Açıklamada raporun hazırlanma gerekçesi şöyle özetleniyor: TÜSİAD Türkiyenin AB tam üyeliği için müzakerelere başlamasının ön şartı olan Kopenhag Siyasi Kriterlerini tamamlama yolundaki gelişmelerini tespit eden ve 2004 yılı sonunda AB Zirvesinde Türkiye hakkında verilecek karara esas teşkil edecek İlerleme Raporlarındaki tespitler ve yapılması gerekenler, yargı reformu konusunda ağırlık kazanmaktadır. Avrupa Komisyonunun İlerleme Raporlarında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uyum konusuna dikkat çekilmektedir. Bu önerilerin dikkate alınması, yalnız AB mevzuatına uyum değil, Avrupanın temel beklentisi olan yasaların uygulanması sorununa da çözüm olacaktır.
Rapor, adil yargılanma ilkesinin unsurları çerçevesinde 7 bölümden oluşuyor:
"Mahkemeye Başvurma Hakkı"
"Yasayla Kurulmuş Bağımsız ve Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkı"
"Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı"
"Aleniyet İlkesi"
"Makul Sürede Yargılanma Hakkı"
"Masumiyet Karinesi"
"Sanığın Asgari Hakları"
Rapordaki bölümler ile ilgili özet açıklamalar da şöyle:
"Mahkemeye başvurma hakkı", hukukun temel prensibidir. Kişinin hak aramasını sağlayacak tedbirlerin alınması ve bu yolu tıkayan engellerin kaldırılması ve hak aramak için mahkeme önüne gidebilme olanağının gerçekten, fiilen ve etkili bir biçimde mevcut olması gerekmektedir. Ancak bu hak, mutlak bir hak değildir. Bu konuda küçüklere, akıl hastalığı veya zayıflığı olanlara, hükümlülere, müflislere yönelik doğrudan sınırlamalar olabileceği gibi, avukatla görüşme hakkının tanınmaması, adli yardım verilmemesi ve dava açma süresinin kısa tutulması gibi dolaylı sınırlamalar da yer alabilir. Mahkemenin yargı yetkisine yönelik sınırlamalar ise tam bir yargı yetkisinin bulunmaması, idarenin bazı işlem ve eylemlerinin yargı denetimi dışında tutulması, dokunulmazlık ve muafiyetler tanınması halinde karşımıza çıkmaktadır. Türk hukukunda önemi gittikçe artan, hukuk güvenliği ve yargı kararlarının uygulanmaması ile hukuk düzeninde istikrar ve hukuk güvenliğinin sürekliliğinin sağlanması konuları yine bu başlık altında ele alınmıştır.
Yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı , yasa yoluyla kurulmuş bir mahkemenin dava konusunu kesin karara bağlama yetkisini içerir. Bu anlamda, bir mahkemenin verdiği kararın yerine getirilip getirilmeyeceğine başka bir yetkili merci karar veriyorsa, uyuşmazlığı veya suç isnadını karara bağlayan bir mahkemeden söz edilemez. Bağımsız ve tarafsız mahkeme, yargıçların bağımsızlığı ve tarafsızlığı kavramını da kapsamaktadır. Yargıcın bağımsız olması, hakimin yargılama yaparken yan tutmaması, taraflara karşı nesnel olması ve kişiliğinden sıyrılabilmesi demek iken, yargıcın tarafsız olması, davanın çözümünü etkileyecek bir önyargı ve menfaatin olmaması, özellikle mahkemenin veya üyelerinden bazılarının taraflara karşı, onların leh ve aleyhinde bir duygu veya çıkara sahip olmaması anlamına gelir. Bu çerçevede, yargıçların atanma biçimleri konusunun düzenlenmesi, görev sürelerinin belirlenmesi ve belli sürelerden önce görevden alınamamaları ve bunun yanı sıra mahkeme üyelerine idare tarafından talimat ve emir verilememesi yoluyla dış müdahalelerden korunmaları bağımsızlık ve tarafsızlık anlamında bir güvencedir.
Hakkaniyete uygun yargılamanın gerçekleşmesi için, bir yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, davanın taraflarının savunma haklarını yeterince ve tam olarak kullanmalarına olanak tanıyacak biçimde düzenlenmiş olması gereklidir. Hakkaniyete uygun yargılamanın unsurlarından "silahların eşitliği ilkesi", mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar arasında bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında korunması anlamına gelmektedir. Taraflar arasındaki eşitlik silahların eşitliği ile kalmayıp, delil sunulması, tanık dinlenmesi, bilirkişi dinlenmesi, bilgi ve belgelere ulaşmada eşit imkanlar tanınması konularında da eşit olmayı gerektirir.
