Fotoğraf: Başak Akbulut Yazar / AA
48 günlük tutukluluğunun ardından yarın Çağlayan’daki İstanbul Adliyesinde yargılanmaya başlayacak olan gazeteci Sedef Kabaş Gazetecilikte Kadın Koalisyonu (CFWIJ), için bir mektup kaleme aldı.
'Cumhurbaşkanına hakaret' ve iki bakana karşı da 'kamu görevlisine görevinden dolayı alenen hakaret' suçlamasıyla hakkında 12 yıl 10 ay hapis cezası istenen Kabaşkonunun atasözünden zorlama şekilde çıkarılan bir suçlama olmadığını söyledi.
“Konu, yıllara dayanan sindirme politikasının artık hak, hukuk, akıl, vicdan tanımayan bir noktaya gelmiş olması” dedi.
Kabaş’ın mektubu şöyle:
Türkiye’de gazeteci olmak zor hatta çok zor. Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde son yıllarda tepetaklak yuvarlanırcasına en alt sıralara kayan, gazetecilerin hapsedildiği ülkelerin listesinde ise ilk sıraları Çin, Rusya ve K. Kore gibi ülkeler ile paylaşan Türkiye’de özgürce bu mesleği sürdürmeye çalışmak neredeyse her türlü şiddeti göze almak anlamına geliyor.
Türkiye’de kadın olmak da bir o kadar zor hatta çok zor. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi’nde 156 ülke arasında utanç verici şekilde 133. Sırada yer alan Türkiye’de özellikle son yıllarda kadına yönelik şiddet katlanarak devam ediyor. Bu ürpertici tabloya rağmen mevcut iktidar kadınları koruyan, kadınlara yönelik şiddetin cezasız bırakılmamasını teminat altına alan Uluslararası İstanbul Sözleşmesi’ni bir gecede (hukuka aykırı olduğu halde) tek imza ile iptal ediyor.
Özetle Türkiye’de gazeteci olmak zor, kadın olmak da bir o kadar zor. Özgür bir kadın gazeteci olmak ise ne derece zor ve hangi riskleri içinde barındırıyor, akıl ve vicdan sahibi herkesin takdirine bırakıyorum.
"Yazdıklarım hep dava konusu oldu"
Bana gelince… Babamın tahsili nedeniyle ailemin İngiltere’de bulunduğu bir dönemde Londra’da dünyaya geldim. Bundan dolayı hem Türkiye Cumhuriyeti hem Birleşik Krallık vatandaşlıklarına sahibim. Yani istesem başta İngiltere olmak üzere dünyanın gelişmiş pek çok ülkesinde yaşayabilir ya da çalışabilirim. Ancak kendi özgür iradem ile yürekten bağlı olduğum anavatanım Türkiye’de yaşamayı tercih etmiş biriyim. Ve tüm yaşadıklarıma rağmen asla pişman değilim. Bu ülke adil, özgür ve müreffeh günlere kavuşuncaya kadar mücadeleme devam edeceğim.
1992’de ülkenin en çağdaş üniversitelerinden biri olan ve bu yüzden de son dönemde kayyum rektörler, bir gecede kurulan çakma fakülteler ve okulun her türlü geleneğini hiçe sayan despotik müdahaleler ile yönetimini ele geçirmeye çalıştıkları Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum. Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi mezunuyum.
Kazandığım Fullbright bursu ile A.B.D’de Boston Üniversitesi’nde TV/ Radyo Haberciliği (Broadcast Journalism) üzerine yüksek lisans yaptım. Mezun olduktan sonra CNN International’in Atlanta’daki haber merkezinde çalışan ilk Türk olarak başta Ortadoğu, Balkanlar, Bosna – Hersek Savaşı ve Türkiye üzerine pek çok habere imza attım. 1997 yılında yine kendi isteğimle Türkiye’ye döndüm.
