Yıl sonunda, yani 12 aylık ihracatın 45 milyar doları aşacağı, 12 aylık ithalatın da 67 milyar doları aşması muhtemel.
Yani, dış ticaret hacmi 2003'te 112 milyar doları geçecek gibi. Bu da 2002'ye göre dış ticaret hacminin yüzde 28 artması demek. Geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da ihracat ithalatın yüzde 68'ini karşılamış olacak.
İhracatı 45 milyar dolara taşıyan etkenleri şöyle sıralamak mümkün.
İç talebe sürekli baskı
İhracatı 45 milyar dolara taşıyan kaldıraçların başında iç talebin daraltılması var. 2001 yılından beri enflasyonu kontrol edebilmek için iç talep sıkılıyor. Enflasyon, iç talep bastırılarak düşürüldü.
Hanehalkı tüketim harcamaları; 2000 =100 kabul edildiğinde 2003'te , yani krizden çıkıldı denilen yıl bile ancak 97. Yani üç yılda o kadar nüfus arttı, 2002 ve 2003'te yeniden büyümeye geçildi ama haneler 2000'deki kadar harcama yapamıyorlar.
İç talebi bastırma, bir yandan kamuda mali sıkıyönetimle, bir yandan da reel gelirleri gerileterek yapılıyor. İç talebin daraltılması ihracatı zorunlu kılıyor.
İhracat için de sadece içeriden dışarıya itilmek yetmiyor, bazı rekabet gücü sağlayacak unsurlar gerek. Bunun başında maliyetleri düşürmeye yarayan ucuzlaşılmış işçilik geliyor.
Reel ücretleri geriletme
Üç yıldır düzenli olarak reel ücretler geriliyor. DİE verilerine göre 1997 yılı baz (=100) alındığında sanayide reel ücretler 2001 başında 107 iken 2003'ün ortasında 85'e kadar inmiş, hatta özel sanayide 82'ye inmiş.
Bunu Merkez Bankası da teslim ediyor; Ekim 2003 tarihli Para Politikaı raporunda şöyle diyor, "2002 yılının ardından ve 2003 yılında da üretimde gözlenen verimlilik artışlarının reel ücretlere yansımaması, özel firmaların birim maliyetlerinin düşüşünü hızlandırmıştır. Birim maliyetlerdeki bu gelişmeler, özel firmaların dış pazarlarda fiyat rekabeti yapmalarını mümkün kılmıştır."(s.2)
"Verimlilik artışı"( Bir kuzudan iki post)
Bununla da kalınmıyor. Kriz süresince işten çıkarılanların yerine yeni çalışan alınmıyor ama azaltılmış işgücü ile hedeflenen üretim düzeyine ulaşılıyor.
Buna da "verimlilik artışı" deniliyor. Krizden çıkmak için, birçok işyeri tensikata gitti ve iki kişinin yapacağı işi tek kişiye yaptıracak iş düzenlemelerine gidildi.
Bunun sonunda da işçi başına katma değer artırıldı. Adına "verimlilik artışı" denilen bu operasyon sonucu 1997=100 alındığında 2001'de 112 olan "verimlilik endeksi" 2003 sonunda 132'ye çıktı.
Ama gelin görün ki, bir kuzudan çıkan iki post, ücretlilere yaramadı . İşçi başına reel kazanç endeksi 2001 ortalarında 91.8 iken 2003 sonunda 82'ye geriledi.
Bu sayede, içeride sıkışan sanayi sermayesi ihracata can havliyle sarıldı ve bu sayede fiyat da kırarak ihracatı 45 milyar dolara kadar çıkardı. Aynı şey, turizmde de yaşandı.
Bu durum yine MB raporunda şöyle ifade ediliyor:
"2003 yılının ilk yarısında çalışılan saat başına reel ücret endeksi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3.2 oranında azalmış, buna karşılık çalışılan saat başına verimlilik aynı dönemde yüzde 4.4 oranında artış göstermiştir...
"2002 yılının ardından 2003 yılında da üretimde gözlenen verimlilik artışlarının ücretlere yansımaması, özel firmaların birim maliyetlerinin düşüşünü hızlandırmaktadır."
