Geçenlerde, Afrika kıtasının en küçük ülkelerinden Gambia'ya gönderilmiştim görevle. O kadar küçük o kadar küçük ki, tüm ülkede yalnızca tek bir trafik ışığı var!
Vize derdi...
Ama istediği kadar küçük ya da büyük olsun, Afrika ülkesi olsun olmasın, trafiği düzenli olsun olmasın, Gambia'dan vize almak başlı başına bir serüvendi. Her yolu denedim, başvuru formlarını doldurdum, Gambia Başkonsolosluğunu aradım, yeni fotoğraf çektirdim, sayfa sayfa resmi görev yazıları hazırlattım ama istedikleri şeyler bir türlü bitmiyordu. Yoksa Fransız vatandaşlarından mı hoşlanmıyorlardı? Bir Fransız'a vize verme işini niye bunca yokuşa sürüyorlardı? Bürokratik engeller, aşılmaz görünüyordu.
Bu gibi durumlarda, gazeteci olmak da pek avantajlı bir durum değil. Gazetecilik mesleğinden hoşlanmayan pek çok ülke biliyorum. Neyse ki pasaportlarda mesleğimin gazeteci olduğu yazılı değil ve ben bu belirsizliği yüzde yüz destekliyorum.
Ama basın mensubu olmanın yararları da yok değil. Dünyayı daha iyi tanıyoruz, olan bitenleri daha yakından izliyoruz, bu arada çıkan söylentilerin ne derece doğru olduğunu soruşturmadan geri kalmıyoruz. Son yirmi yıldır Afrika kıtasındaki gelişmeleri günü gününe izlediğimden, kendimi adeta bir uzman sayıyordum Afrika konularında. Ama gelin görün ki, Gambia, pek ilgimi çekmemişti birkaç hafta öncesine dek.
Gambia hakkında bildiklerim de pek azdı. On küsur yıl önce, henüz otuzuna bile gelmemiş genç bir teğmenin giriştiği askeri darbeden ve ülkenin, Senegal topraklarının içine sıkışıp kalmış olduğundan başka pek bir bilgim yoktu Gambia hakkında.
Bir de bir ara, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanıdığı söylentilerini ve Kıbrıslı Türk siyasetçilerin Gambia'yı ziyaret ettiklerini hatırlıyordum. Bu söylentiler daha sonra yalanlanmıştı ama yalanlanmayan bir gerçek, Gambia'nın başkenti Banjul ile Ankara arasında yakın ilişkiler kurulmuş olduğuydu...
T. C. pasaportunun ayrıcalıkları
Yoksa bu yakın ilişki, benim sorunuma çözüm mü olacaktı? Sonunda, Fransız pasaportum yerine, Türk pasaportumla vizesiz gidebilecek miydim Gambia'ya? Türk vatandaşlarının vizesiz seyahat edebilecekleri ülkeler listesini defalarca kontrol ettim.
Emin olmak için Gambia Büyükelçiliğine bir kez daha telefon ettim. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı'nın internet sitesinden bir kez daha araştırdım. Ay yıldız kapaklı pasaportum, birden Gambia'da tüm kapıları açıyordu.
Kendimi başka biri gibi hissediyordum. Türk pasaportumu ilk kez Türkiye ve Kuzey Kıbrıs dışında kullanıyordum. Sanki insanlar bana daha farklı bakıyormuş gibime geliyordu. Türkiye'yi yanımda taşıyor gibiydim. Gambia ve Türkiye arasındaki ilişkilere rağmen, ben, Atlas Okyanusunda birkaç kilometrelik sahili bulunan ve güneş, deniz ve eğlence için Gambia'ya akın eden, çoğunluğu kadın, Batı Avrupalı turistlerden daha fazla ilgi çekiyordum.
