Brennan Cusack’ın New York Times gazetesinde 8 Temmuz 2019'da yayımlanan "Turkey’s Crackdown on Academics Represses History Once Again" yazısını yayınlıyoruz:
Türkiyeli akademisyen Ayşe Gül Altınay, yirmi yıldan bu yana yazdıkları ve araştırmalarıyla şiddetin ülkesi üzerindeki etkisine dair kapsamlı analizler yapıyor. Çalışmaları, çatışmanın nesiller boyunca nasıl aktarıldığını daha iyi anlamamızı sağladı ve bu döngünün nasıl kırılacağına dair ayrıntılı bir çıkış planı inşa edilebileceğine dair bir başlangıç noktası sundu.
Ancak geçen Mayıs ayında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümeti bir antropoloji profesörü ve Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi direktörü olan Altınay’ı 25 aylık hapis cezasına mahkum etti. Suçu neydi? “Kürt militanlarla 30 yıldır süren çatışmaya barışçıl bir çözüm öneren 2016 tarihli bir imza metnine imza atarak terörist gruba yardım etmek…” Metni imzalayan 2000’den fazla imzacıdan 700’e yakını mahkemelerde yargılandı ve 450’den fazlası kanun hükmünde kararnameler veya bizzat çalıştıkları üniversitelerin kararı sonucu görevlerinden azledildiler.
Akademisyenlerin çalışmaları kritik öneme sahipti
“Barış İçin Akademisyenler”, Türkiye hükümetinin akademik kurumları tasfiyesi dahilinde susturulan binlerce akademisyenden sadece bir kısmı. 2016 yılında Erdoğan’a karşı yapılmış başarısız darbe girişimini izleyen dönemde gelen bu baskı, tam da ülkenin sancılı geçmişiyle yüzleşmeye başladığı bir dönüm noktasında önemli bir boşluk yarattı. Akademisyenlerin, insan hakları ve anlayışı teşvik eden bütünlüklü bir tarih anlayışı sunan çalışmaları bu süreç için kritik öneme sahipti. Sürmekte olan baskı, gelecek nesillere yalnızca geçmiş travmanın üstesinden gelmek için değil çatışmanın devam etmemesi için de gereken hayati bilgilere mal olacak.
1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlılar’ın Ermenileri sınır dışı etmesi ve toplu katletmesi ile ülkedeki Kürt vatandaşlar üzerinde on yıllardır süren baskı, Türkiye tarihine dair en kutuplaştırıcı meselelerden ikisi olageldi. 2013 tarihli bir makalesinde Altınay’ın yazdığı gibi, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, inşa edilen yeni ulus, öldürülen tahmini 1.5 milyon Ermeni ve sayısı bilinmeyen hayatta kalmış ancak Müslümanlaştırılmış Ermeni kadın ve çocuklar konusunda ulusal bir “unutuş” yaşadı. Neredeyse yüzyıl boyunca, artık Ermeni soykırımı olarak bilinen olgu, büyük ölçüde devletin Türklüğü için bir tehdit olarak kabul edildi ve Türkiye’de riskli bir konu olarak kaldı.
Ancak 2000’li yıllarda Türkiyeli akademisyenler bu riskli konulara meydan okumaya başladı. Militarizmin etkileri, dini, mezhepsel ve etnik dışlamalar, toplumsal cinsiyet politikası, ve nihayetinde Ermeni soykırımı akademik araştırmaların ve toplumsal tartışmanın konusu oldu. Bu değişiklikte etkili olan neydi? İronik şekilde, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara yükselişiydi.
2002 yılında göreve başladıktan sonra Erdoğan’ın AKP’si Avrupa Birliği’ne katılma sürecini hızlandırmak için bir dizi ilerici reform başlattı. Akademi üzerindeki baskı hafifçe gevşedi ve tarihçiler ilgi duydukları konuları çalışabilmek için daha özgür kaldılar. 1980 darbesinden sonra neredeyse on yıl yasaklanan Kürtçe’nin özel okullarda öğretilmesini ve medyada Kürtçe yayın yapılmasını sağlamak için yasalar değiştirildi. AB’ye katılım müzakerelerinin de başladığı 2005 yılında, 1915’teki olaylar üzerine İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yapılan çığır açıcı bir konferansla akademisyenler tarafından Ermeni Soykırımı konusunda kamusal bir tartışma başlatıldı.
Konferansın ardından aralarında Ayşegül Altınay ve Fethiye Çetin’in “Torunlar”[1] kitabının da olduğu, Ermeni soykırımının hayatta kalanları ile ilgili yirmiye yakın kitap basıldı. Türkiye’nin “unutulmuş Ermenileri”nin torunları ve torunlarının çocuklarına ait bir tanıklıklar derlemesi olan bu kitap, milliyetçi bilince bir meydan okuma niteliğindeydi. Bastırılmış anlatılar popüler kültüre karıştıkça, Altınay da aradaki sessizlik on yıllarını çözümlemeye girişti.
