Birçok köşe yazarı ve televizyon program yapımcısı "Kıbrıs'ta aslında neler oluyor?" sorusuna yanıt bulmak için çaba sarfediyor.
Bu gelişmeleri "Türkiye'nin Kıbrıs uyanışı" olarak nitelemek mümkün.
Cümleyi tersinden okursak, "Türkiye Kıbrıs konusunda uyuyordu" sonucuna ulaşabiliriz.
Türkiye Uyuyordu
Aslında Türkiye insanının son dönemlerde işitmeye başladığı birçok "gerçek", Kıbrıs'ta özellikle solun yıllardır söyleye geldiklerinden farklı değil. Egemen medya, Kıbrıs'tan "resmi politika" dışında haber ve yoruma yer vermiyordu. Zaman zaman ortaya çıkan farklı, ama cılız sesler ise, -her ne hikmetse- bir süre sonra yok oluyordu. Belki de -ve muhtemelen- "iyi saatte olsunlar" devreye giriyordu.
Eğer bu "bilinçli" dezenformasyon, hatta karartma olmasaydı, Türkiye kamuoyu Mehmet Ali Birand'ın programında konuşan gençlerin sözlerini hayretle karşılamayacaktı.
"Kıbrıs" denilince milli duygularla hareket edilmemiş olsaydı, orada yaşayan bir "toplum" olduğunu, bu toplumun içinde farklı görüşe sahip kesimler bulunduğunu anlamak için 2001 yılının sonunu beklemeye gerek olmayacaktı.
Televole Haberleri
Şimdi Türkiye medyasını eleştirirken yiğidin hakkını da yememek lazım. Türkiye'de kumarhanelerin kapatılmasıyla birlikte, bu "sektör"ün gözdesi haline gelen KKTC'nden Türkiye kamuoyuna aktarılan Mehmet Ali Erbil'li, Seda Sayan'lı, bol mankenli "haber"leri atlayamayız.
Kıbrıs Türk toplumu bu konuda Televoleci yapımcılara minnettardır. KKTC'yi bir turizm cenneti, paranın su gibi oluk oluk aktığı, insanların vur patlasın-çal oynasın modunda yaşadığı bir ülke olarak tanıttıkları için...
Göç Furyası
Oysa Televole programlarında yansıtılanın aksine, Kuzey Kıbrıs'ta diz boyunu çoktan aşmış sorunlar var.
Bunların başında göç geliyor. Bazı ekonomistlerin "her adadan göç olur" yaklaşımı tartışılabilir. Ama bir toplumun yarısından fazlası ekmeğini başka topraklarda aramak zorunda kalmışsa, burada en az iki kez düşünülmesi lazım.
Şimdi istatistikî bilgi vermek gerek, ama -acıdır- KKTC'nin nüfusuyla ilgili çok net, şeffaf bilgiler kimsenin elinde yok. Bilinen tek rakam, bundan 3 yıl önce yapılan sayımda, KKTC'de 210 bin kişinin yaşadığı. Bu rakam içinde Kıbrıslıların ve Türkiye'den gelip adaya yerleşenlerin oranı ise tam bir sır...
Yurtdışında yaşayan Kıbrıslı Türklere gelince... Bu konuda da net bilgiler yok. Ancak İngiltere'de en az 100-120 bin kişinin yaşadığı tahmin ediliyor. Muhtemelen bir o kadar da Türkiye'de var. Avustralya ve Kanada gibi Kıbrıslı Türklerin yoğun olduğu ya da tek-tük bulunduğu diğer ülkeleri hesaba katmasak da olur. Zira ortaya çıkan sonuç zaten çok vahim...
Neden Göç Ediyorlar
Kıbrıslı Türklerin adadan göç etmesinde tarih akışı içinde en fazla rolü Kıbrıs'taki siyasi belirsizlik oynadı. 1950'lerden itibaren Rum korkusu birçok insanı adadan kaçmaya sevk etti.
Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit ve diğer bazı yetkililerin dediği gibi "Ada'ya 1974'ten sonra huzur gelmiş" olsaydı, bu göçün de durması, en azından hafiflemesi gerekirdi.
