"Almanca yazan Türk gazeteciler kuşağının önde gelen isimlerinden" olan Erzeren, Körber Vakfı'nın "Türk-Alman Diyaloğu" projesi kapsamında yayınlanan kitabıyla, bir yandan insanlara dışarıdan dayatılan "kollektif kimlik"lerin yetersizliğini ve gereksizliğini kanıtlamaya çalışırken, diğer yandan da farklı insanları "anlamak ve anlaşılır kılmayı" hedefliyor.
"Alanya'ya yerleşmiş olan Almanları" anlatarak başladığı kitabında Türkiye ve Almanya'dan 20'e yakın farklı kişiyi, daha doğrusu kişiliği "kendi ağzından konuşturan" Erzeren, ayrımcılık ve önyargıların hem Türkiye, hem de Almanya'da ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.
Erzeren'in "yabancı, engelli, dindar, Kürt, eşcinsel, şişman, yaşlı ve farklı" olmak ara başlıkları altında konuşturduğu kişilikler, bilimsel bir araştırmaya ve sınıflamaya bağlı olarak değil, onun hem Türkiye, hem de Almanya'daki uzun gazetecilik döneminde kurduğu kişisel ya da mesleki ilişkileri sayesinde buluştuğu - tanıştığı kişilerden oluşuyor.
Yazar, kitabının amacının bilimsel bir Türkiye-Almanya karşılaştırması olmadığını vurguluyor. Ancak, kitap "bilimsel olmasa da", iki ülkeden insanlarının ve iki ülkenin karşılaştırıldığı bir eser olarak da okunabilir. Erzeren de bunu yapmayı hak eden az sayıda gözlemci-yazarlardan. İpuçlarını onun biyografisinden bulmak mümkün:
Uzun süre Tageszeitung (Almanya) ve Zürcher Wochenzeitung'un Türkiye Temsilciliği'ni yapan, şimdilerde yazar-serbest gazeteci olarak İstanbul ve Berlin'de yaşayan Erzeren, Almanya'da Tageszeitung'la ortak yürütülen Türkçe-Almanca haftalık gazete "Perşembe" projesini de uzun bir süre yöneten gazeteciydi.
Azınlıkların azınlıklar içinde dışlanması
Kitapta yer alan kişiler, kendilerini anlatırken, hem Almanya'da, hem de Türkiye'de insanlara dışarıdan dayatılan kimliklerin neden olduğu çıkmazları gösterip, azınlıkların, azınlıklar içinde de dışlanıp, ayrımcılığa uğradığını gösterirken, aslında kendi dünyalarının ayrıntılarının başkaları için de bir zenginlik olduğunu sergiliyorlar.
Örneğin, Müslüman olmuş ve eğer evlenirse "dini bütün" bir Müslüman kızıyla evlenmeye niyetli 2.08 m.'lik "dev" Alman Thomas'ın (Omar) ya da İzmir'de yaşayan, kökleri Yunanistan, Avusturya-Macaristan ve İtalya'ya uzanan Levanten Maria'nın öyküleri, Türkiye ve Almanya'daki dinsel azınlıkların, çoğunluğun hiç de farkında olmadığı yaşamlarından renkli kesitler sunuyor ve bu arada okuyanları kendi kendini sorgulamaya, "özeleştiriye" zorluyor.
Gittiği diskoda yakınlaştığı bir Alman lezbiyenin, kendisinin Türk kökenli olduğunu öğrendiğinde yaşadığı şoku unutamayan Berlin'li lezbiyen Selcen'in ya da göç ettikleri İstanbul'da okul arkadaşlarına 7 kardeş olduklarını söylemeye, böylece Kürt ve kırsal kökenini açığa vurmaktan çekinen şarkıcı Nurcan'ın öyküleri, toplumları tanıma iddiasının hiç de kolay olmadığını ve ancak sabırlı, anlamaya hazır bir gözlemin ürünü olabileceğini gösteriyor.
Bireyin öne çıkması, bireylerin ezildiği bir dünyada önemli. Ancak, kitap "ağaçlara bakarken, ormanı unutma" tehlikesine karşı da gerekli önlemleri almış. Her bölüm, ele alınan farklı özellikteki yaşama ait Türkiye ve Almanya'daki istatistiklerle zenginleştirilmiş, güncel - genel bilgilerle noktalanıyor.
Kollektif kimlik arayışlarına karşı çıkılmalı
Berlin'de yayıncı tarafından düzenlenen toplantının ardından, Frankfurt'ta Avrupa Türk Gazeteciler Birliği'nin (ATGB) gerçekleştirdiği "sohbet" toplantısına katılan Erzeren, kitapla ilgili soruları yanıtlarken, diğer taraftan da Almanya ve Türkiye'deki güncel gelişmelerden örneklerle insanlara "kollektif kimlik" dayatmalarını örnekleriyle ele alıp, buna karşı çıkılması çağrısında bulunurken, bu durumun sosyal gerilim ve çatışmaları beslediğine işaret etti.