Reel faizler
Küçük de olsa finansal maliyet, yani reel faizler de düşüyor ya da en azından artık yükselmiyor. Bu da ihracata hiç olmazsa ayak bağı teşkil etmiyor.
Euro rüzgarı
Döviz kuru son iki yıldır aynı nominal düzeyinde. Ama olaya euro bazında bakıldığında durum fena değil. Irak işgali sırasında kur yükselmiş sonra düşmüştü. Hammaddeyi yüksek kurdan alan ihracatçı da zarar etmişti. Artık bugün bu sorun yok.
Bütün bunlar ihracata destek olan , ona rekabet gücü kazandıran faktörler. Ancak dış ticaretteki artışın bir kaynağı da eurodaki artış.
Biliyoruz ki, dış ticaret dolarla ölçülüyor, ama bu ticaretin yarısından fazlası euro ile yapılıyor. Bu durumda euro yükselince dış ticaret hacmi de artmış gözüküyor.
Tabii ihracat da. Yani aynı miktarda euro elde edilse bile, dolar olarak artmış oluyor.
Son on ayda euradaki artış yüzde 10 ama 2002 Ekim'ine göre artış yüzde 31'i bulmuş. Bu da ihracata ivme kazandıran önemli bir etken.
Sürdürülebilir mi?
Anlaşılacağı gibi, ulaşılmış görünen ihracat patlamasının altında esas olarak reel gelirlere aşırı baskı var. İç talebe göz açtırmama, ücretleri düşük tutma, sürekli büyüyen yedek işsiz ordusunu kullanma, bu politikanın temel payandaları.
İşgücüne bu kadar abanmak doğru mudur? Bu, sürdürülebilir bir politika olabilir mi? Yaratacağı ekonomik ve sosyal maliyetler, astarı yüzünden pahalıya getirmez mi?
Sürekli düşürülen reel ücret ve iş yükünü artırmaya dayanan iş düzenlemelerine dayanan bir sistem sürdürülebilir bir sistem midir?
Bunun pek mümkün ve pek doğru olmadığını söylemeliyiz. Birkaç nedenle,
* Birincisi, 70 milyonluk bir pazarda, çarkları sadece dış talebe göre düzenlemek hem mümkün değil hem gerekli de değil.
Hep iç talebi daraltarak bir ekonomiyi yeniden üretmek, büyütmek mümkün değildir. Bunu özellikle kamu harcamalarını azaltarak, sosyal devlet yatırımlarını, harcamalarını askıya alarak yapıyorsanız, bunun sürdürülme şansı iyice az demektir.
* İkincisi, 200 milyar dolar milli gelir üreten bir ülkenin bütün üretim dinamiklerini dış taleple besleyemezsiniz, iç talebe bağlı bir dizi sanayi, hizmet sektörü de içeriden beslenmek zorundadır. Bir dengeye ihtiyaç vardır. İç ve dıştan birine aşırı yüklenme sorun yaratır ve yaratmaktadır.
* Üçüncüsü, Türkiye gibi, iyi-kötü bir demokratik geleneği, şekli bir demokrasisi olan bir ülkede sonsuza kadar işgücüne abanmanız mümkün değil. Bu politikanın , sonunda sosyal patlamalarla dikişi bir yerlerden atar.
Bunun yerine,izlenecek politika ne olmalıdır?
Burada hükümetlerin hiç kullanmadıkları önemli bir araç vardır: Maliye politikaları.
Vergi önlemleri
İşgücüne aşırı abanmalar yerine, vergi ve harcamalarda izlenecek daha sıhhatli bir politika ile, ihracatçınıza yine rekabet gücü kazandırabilirsiniz.
Daha ilk elde, ücret üzerindeki vergi ve SSK prim yükünü azaltarak bunu yapabilirsiniz. Ücret üzerindeki vergi ve prim yükü, işçinin eline geçen miktarın ortalama yüzde 70-80'i arasında değişmektedir.
Bu denli ağır yük, işverenleri kaçak işçi çalıştırmaya yönlendirmektedir. Bugün 3.3 milyon kayıtsız işçi çalıştırıldığı tahmin edilmektedir. Bu toplamı 10 milyonu aşan ücretli-yevmiyelilerin üçte birinden fazladır.