Oysa tam tersi oldu. Göç, 1974 sonrasında daha da hızlandı. Ve galiba bugünlerde de doruk noktasına ulaşmak üzere...
Kıbrıslı Türkler neden 1974 sonrasında da Ada'yı terk etmeye devam etti?
Bu sorunun en basit, ama belki de en karmaşık yanıtı ise şu: Ada'daki belirsizlik!
Türkler 3, Rumlar 20 bin dolar
Türkiye 1974'te Ada'ya müdahale etti, faşist Yunan cuntasının adayı istilasına engel oldu, Kıbrıslı Türklerin canı kurtuldu ve bir "ateşkes" ilan edildi.
İşte o gün ilan edilen "ateşkes" bugün, yani 21'inci yüzyılın ilk senesinde aynen geçerliliğini koruyor. Adanın her iki kesiminde sayıları ve ellerindeki silah gücü hiçbir zaman resmen açıklanmamış askeri güçler var. Sınırda Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü "iki kavgalı çocuğun bekçiliği"ni yapıyor.
Bu ortam, adada "yarın ne olacak?" sorusunu kafalara öyle kazımış ki, bunun Kıbrıslı Türklerin ruh sağlığına yaptığı etkiler zaman zaman psikologlar tarafından araştırma konusu yapılıyor.
Ateşkes koşullarına bir de Kuzey Kıbrıs'ın ekonomik yapısı eklenince, Kıbrıslı Türkler çareyi göç etmekte buluyor. Resmi rakamlara göre adam başına 3 bin dolar civarındaki milli gelire karşılık, iki adım ötedeki Rumlar 20 bin dolarların sınırlarını zorluyorlar. Amerikan Doları'ndan, Ada'nın eski patronu ve halen garantörü olan İngiltere'nin Sterlininden daha güçlü bir paraya sahip olan Rumlar ise Kıbrıs'tan göçü çok daha az düşünüyor.
Çözümsüzlük Politikası
1963 yılından bu yana, yani 38 yıldır "Kıbrıs sorununa çözüm bulmaya yönelik" sayısız ikili, dörtlü, dolaylı, yüz yüze görüşme yapıldı. BM arşivlerindeki Kıbrıs belgeleri "tonlar"la ifade ediliyor. Kofi Annan, önünde Kıbrıs sorununu bulan 6. BM Genel Sekreteri oldu. Devreye girmeyen ülke kalmadı. Büyüklü küçüklü birçok devlet Kıbrıs için "Özel Temsilci"ler atadılar. Ama olmadı!
Bugüne kadar adadaki siyasi soruna son nokta konulamadı. 1977 ve 1979'da imzalanan iki "doruk antlaşması" gibi önemli mesafeler kat edildiyse bile, nihai anlaşmaya gidilemedi.
Taraflar hep birbirlerini suçladılar. Kendileri "anlaşma isteyen", karşı taraf ise "uzlaşmaz"dı. Bu argüman hiç değişmedi.
Dile kolay, 1955-63 arasındaki toplumlararası çatışmaları, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasını, ardından bozulmasını içeren yıllar hariç tamı tamına 38 yıldır süren ve çözümlenemeyen Kıbrıs sorunu, ada sakinlerini tarifi kolay olmayan bir "umutsuzluk" girdabına sürükledi.
Bu yüzden Zülfü Livaneli'nin "Umudu Kesme Yurdundan" şarkısı, Kıbrıs Türk solunun neredeyse "marşı" haline geldi.
Sol Hep "Çözüm" Dedi
Türkiye kamuoyu "milli dava" adıyla anılan, bildik "Kıbrıs politikası"nı adeta ezberledi. Rauf Denktaş ile Türkiye'nin dış politikasına yön veren askeri ve sivil yetkililer, Türkiye halkını çizdikleri senaryoya uygun propagandayla adeta bombardımana tuttular.
Ada'daki Türklerin tümünün Kıbrıs sorununa aynı gözlükle baktığı imajı -bilerek ve isteyerek- yayıldı. Zaman zaman duyulan farklı sesler ise hep "vatan hainleri", "bozguncular" diye ilan ve imha edildi.