Sınır kapılarında, otellerde, polis karakollarında veya askeri kontrol noktalarında, ne zaman pasaportumu göstersem, Türkiye Cumhuriyeti kimliğimle büyük ilgi çekiyordum. Sanki, daha bir merakla, ilgiyle, alışılmamış biri gözüyle bakıyorlardı bana. Özel muamele görmek hoşuma gitmişti, kimin gitmez ki?
Ama gerçekten Türk olmadığım, Türk vatandaşlığını evlilik nedeniyle elde ettiğim için, bir bakıma kendimi sahtekarlık yapıyormuş gibi hissediyordum. Ama bir yandan da, hayatında ilk kez bir Türk'le karşılaşmanın heyecanını yaşayanları düş kırıklığına uğratmak istemiyordum. Hayır, yalan söylemiyordum, sadece benim Türk kimliğimle karşılaşanların düşlerini yıkmıyordum, o kadar...
Galatasaraylı bakkal
Gambia'da kaldığım iki haftaya Türk olmakla, Türkiye'yle bağlantılı birçok simge egemen oldu.
Havaalanından otele geldiğim gün, ki tek trafik ışığından sonra bir kilometre kadar bir yoldu bu, yol kenarındaki dev tabela büyük hayrete düşürdü beni. "Türk Jandarma Eğitim Merkezi" kelimeleri okunan tabelada, bir Türk bayrağı resmedilmişti ve Atatürk'ün en ünlü sözü yazılıydı: "Yurtta sulh, cihanda sulh".
Ben, Gambialı radyo yapımcılarını eğitmek üzere buradaydım; sonradan edinmiş olduğum vatandaşlık sayesinde, aynı pasaportu paylaştığım Türk askerleriyse Gambia jandarma güçlerini eğitmek üzere buradaydılar. Belki de Gambialılar hakkında görüş alış verişinde bulunabilirdik. Ama ne yazık ki fırsat bulamadım.
Ramazan Bayramı yaklaşıyordu, bu vesileyle gidip tanışırım, gurbette yeni dostlar edinirim diye düşündüm. Ama Bayram günü, tahmin edilebileceği gibi eğitim merkezi tümden kapalıydı. Ne yapalım, bir dahaki sefere...
Bir sürprizi bir başkası izliyordu. Hem de hiç beklemediğim anlarda! Başkent Banjul'dan ülkenin en hareketli kenti Serekunda'ya giderken, Gambia rüzgarında gururla dalgalanan bir Türk bayrağı ve altında bir tabela: Bu defa, "Türk Kalkınma Bankası" çıkmıştı karşıma.
Gambia'nın ötesi beresi Türk simgeleriyle doluydu. Önce jandarma eğitim merkezinin, sonra kalkınma bankasının şokunu atlatamamışken, yol kenarında parlak kırmızı ve sarı renklere boyalı, derme çatma bir dükkan çıktı karşıma. Düpedüz bir bakkaldı bu ve doğru tahmin ettiniz: Üzerinde kocaman bir 'Galatasaray' yazısı vardı!
Gambia yollarında siyah-beyaza veya sarı-laciverte boyalı dükkanlar da aradım daha sonraki günlerde ama, ne yazık ki bulamadım.
Yabancı diyarlarda tanıdık ilanlar, simgeler bulmak, her zaman için, hoş bir deneyim oluyor. Galatasaraylı bakkal gibi Türkiye simgelerini Batı Afrika'ya taşıyan bu binaların fotoğraflarını çekmeden edemedim. Türklerin Gambia'da varlık gösterdikleri kuşku götürmüyordu artık...
Ama sürprizler Galatasaraylı bakkalla bitmiyordu. Gözüm, Batı Avrupalı turistleri taşıyan bir minibüsün camına iliştiğinde, fal taşı gibi açıldı. Şoför aracını güneşten korumak için bir karton kutuyu açmış ve ön pencereye yerleştirmişti. Kartonun üzerindeyse "Murat Domates Salçası" sözleri okunuyordu. Salçalar, ta Balıkesir'den gelmişti Gambia'ya.
Salçacı Murat beye helal olsun demekten başka söyleyecek sözüm kalmamıştı...