Hem genel ekonomi politikalarda işgücüne aşırı abanmanın yarattığı gerilimi ve yaratacağı başka problemleri aşmak, hem de daha adil ve kalıcı bir paradigma yaratmak açısından vergi yükü ile ilgili değişiklikleri ön palana almak gerekiyor.
Maliye Bakanlığı verilerinden yaptığımız araştırmaya göre, 2002 yılında ortalama bir ücretlinin yıllık vergi yükü ortalaması 2 milyar 160 milyon TL'yi bulurken, Kurumlar Vergi mükelleflerinden birçok meslek, bir ücretliden daha az vergi ödedi.
Gelir Vergisi mükellefi serbest meslek sahiplerinin de bir ücretliden daha az vergi ödedikleri ortaya çıktı.
Araştırma bulgularımızın özeti şöyle:
* Ücretli kesimin 2002 brüt kazanç ortalaması ayda yaklaşık 900 milyon TL olarak belirlendi. Bu kazançtan ortalama yüzde 20'lik gelir vergisi kesintisi yapılınca ücretli başına yıllık vergi yükü 2 milyar 160 milyon TL oldu.
Oysa aynı yıl, Maliye Bakanlığı'nın Kurumlar Vergisi mükellefi 367 bin şirket üzerinden yaptığı tasniflere göre, birçok sektörün vergide şirket ortalamalarının ortalama ücretli vergi yükünün altında olduğu görüldü.
* Ücretliler 2002'de ortalama 2 milyar 160 milyon TL vergi öderken turizm şirketleri 2 milyar 2 milyon TL'de kaldılar.
* Kuyumcular, ücretlilerin ancak yüzde 20'si kadar vergi ödediler.
* Demir ticareti yapan şirketler 1 milyar 395 milyon TL vergi ile 2002'yi kapadılar.
* Büyük kısmı ihracata dönük iş yapan konfeksiyon toptancıları, ücretlilerin yüzde 40'ı dolayında vergi ödeyecek kazanç beyan ettiler.
* Deri ticareti ile uğraşan şirketler, ortalama bir ücretlinin ödediğinin yüzde 37'si kadar vergi ödedi.
* Şirket olarak faaliyet gösteren doktorlar ayda 50 milyon TL , yani bir muayene ücreti kadar vergi ödediler.
* İnşaat şirketleri ücretlilerin yüzde 25'i, yani dörtte biri kadarn vergi ödediler .
* Gelir vergisi mükellefi olan serbest meslek sahipleri, yani doktorlar, avukatlar, kuyumcular, müteahhitler, diş hekimleri ortalama 2002 yılında 667 milyon TL vergi ödediler. Bu, ücretlilerin ödediğinin yüzde 30'u demek.
* Mimar -mühendisler, bir ücretlinin yüzde 38'i kadar vergi öderken, avukatların vergisi ücretlinin yarısı kadar gerçekleşti.
Vergi yükünü ücretlinin sırtına yıkma kolaycılığına göz yuman iktidarlar, hem istihdamın artmasını önlüyor hem de kayıt dışı istihdama göz yummakla sağlıklı bir gelir politikasından ülkeyi mahrum ediyorlar.
Yapılması gereken şey, asgari ücret kadar ücreti vergi dışı bırakmak, böylece istihdamın, büyümenin, kalıcı ve istikrarlı ihracatın önünü açmaktır.
Buradan uğranılacak vergi kaybını ise, ücretlinin yarısı kadar vergi ödemeyen kesimlerin üstüne giderek sağlamaktır. Hem kalıcı ve istikrarlı bir büyüme, ihracata dönük büyümenin hem de daha gerilimsiz ve adil, daha sosyal, bu anlamda da AB ile entegrasyona daha yatkın bir toplumsal yapıya ulaşmanın yolu buradan geçiyor.
Biraz meşakkatli ama doğru olan yol, devletin vergi ve harcama politikaları ile yeni düzenlemelere gitmesi, ihracatçıya rekabet gücünü vergiden gelen kaynaklarla sağlamasıdır. Bunun araçlarının neler olacağı ayrı bir yazı konusudur.
İşgücüne aşırı abanmak bugün için kolay ve meşakkatsiz görünebilir ama duvara sıkıştırılan kedinin ne yapacağı bilinmez...(MS/NM)