Oysa Kıbrıs'ın Kuzeyi'nde sağ ve solda siyaset yapan, 5'i Meclis'te, bir kısmı dışarıda çok sayıda siyasi parti bulunuyor. Ve Kuzey Kıbrıs'ta sağ-sol ayırımı, Kıbrıs sorununa bakış açısıyla şekilleniyor.
En kaba tanımla sağ partiler "statüko"yu savunurken, sol partiler "çözüm" istiyor.
Üstelik sol partilerin tümü, adadaki bir barışın yalnız Kıbrıs'ta yaşayan toplumlara değil, Türkiye ve Yunanistan'a da, bölgeye de istikrar ve huzur getireceğinin altını çiziyor. Ayrıca, bulunacak bir çözümde Türkiye'nin güvencesinin gerekli olduğunu da vurguluyor.
Yoksa "Adayı Rumlar'a satalım", "azınlık olalım", "Türkiye'den kopalım" diyen yok.
AB Süreci
Kıbrıs sorunu yıllarca BM şemsiysi altında çözümlenmeye çalışıldı. Bu süreç hala devam ediyor. Ancak 1990'lı yılların başından, yani "Kıbrıs Cumhuriyeti" sıfatıyla Rum Yönetimi'nin AB'ye üyelik başvurusundan itibaren AB de konuya müdahil olmaya başladı.
Şimdi, yani son dönemlerde yaşanan hareketliliğin temelinde Ada'nın AB'ye girmesine ramak kalmış olması yatıyor. 2002 yılı sonunda AB karar aşamasına gelecek: Eğer çözüm olursa Ada'yı bütün olarak alacak; değilse, yani çözüme ulaşılamazsa Rumlar tek başlarına birliğe girecekler.
Ve bu gerçek, yani yumurtanın kapıya dayanması, Türk Dışişleri dahil herkesi paniğe soktu. İsmail Cem "Adada işler iyi gitmiyor; bedel ödeyebiliriz" türünden çıkışlar yapmaya başladı. Bülent Ecevit daha da ileri giderek "ilhak"tan söz etti.
Oysa KKTC'deki sol partiler yıllardır uyarıyordu: Bu gidişle hem KKTC, hem de Türkiye duvara toslayacak. Rumlar AB'ye girerse, Türkiye'nin AB hayali suya düşecek. Kıbrıslı Türkler ise 1974 öncesine dönecek. Yani "Kıbrıs Cumhuriyeti"ne "yama" olacak.
Bugüne Kadar Kulak Verilmedi
Kıbrıs Türk solunun söyledikleri bugüne kadar 80 kilometre mesafedeki Türkiye'ye pek ulaşmadı. Belki bu söylenenler de yüzde 100 doğru değildi. Ama işin bu yönü Türk kamuoyunun tartışma gündemine giremedi. Girseydi herhalde 32. Gün'de konuşan Kıbrıslı gençlerin söyledikleri hayretle karşılanmaz, anlı-şanlı köşe yazarları Amerika'yı yeniden keşfetmiş gibi yazmazdı.
Kuzey Kıbrıs'ta solun daha başka söyledikleri de var elbette...
Göç, işsizlik, ekonomik bunalım, partizanlık, Türkiye'yle ilişkiler, Türk Lirası kullanımı ve diğer konularda da öneriler ortaya konuluyor.
Bunlar bir başka yazıda ele alınabilir.
Ancak sonuç olarak şunun altını çizmekte fayda var:
Türkiye Kıbrıs'ı bilmiyor. Türkiye halkı, Kıbrıs'a hep aynı gözlükle baktığı için Ada'da olup-bitenleri objektif biçimde göremiyor. Böyle olunca da zihinlerde "milli dava", "Kıbrıslılar tembeldir", "KKTC kumarhane cennetidir", "Kıbrıslılar Türkiyelileri sevmez" gibi içi boş sloganların ötesinde bir şey kalmıyor.
Bu tabloyu ne Kıbrıslı Türkler, ne de Türkiye halkı hak ediyor.(NA/NU)