Birkaç beklenmedik gelişme dışında da adeta hiç gündemden düşmedi veya düşürülmedi. Bir de şöyle bir soru sorarak tartışmak mümkün:
"ABD Irak'ta PKK'ya neden dokunsun ki?"
ABD Irak'ı işgal etmeye karar verdiğinde, kafasında PKK'nın askeri kamplarının bulunduğu Kandil Dağını da kontrol etmek gibi bir fikri yoktu ve sonradan da böyle bir derdi olmadı.
Bu, Türkiye'nin adeta bölge asayişinden sorumlu bir misyon sahibiymiş gibi, ikide bir tek taraflı olarak ileri sürdüğü bir fikirdir. ABD'nin Irak'ta yeterince başı dertte; Irak'ta kimi/kimleri düşman ilan etmişse veya kim/kimler ABD'yi düşman ilan etmişse, onlarla savaşmakta..
Bir ABD operasyonunda sonuç, ABD açısından Türkiye'nin geçmişte yaptığı operasyonlardan daha başarılı da olmayacaktır. Türkiye, gerek bölgenin arazi yapısı özelliklerini, gerekse de kamp yerleşim alanlarını çok iyi bilmekteydi. Bunun yanında Türk askerleri PKK ile savaşta büyük bir deney ve birikime sahiptiler.
Askeri eğitimlerini neredeyse tamamen bu bölgede ve bu savaş üzerinde geliştirmişlerdi. Giriştiği bunca büyük çaplı askeri operasyona rağmen, kesin bir sonuç alamayan bir Türkiye orta yerde dururken, ABD'nin en azından bugün için kendisi açısından pek de acil bir sorun olarak algılamadığı bir sorunu öne çıkarması ve bir çözüme ulaştırması neden hemen beklenmeli ki?
PKK, ABD'nin Irak'taki egemenliği ve güvenliği için ciddi bir tehdit oluşturmadığı gibi henüz rahatsızlık duyacağı bir konumda da değil. Bu durumda ABD'nin başına yeni bir bela sarmak istemesi için bir neden yoktur.
Üstelik ABD'nin böylesi bir mücadeleyi başlatması halinde, PKK, artık İmralı Adası'ndan yönetilemez duruma geleceği gibi, bu gün başta Türkiye olmak üzere, örgütü kısmen kontrol altında tutan güçlerin/devletlerin de kontrollerini tamamen kaybetmelerine yol açılabilir. Yani görebildiğimiz kadarıyla ABD'nin Irak'ta PKK ile savaşmak gibi acil bir sorunu yok.
Irak Kürdistanı, İstikrarlı bir bölge
Diğer taraftan, ABD'nin PKK'yı bir terör örgütü ilan etmesine rağmen, PKK da, ABD karşıtı bir tutum almamakta ve herhangi bir aktif eylemde bulunmayı denememektedir.
Bu gibi davranışlara yol açacak söylemlerden kaçındığı gibi, zaman zaman da, hangi düzeyde olduğu tartışılmakla beraber ABD ile temas ve görüşmeleri olduğu da rivayet olarak basına yansıtılmaktadır.
PKK'nın ABD karşıtı silahlı "direnişlerde" bulunması halinde de, bu hareketlerinin karşı hedeflerinin oradaki yerli ve yerleşik Kürtler olacağını, oradaki güven ve istikrar ortamının sona ereceğini; bu mücadelenin ABD'den ziyade oradaki Kürtlerle bir savaş ve çatışma anlamına geleceğini biliyor olmalılar.
PKK, geçmişte Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) ve Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile bazen ayrı ayrı bazen de her ikisiyle aynı anda savaşa girişmiştir.
Bugün Türkiye'nin öncülük etmeye çalıştığı "Irak'a Komşu Devletler" adıyla oluşturulmak istenen sözüm ona anti-Kürt bir ittifak arayışı peşindeki bölge devletleriyle, Saddam diktasındaki Irak, kendileri ve devlet yönetimleri açısından bu çatışmalardan çıkar sağlıyorlardı.
Keza bu devletler, kendi Kürtleri üzerindeki kontrol ve egemenliklerini pekiştirmeye ve onların (Kürtlerin) beklentilerini karartmaya çalışıyorlardı. Oysa bugün orada çıkar sağlamak, asayişi temin etmek ve durumu tamamen kendi kontrolüne almak isteyen ABD gibi bir süper güç bulunuyor.
Ayrıca Irak Kürdistanı, bugün Irak devlet sınırları içindeki yegane istikrarlı bölgedir. PKK'ya karşı düzenlenebilecek askeri operasyonlar da ancak bu bölge üzerinden yürütülebilir.
Bu durumda operasyonların sadece PKK ile sınırlı kalmayacağı da kesindir. Irak'ta kümelenmiş bütün diğer Baasçı, El Kaideci, Hamasçı v.d.. terörist grupların bölgede barınmaları ve yeni eylem alanları kazanmaları için de fırsat oluşturabilir.
