Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm... Sonra işçi sınıfı mücadelesi. İşçi sınıfı partisi. Sonra sendikalar. Partiler. Örgütler... Dünkü çocuk, bugünkü ihtiyar. Dünkü ihtiyar, bugünkü genç.
Ama eğer sınıf mücadelesi ve alın teri ile ölçülüyorsa yaşamak; o hep çocuktu, o hep gençti. Haklıydı ve hep umutluydu bir gün kazanacağımızdan. Hem de işçi sınıfı mücadelesini unutan "yaşıtlarına" inat ve ama inadına ihtiyar...
İnadına yaşadı. İnadına kahkahalarla güldü. İnadına mücadele etti. İnadına bastonuyla yürüdü ama yaşamın her zerresine yetişti. İhtiyar koşarken, kendisini bile geçti. Durmadı.
O benim dostumdu...
Cumhuriyet gazetesinde "bir zamanlar" ben sorumlu yazı işleri müdürü "olarak"; bir masa, bir sandalye, bir bilgisayar, bir dolap, üç raflık küçük bir kütüphane, adı Bekir olan bir kedi ve ancak bir kişinin geçebileceği kadar yer kalan odada yokken... Gelirdi.
Odaya girdiğimde, tek sandalyede oturmuş; ucu sararmış ak bıyıklarının, beyaz tel tel saçlarının arasından gözüken mavi gözleriyle gülümserdi. Aslında gülümsemesi maviydi. Kocaman ama bir o kadar da zarif ellerini dayadığı bastonunu gösterircesine yüzüme güler ve ona "ihtiyar" dememe kızmış gibi yapardı. "İhtiyar" lafına da gizliden gizliye sevinirdi. Ses çıkarmazdı. "Çocuk uzatma... Otur şuraya" derdi. Sarılır yanaklarından öperdim... Kıs kıs gülerdi.
Sonra gazetede neyin yayınlanmasının vakti geldiğini anımsatırdı. Her şey aslında hazırdı... Zarf içinde, çantasında veya gazetenin arasında... Üç gün sonra 15- 16 Haziran geliyordu... Ne yapılacaktı? Neyi nasıl yayınlayacaktık? Ya da Türkiye İşçi Partisi'nin kuruluş yıldönümüydü... Yazı dizisi yapsak nasıl olur? Onda hiç yayınlanmamış fotoğraflar vardı... İstersek yazabilirdi de... Ya Mehmet Ali Aybar... Ölüm gününde bir şeyler yapmak lazım... Peki sayfa nasıl düzenlenecek? Ya bağımsızlık, ya demokrasi, ya sosyalizm. Ya da işçi sınıfı mücadelesinde bir kilometre taşı. Günlerden hangi gün ve tarihlerden hangi tarih... O bilirdi. O bilmenin ötesinde tarih gibiydi. Duru, aydınlık ve net. O işçi sınıfı mücadelesinin emekçisiydi.
Çok sataşırdım. Çok sataşırdı. Çok tartışırdık. Biz birbirimizle konuşmayı, birbirimize sataşmayı, birbirimizle tartışmayı çok severdik. Çokların çoğunu, çok iyi yaşadı... Biz onunla çok iyi dosttuk ve birbirimizi sevmeyi çok severdik.
O benim dostumdu...
İhtiyarla benim sevgilerimiz, dostluklarımız ve sözlerimizden başka hiç bir şeyimiz yok. O kim isterse dostluğunu verirdi. Söz söylerdi. İnsanları severdi. Sendikacıydı. Sendikacı olmak çok zordu. Olduktan sonra bir ömür sendikacı kalabilmek çok daha zordu. Bütün bu zorları başardı. Sesi bitti. Sözü kalmadı.
İhtiyar dostluklarında ve insanların sevgilerinde. Gözleri ve gülümsemesi... Onu sevenlerin gözleri. Bakışları. Bakışlar hüzünlü ve sevgi dolu. Adım gibi biliyorum onu nasıl anacaklar... Dostları ve mücadele arkadaşları; onu gülümserken, kahkaha atarken ve keyifle rakı içerken... Çocuklar onu kendileri gibi, çocuklar gibi tarif edecekler.
Şöyle söyleyecekler; "Ne tatlı adamdı... Ben onu çok severdim." Adres sorar gibi... Köşeyi dönün fabrikanın girişinde kurulu grev çadırının önündeki adam. Sendika dergisinin yayın kurulu toplantısında masanın kenarında oturan yelekli, kırmızı gömlekli ve elinde sigarası olan adam... Hemen tanırsınız. Parti toplantısına Mehmet Ali Bey'le beraber tam vaktinde gelirler. Hapis yatmıştır. Artık sormayın ne kadar yattı, içeri kaç kez girdi diye...
Yayıncılık, kitapçılık... Kurdukları yayınevinin adı BDS... Peki ne demek BDS? Sorduğumda kızmıştı. Öyle ya benim bilmem gerekiyor. Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm... Size sevgili Tarık'la olan "yayınevi" maceralarını anlatsın. Nasıl battıkları ayrı bir hikaye.
Kuş deyince bildiği, sadece karga..Sosyalizm ve işçi sınıfı mücadelesi deyince bildiği, işçi sınıfı partisi ve sermaye emek çelişkisi... Türkiye İşçi Partisi. Sosyalist Devrim Partisi. 15-16 Haziran 1970'de; işçi sınıfı şalterleri indirip hayatı durdurdu. Yürüdü. İşçi sınıfı "Direnişini" kendi tarihine yazdı. O benim dostumdu... 35 yıl sonra ölümünü bile bu tarihe denk düşürdü. Onun öldüğü günün tarihi 15-16 Haziran 2005 olsun. Toprak, hava ve su gibi olan insanlardandı. Yaşarken ölmüşler dışındaki dostları ve benim için söz dört kelimeden ibaret..
Uğur Can Koçak öldü... (Fİ/EÖ)