Tarihte boşluklar nasıl oluşur? Altınay, önde gelen Haitili yazar ve antropolog Michel-Rolph Trouillot'un “Geçmişi Susturmak: Tarihin Üretilmesi ve İktidar”[2] adlı kitabında tanımlanan dört kritik ana işaret ediyor: Olguları yaratma anı (kaynakların oluşturulması), olguların toplanması anı (arşivlerin oluşumu), olguların arşivlerden alınıp kullanıldığı an (anlatıların oluşturulması) ve olguların geriye dönük anlamlandırılması anı (son tahlilde tarihin oluşturulması). Akademisyenler, bu adımların her birinde, birincil kaynakları kaydetmekten anlatıları tarihsel bağlama yerleştirmeye kadar, çok önemlidir. Onlar olmadan, bu süreç eksik kalır.
Erdoğan’ın kendisi de bunun farkında gözüküyordu. Altı yıl evvel, ülkenin Kürdistan İşçi Partisi yani PKK ile barış görüşmelerine en yakın olduğu anda, 40.000 can kaybına neden olan otuz yıllık acı çatışma sürecinden sonlandıracak süreci kolaylaştırmak için önde gelen akademisyenleri çağırdı ve bir “akil insanlar” komitesi kurdu. Seçkin akademisyenler, aydınlar ve sanatçılardan oluşan 63 kişilik bir grup oldukça kutuplaşmış bir milleti barışın yalnızca önemli değil aynı zamanda mümkün olduğuna ikna etmek için şehirleri dolaştı, toplantılar düzenledi.
Fakat o zamandan beri, erken Cumhuriyet döneminin ulus devlet inşası anlayışını 2002’nin çoğulcu vaadine yeğleyen bir yönetim anlayışı da ortaya çıktı. Avrupa Birliği’nin tereddüdü ilerici bir politika izlemek için çok az imkan bırakmıştı. 2013 yılında, Erdoğan’ın 10 yıllık giderek artan otoriter yönetimine karşı barışçıl protestolar ortaya çıktı ve hükümet buna şiddetli bir baskıyla yanıt verdi. PKK ile barış görüşmeleri 2015 yılında resmen durdu.
Ardından 2016’daki başarısız darbe girişimi geldi. Ermeni ve Kürt meseleleri gibi hassas konulardaki akademik savunuculuk, hızla bir sosyal ilerleme meselesi olmaktan çıkıp neredeyse hainlikle eş tutuldu. Türkiye hükümeti 5.800’den fazla akademisyenin işine son verdi ve yüzden fazla üniversiteyi kapattı. Bu işten çıkarma dalgalardan biri, Ankara Üniversitesi’nin hukuk ve siyaset bilimi bölümlerini neredeyse tamamen tahrip etti.
Görevden alınan akademisyenlerin yüzlercesi güvende olabilmek için yurtdışına çıktı, ancak sözlerinin aile üyelerine ve meslektaşlarına karşı kullanılmasından çekinerek büyük ölçüde sessizleştiler. Pek çoğu Türkiye sınırları içerisinde kaldı ancak ne çalışabiliyor ne de pasaportlarına el konulduğu için yurtdışına çıkabiliyorlar. Aralarından bazıları blogger, sahaf, restoran sahibi, danışman ya da organik tarım yapan çiftçi oldular. İnsan Hakları İzleme Örgütü, asılsız terörizm suçlamaları ve diğer hak ihlalleri ile ilgili uyarıda bulundu ama bu, gidişatı pek de değiştirmedi. Halihazırda çalışan akademisyenler de bir arafa düşme tehdidinde hissediyor ve oto-sansür uyguluyor.
Sessizlik, hiçbir yerde Türkiye’nin Kürt bölgesindeki kadar derin değil. 2015 yılında başlayan operasyonlarla birlikte, Türkiye hükümeti birçok kültürel alanı, çok dilli kursları ve İstanbul’daki Kürt Enstitüsü gibi uzun yıllardır faaliyette olan sivil toplum örgütlerini kapattı. Tüm bunların etkileri, akademideki korku iklimi nedeniyle yeterince belgelenmeden kalmaya devam ediyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün yaptığı röportajlar, üniversite etik kurullarının dayatmaları ve kıdemli akademisyenlerin öğrenci tezlerine danışmanlık vermeyi reddetmesi gibi sebeplerle Kürt meselesine ilişkin araştırmaların sekteye uğradığını ortaya koyuyor.
Bu bahar, Barış için Akademisyenler yargılamalarının 200’e yakını sona erdi. Hepsi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezalarıyla sonuçlandı. Çoğu ertelendi ama aralarında Altınay’ın da bulunduğu 30 kadarı, bunlardan değil.
Mayıs ayında önde gelen bir akademisyen, tarihçi ve aktivist olan Profesör Füsun Üstel hapse giren ilk imzacı oldu. O parmaklıklar ardına koyulurken, Erdoğan ve AKP yenilenen İstanbul seçimlerinde oy kazanabilmek için Kürt meselesine dair kutuplaştırıcı söylemlerini yeniden yumuşatıyordu. Ancak taktik işe yaramadı. AKP Haziran’daki seçimleri kaybetti ve 25 yıldır yönettiği Türkiye’nin en büyük şehrini muhalefet partisine devretti. Öyle görünüyor ki, hükümetin tarih üzerindeki zaptında bir çatlak oluşmaya başladı. (BC/KÇ/DB)