Girişte de değinildiği gibi Erzeren'in, Frankfurt'ta büyük kısmı Türkçe ve Almanca yayın yapan yayın kuruluşlarında çalışan gazetecilerden oluşan dinleyicileriyle kitabını tartışması, Almanya'da da bu konunun yoğun olarak gündemde olduğu bir döneme denk geldi. Son günlerde Almanya'nın gündemini belirleyen "yabancılar, göç, entegrasyon, İslamcı terör, Türkler, Müslümanlar, Türkiye'nin AB'ye üyeliği"yle ilgili tartışmalarda, bu ülkede yaşayan Türkiye kökenli göçmenlere ya da Müslümanlara yönelik "toptancı bakış"ın yeniden baskın olduğu ortamda Erzeren'in kitabı önemliydi. Aslında bireyi öne çıkaran, kollektif kimlik dayatmalarının yetersizliğini gösteren ilk kitap bu değildi. Ancak, "Hollanda histerisi", bu alanda yıllardır gerçekleştirilen çalışmaları sanki bir anda geçersiz kılmış, sağlıklı tartışma açısından kazanılan kaleler sanki birer birer düşmüş gibiydi.
İşte tam bu dönemde Erzeren'in özenli bir gazetecilik ürünü olan kitabı gündeme gelmişti. Bu çalışma, tüm Türkiye ya da Müslüman kökenli göçmenleri toplum için bir "güvenlik riski" olarak gösteren medya ve politika dünyasına karşı zamanında yapılmış bir "uyarı" olarak önemli bir görevi yerine getiriyor.
Erzeren de bu nedenle, Frankfurt'taki toplantıda Almanya'daki gelişmelere ağırlık verdi. Alman toplumunun dini ve etnik farklılıkları kabullenmekte zorlandığına dikkat çekip, "Çünkü önce devlet 40 yıl boyunca Almanya'nın bir göç ülkesi olduğunu reddederek, bunu inkar etmişti. İnsanların kafasında da bu böyle" diyen yazar, "Sürekli kollektif kimlik arayışları var. Bunların karşısına çıkıp, 'Siz bilmiyorsunuz. Bu topluluk aslında sizin gördüğünüzden çok farklılıklar içeriyor' diyebilmelisiniz" çağrısında bulundu.
Bir soru üzerine "Toplum bazında farklı olarak yaşamanın Türkiye'de daha kolay" olduğunu belirten Erzeren, ancak devlet bazında bu durumun böyle olmadığını, özellikle de 12 Eylül'den sonra "tek tip, Müslüman, Sünni, Türk, devlete bağlı" kimlikler dayatması nedeniyle zorlukların yaşandığını, bu durumda son zamanlarla olumlu gelişmeler gözlendiğine dikkat çekip, "Türkiye'de cumhuriyetin kuruluşundan bu yana tek tip bir Türk kimliği oluşturulmaya çalışıldı. Ancak buna rağmen toplum kültürel farklılıkların nefes almasına olanak sağlıyordu" dedi.
Erzeren, Türkiye'de Siyasal Partiler Yasası Türkçe dışında bir dilde konuşmayı yasaklarken, bu konularda daha liberal görülen Almanya'da da bazı politikacıların kalkıp, yasayla camilerde vaazların Almanca yapılmasının sağlanması çağrılarını da iki ülke arasındaki benzer yanlara örnek olarak gösterdi.
Farklılık zenginliktir
Hamburg merkezli Körber Vakfı, 1992'den beri ciddi bir bütçeyle, geniş kapsamlı bir "Türk-Alman Diyaloğu Projesi" yürütüyor. Bir yandan Almanya'daki Türk-Alman ilişkileri, diğer yandan da Almanya-Türkiye ilişkilerini çeşitli yönleriyle ve çeşitli biçimlerdeki etkinliklerle geliştirmeye hedefleyen proje, bu süre içinde çok sayıda Almanca ya da Almanca - Türkçe kitap yayınlayarak, programlarını kalıcı hale getirdi.
Erzeren'in yeni kitabı da bu proje kapsamında yayınlandı. Frankfurt'taki toplantıya konuşmacı olarak katılan Körber Vakfı "Türk-Alman Diyaloğu Projesi" Temsilcisi Esther Karay da amaçlarının "bireyin farklılıklarının ciddiye alınıp, kabul görmesi" olduğunu, kitabın da topluma "farklılığın bir zenginlik" olduğu mesajını vererek, iki toplum ve iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunduğuna dikkat çekti. (GK/YS)