılır gözüken ilk kısmı 1970’lerde diretildi. Yıllar sonra insanlar daha az kötü olan komünizmi seçme ihtiyacı duymuştu; 1930 ve 1940’lı yılların en kötü şöhretli sağcı rejimlerinin artık olmamasına rağmen, halâ birçok “faşist” rejim örneği vardı. Örneğin Troçkistler, Victor Serge’nin rahatsız varisleri olarak, onların at gözlükleriyle gördükleri “devlet kapitalizmi” adı altında komünist rejimlerde olup bitenleri pek de görmezden gelmediler, bu yüzden soğuk savaş yanlıları ve diktaör arkadaşlarına yanaşmadan Moskova’yı eleştiriyorlar.
Mevcut Ukrayna krizini her kesim görmezden geldi. Bunların birçoğu Rusya dış politikası içindeki veya dışındaki sol liberallerden oluşuyordu, onlara göre Rusya’yı eleştirmek de Beyaz Saray’daki riyakârları size dost yapıyordu. Bundan dolayı da Rusya’nın Kırımı silahlı ilhakı ve gülünç bir referandumun hazırlanması oldukça sıkıntı verici, fakat fazla da şikayet etmememiz gereken bir şey çünkü Kırım her türlü Rus toprağı sayılıyordu (veya en azından 1783’den beri öyleydi). Bu yüzden de Putin’in eleştirilerek düşman edinme korkusundan Beşar Esad’ın despot rejimini desteklemeyi azalması ve ABD’nin onu silahlandırması ve Putin’in Kiev’de Başkan Yanukoviç’i koltuğundan eden marjinal gruplara “faşist” demesi, Putin’in çaldığı çanlardan daha yüksek seste çalıyor.
“Riyakârlık hükmü her yerde kullanılabilir’’
Diğer taraftan, Yale tarihçisi Tim Snyder yaptığı kadar toy bir romantik görmezden gelme bulunmuyor. Ona göre Putin Bağımsızlık Meydanı’nda (Maidan Nezalezhnosti) sadece marjinal gruplar vardı. Snyder ayrıca Ukrayna’nın AB’ye çoktan katılmaya istekli olduğunu belirtiyor çünkü savaşa susamış bir grup korkutucu adamların lideri dediğimiz aslında Donbas’tan gelen eşcinsel bir kuaför, yardımcısı ise annesi engelli bir Alman hatip olan Musevi bir travesti. Bu tür bir argümandan hiç bu kadar etkilenmemiştim: 2000 yılında Polonyalı bir arkadaşım beni bu Katolik ülkenin başkanının eski bir Komünist (Aleksander Kwaśniewski), Başbakanının Protestan (Jerzy Buzek) Dışişleri bakanının ise Yahudi (Bronisław Geremek) olduğunu söyledi. Beş yıl sonra ise ülke sürreal Kaczynski ikizleri, Andrzej Lepper’in soyguncu Nefsi-Müdafaa partisi ve aşırı sağcı Polonyalı ailelerin koalisyonu ile yönetiliyordu.
“Ukrayna’daki olaylara nasıl tepki vermeli?” gibi sorularla başlayan birçok makale okudum fakat bunlar işe yaramazdan bile öteydi: Asıl amaç, Kant’ın dediği gibi, insanın kendini düşünmesiydi. Mevcut krizde, her ne kadar kolay olsa da, bunu düşünmek işi daha da sıkıntılı hale getiriyor. “Riyakarlığın’’ hükmü, örneğin, her yerde kullanılabilir: John Kerry her ne kadar Pakistan’da insansız uçak bombardımanını onaylasa da bölgesel sınırlarının kutsallığını vurguluyordu. Vladimir Putin ise (geçici) Ukrayna hükümetinin kendi halkına savaş açması konusunda uyarsa da kendisi Suriye’de Esad’ı destekliyor ve yeni AB-dostu Ukrayna başbakanı da televizyondan konuşup Rusçanın konuşulmasını yasaklamaktan bahsediyordu.
Putin’in en çok korktuğu şey
İşte burada, ederi neyse, öyle düşünüyorum. İlk olarak John McCain’in absürd oyununa ve Bağımsızlık Meydanı’ndaki saf AB meclis üyelerine rağmen, ve Doğu Ukrayna’da bulunan Rusların Rusya Federasyonunun bir parçası olmayı isteseler de, askeri gücün, Macaristan’ın Güney Slovakya’yı işgali ve Irak’ın ABD tarafından işgalinden daha haklı kılmayacaktır. Londra’da buna karşı yürüyenler, prensipte buna karşı da yürümeli.
İkincisi, Putin’in Carl Schmitt’e hayranlıkla yarattığı Avrasya Birliği Projesi ancak – Snyder’in haklı olduğu kısım burasıdır – bir otokrasi serisi çerçevesinde yürürse olur: En korktuğu şey Ukrayna’daki faşizm veya NATO’nun yayılması değil; 1999’dan beri, Polonya’nın Rus Baltık Denizi sınırındaki Kaliningrad’a, eskiden Kant’ın memleketi olan Prusya’daki Königsberg, ulaşmasından beri vardı; Türkiye’nin otuz yıllık üyeliği olan NATO’nun acı çeken Sovyetler Birliği’nin kapısına dayanmasıydı. Hayır, Putin’in en çok korktuğu şey kapısının demokrasiyle, kanunlarla, konuşma özgürlüğü ve insan haklarına saygı ile dolmasıdır. Ukrayna’nın AB’ye girişi söz konusu olsa, halk en azından bunlara sahip olabileceği umudunu taşıyor. Avrasya Birliği’nin üyesi olarak – veya Rusya işgal ederse – bu umut yok olacak.
Üçüncü seçenek ise Batı’daki insanların söylentileri yayarak bu faydalardan çoktan keyif alması ile beraber, Ukrayna’nın AB ile NATO ve Rusya Federasyonu arasında tampon devlet görevini görmesi fikri ki, kulağa gülünç geliyor. İki dünya savaşı arasındaki dönem bile zayıf Avrupa devletlerinin daha büyük bir ekonominin ve güvenlik sisteminin parçası olmadan devam etmesinin iç karartıcı olduğunu gösteriyor: Bu yüzden de bu devletlerin AB ve NATO’ya 1990’larda davet edilmelerinin sebebi, Doğu Avrupa devletlerinin kurban seçilmesinden çok, şevkle karşılanmasıydı. Ukrayna, Ukraynalılar, gidişatı değiştirme şansına sahip olmalı. Bu da ya ülkenin federalleşmesi ya da ikiye bölünmesini, Rusça konuşan Doğu Ukraynalıların Putin’in himayesinde özgür değil de güvende olması ve AB ile NATO’nun tam üyesi olan arka Batı Ukrayna’nın bütün riskleriyle ve imkanlarıyla beraber kabul etmesini getiriyor. Fakat kafasına bir silah doğrultarak bunu yapamaz. Bu durumda da silahı doğrultan Washington değil Moskova olur. (CT/BAR/BM)
* Bu yazıyı opendemocracy.net'teki aslından Barış Eral çevirdi.
* Fotoğraf: Burak Akbulut / AA