Bir İbret Belgesi
Türkiye PKK'yı gerçekten ve samimi olarak bitirmek istiyor mu? ABD, Türkiye'nin bu konudaki tutarsızlıklarını ve samimiyetsizliğini gayet iyi bilmektedir. Türkiye 2003 Mart'ından önce PKK'ya yönelik olarak, sıcak takip adı altında defalarca hudut ötesi büyük askeri operasyonlar yaptı.
Bu operasyonlarla PKK'yı yok edemedi veya etmek istemedi. Bu yok etme işini başarmak isteyen bir emekli generalin anılarında aslında çok önemli, ama ne yazık ki yeterince üzerinde durulmayan veya öne çıkarılmayan bir bölüme dikkat ettiğimizde, aslında Türkiye'nin PKK'yı bitirmek gibi bir derdinin de olmadığını çıkarabiliriz.
1994 sonlarında PKK'nin 5. Kongresinin yapılacağı istihbaratını alan Hakkari Dağ Komando Tugayı Komutanı General Osman Pamukoğlu, bir operasyon hazırlığı yapar ve kongrenin toplandığı haberini bekler. Bu arada 1995 Ocak ayı sonunda Genelkurmayda yapılan bir seminere çağrılır ve bakın nelerle karşılaşır:
".......-Anlamakta zorlanıyorum. PKK'nın 5. Kongresi Hakkari Tugay Komutanının meselesi değil ama böyle dolgun ve kıymetli bir hedefi bir daha ne zaman, nerede bulacaksınız? Nasıl haberimiz olmaz? Tepelerine inip hepsinin işini bitirmeliydik, dedim.
MİT Daire Başkanı:
"........-Bilgiler adres gruplarına gönderildi efendim, demekle yetindi......
Şaşırmıştım........."
"......- PKK'nin 5. Kongresi Şırnak ilinin 18- 20 km altında, Kuzey Irak'taki Haftanin kampında yapılmıştı....
....PKK'nın üst düzey yönetim ve grup liderlerinden 700 kişi toplanmıştı......... Haftanin'e gelişler 23 Kasım 1994'de başlamış; 26 Şubat 1995'de, en son grup ayrılmıştı.... MİT, 22 ayrı tarihte, 22 kez rapor edip Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı, MGK Genel Sekreterliği, Jandarma Genel Komutanlığı, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı,, Genelkurmay Harekat Merkezi'ne iki kere de Diyarbakır 2.Taktik Hava Kuvvetlerine bildirmişti............................
.... Hakkari'de yürüttüğümüz mücadele boyunca yaşadıklarımdan sonra, yeryüzünde insanlara ait hiçbir şey artık beni şaşırtamaz Yazık, çok yazık......"
(Osman Pamukoğlu, UNUTULANLAR DIŞINDA YENİ BİR ŞEY YOK, Harmoni Yayıncılık, Kasım 2003, s.282- 283 ve 335-336)
Türkiye Gerçekte ne istiyor?
Aslında Türkiye'nin istediği çok net: Türkiye, PKK'yı bahane ederek Irak Kürdistanı'nda ortaya çıkabilecek bir kargaşada kendisi de açık bir taraf olmak istiyor.
Yıllardır Irak'ın toprak bütünlüğünün Bağdat'taki mevcut diktatörlüğün korunabilmesi ile mümkün olabileceğini savunan Türkiye, bu statünün zora dayandığını ve esas olarak bir parçalanma nedeni olduğunu, Irak'ın bütünlüğünün ancak bugün oluşmakta olan bir otonomi ve federasyonla mümkün olabileceğini kabul etmek istemiyor.
Yakın bir geçmişe kadar mülteci statüsü bile vermeyip, sığınmacı olarak kamplarda tuttuğu insanların, bu gün özgür ve her bakımdan istikrarlı bir gelecekleri olmasını, kendi "geleneksel" politikalarıyla bağdaştıramıyor. Bölgede yerleşmek ve Araplarla fazla haşır neşir olmadan, becerebilirse ABD'yi de yanına alarak, Kürtlerin işinin bitirilmesine zemin hazırlamak istiyor.
Bu güne kadar bölge devletlerinin, ülkeleri için bir istikrarsızlık unsuru olarak değerlendirdikleri Kürtler, artık bir istikrar unsuru olarak ele alınmalıdırlar ve ABD'nin bölgedeki müttefikleri olarak görülmelidirler. ABD, artık bölge devletlerinin Kürtlerle ilgili geleneksel politikalarının değişmesini tavsiye etmekte ve istemektedir.
* Ümit Fırat'ın yazısı Radikal İki'de16 Ocak 2005'de yayımlandı.