Hakkaniyetin gerçekleşmesi açısından önem taşıyan "çelişmeli yargılama ilkesi", dava sırasında mahkemenin kararını etkilemek amacıyla sunulan delil, mütalaa ve görüşlerin her biri hakkında bilgi sahibi olma ve bunlar hakkında yorum yapma imkanının taraflara tanınması anlamına gelip, mahkemeye sunulan mütalaaların yanı sıra delillerin de davanın taraflarının bilgisine sunulmasını ve yorum yapma imkanının sağlanmasını içermektedir. Bu anlamda delillerin duruşmada sunuluşu ve tartışılması aşamasında, son duruşmada savunma ve iddia makamı yazılı delillerin okunmasından ve sunulmasından feragat etme konusunda anlaşsalar dahi, bu anlaşmanın tartışmaya yer vermeyecek bir biçimde yapılmış olması gerekir. İşkence, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele ile elde edilen ifadeler her durumda hakkaniyet ilkesini zedeliyorken, özel yaşamın gizliliği ihlal edilerek elde edilen deliller davanın şartlarına göre değerlendirilmektedir. Hakkaniyetin en önemli unsurlarından biri ise kararın gerekçeli olmasıdır. Bu durum, gerek daha sonra kanun yoluna başvurmak, gerekse hakkaniyete uygun bir görüntü sunmak açısından, davanın taraflarının menfaatini ilgilendirdiği kadar, demokratik bir toplumda kamunun menfaatini de ilgilendirmekte, mahkemelere güveni sağlamaktadır.
Aleniyet ilkesi , yargılama sırasında duruşma yapılmasını gerektirmektedir ve bu duruşmanın, istisnai haller dışında, kamuya ve basına açık olması gerekmektedir. Sadece yargılamanın değil, yargı kararlarının da aleni olması gereklidir. Aleni yargılanma hakkından, kişinin kendi açık talebi ile veya zımnen vazgeçebilmesi mümkündür. Feragatın zımni olduğu hallerde bunun, hiçbir tereddüde yer vermeyecek kadar belirgin olması ve aynı zamanda kamu yararına ters düşmemesi gerekir.
Makul sürede yargılanmaya ilişkin olarak, tutuklulukta makul süre değerlendirilmesinde göz önünde tutulacak zaman diliminin başlangıcı fiilen tutuklama anı, sonu da sanığın fiilen serbest bırakıldığı veya yargılama sırasında tutukluluk devam etmişse, ilk derece mahkemesinin mahkumiyet kararının tebliği veya tefhimi tarihidir. Tutuklamaya ilişkin kararların muhakkak gerekçeli olması ve matbu gerekçelerin kullanılmaması gerekmektedir. AİHS organları, tutukluluğun devamına karar verilirken sanığın kaçma tehlikesi, delilleri karartma veya yok etme, tanıklara baskı yapma, başka bir suç işleme tehlikeleri gibi, kamu menfaatine hizmet eden nedenlerin de varlığını aramaktadır. AİHM neredeyse her zaman, sekiz yıl ve üzerindeki yargılama sürelerini AİHS'nin adil yargılanmayı düzenleyen 6. maddesine aykırı bulmuştur. Fakat bu durum, daha kısa sürede sonuçlanan davaların, mutlaka Sözleşmeye uygun olacağı anlamına gelmemektedir. Her olayın kendine özgü farklılıkları olduğu için, yargılama süresinin makul olup olmadığı hususu, davanın özellikleri çerçevesinde değerlendirilmektedir.
Medeni hak davalarında dikkate alınan süre, medeni hak veya yükümlülüğe ilişkin uyuşmazlığı karara bağlayacak mahkeme prosedürünün işletilmesi ile başlamaktadır. Yargılamanın sona erme tarihi, son yargı organının karar verdiği veya kanun yolunu kullanmak için öngörülen sürenin sona erdiği tarihtir. Olayın ceza yargıcı önüne götürülmesinden çok önce, polis veya savcılık soruşturmasına başlandığı tarihte veya yetkili makam tarafından, kişinin suç işlediğine dair iddianın resmi bildirimi ile işlemeye başlayan ceza yargılamasının sona erdiği tarih ise, suç isnadının veya verilen cezanın kesinleştiği tarihtir. Davanın karmaşıklığı, başvurucunun ve yetkili makamların tutumu, yetkili makamların kusuru ve ihmali sürenin makul olup olmadığında göz önünde tutulan kriterlerdir.
Masumiyet karinesi , kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır savına dayanır. Kanıt yükü iddia makamının üzerindedir ve herhangi bir şüphe halinden sanık yararlanır. Diğer yandan, sanığı savunmasını hazırlayabilmesi ve sunabilmesi için kendisine karşı yürütülen davadan haberdar etme ve suçluluğu kanıtlamak için yeterli derecede kanıt gösterme görevi de, yine iddia makamına düşmektedir. Ayrıca masumiyet karinesi, her ne kadar, medeni yargılama alanında ortaya çıkan bir ilke olarak görülmese de, bir kişinin halihazırda görülen bir ceza davasına konu olan suçu işlediğine dair hukuk mahkemesinin beyanda bulunması, masumiyet karinesine aykırı olarak kabul edilir. Çünkü, hukuk mahkemesi, ceza mahkemesinin, cezai sorumluluk alanında vermiş olduğu kararla bağlıdır.
Sanığın asgari hakları çerçevesinde, kendisine bir suç isnat edilen kimse, anladığı dilde ve detaylı olarak kendisine yöneltilen suçlamanın nedenleri ve niteliği hakkında en kısa zamanda bilgilendirilme hakkına sahiptir. Sanığa gerekli zaman ve yeterli kolaylıklar tanınmalı, sanığın kendi kendini savunması veya kendi seçeceği bir müdafiin veya gereğinde mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın yardımından yararlanması sağlanmalı, kendi kendini savunması veya savunmada bir müdafiin yardımından yararlanması temin edilmeli, sanığa ücretsiz olarak tercüman sağlanması ve iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek ve tanıkların dinlenmesinde hak eşitliği bulunmalıdır.(EK)