Pek çok ulusal haber kanalında haber röportaj programları hazırlayıp, sundum. Siyaset, ekonomi, medya, akademi ve sanat dünyasının önde gelen binlerce ismiyle röportaj yaptım.
2010 yılında (oğlum Yavuz’u dünyaya getirmeden kısa bir süre önce ) medya dünyasındaki çalışmalarıma süresiz ara verdim. Artık daha çok oğluma vakit ayıracak, Sedef Kabaş Eğitim, Koçluk ve Danışmanlık Şirketi çatısı altında yürüttüğüm eğitim işlerine ağırlık verecektim. 2006 yılında Marmara Üniversitesi’nde Yüksek Gazetecilik üzerine doktora derecemi aldıktan sonra eğitmen/ danışman kimliğim daha ön plana çıkar olmuştu zaten…
2013 yılında tarihi Gezi protestoları sırasında herhangi bir medya kuruluşunda çalışmadığım için Twitter hesabı açıp, ülkenin gündemine dair fikirlerimi ve eleştirilerimi sosyal medya üzerinden aktarma yolunu seçtim. Özellikle Twitter, ana akım medyayı ele geçirip, ülkede olup biten gerçeklerin duyulmasını önlemeye çalışan iktidar için bir “baş belası”; bizler için ise bir “nefes”, “dayanışma”, sokağın nabzını tutup, hakikati takip etme aracıydı. Yazdıklarım hep dava konusu olacaktı…
"Ayrı bir kamu davası açmayı da ihmal etmediler"
Hakkımda 12 yıl 10 ay hapis istemiyle “Cumhurbaşkanı’na ve kamu görevlilerine hakaret” iddiasıyla açılan mevcut dava tahmin edebileceğiniz ya da zaten bildiğiniz gibi ilk değil, muhtemel son da olmayacak.
Daha önce de “17 Aralık yolsuzluk soruşturmasını kapatan Başsavcı Hadi Salihoğlu’nu asla unutmayın” diye yazdığım tek cümlelik bir tweet nedeniyle 10 yıldan fazla hapis istemiyle Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargıladılar beni. Yıl 2015’ti. Benzer şekilde sabaha karşı evime yine bir polis baskını yapılmış; cep telefonuma, bilgisayarıma, 5 yaşındaki oğlumun IPad’ine el koymuşlar ve beni gözaltına almışlardı. Polisi kapının önünde beklettiğim için “polise hakaret ve mukavemet” iddiası ile polisler şikayetçi olmadıkları halde ayrı bir kamu davası açmayı da ihmal etmediler. Bu davalardan beraat ettim.
2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Erdoğan, Akşener, İnce ve Demirtaş yarışıyorlardı. Ben de “Diplomasız CB istemiyoruz ama daha önemlisi sahtekar bir CB istemiyoruz” diye yazdığım bir tweet nedeniyle yine Cumhurbaşkanı’na hakaret suçlamasıyla mahkemeye verildim. Suçlamayı reddettim çünkü dört yıllık bir üniversite diploması CB adaylığı için bir zorunluluktu. Oysa Erdoğan’ın henüz beyan edebildiği bir diploma ortada yoktu. Basına yansıyan diploma(ları) sahte çıkmıştı. Dolayısıyla hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmedim çünkü bu gerçeği dile getirmek hem bir vatandaşlık hakkım hem bir gazetecilik sorumluluğumdu. 9 ay 20 gün hapis cezası verdiler. Dosya istinaf mahkemesine gitti. Süreç halen devam ediyor.
"Dolar 10 TL'yi geçer dediğim günler çoktan geride kaldı"
2019 yılında bu kez ekonomik kriz olduğunu ve doların 10 TL’yi geçebileceğini söylediğim için BDDK suç duyurusunda bulundu. Ben ve benim gibi kimi gazeteciler ve sosyal medya kullanıcıları (toplamda 37 kişiyiz sanırım) SPK tarafından mahkemeye verildik. Spekülasyon, manipülasyon yapmak suretiyle ekonomik darbeye teşebbüs suçlamasında bulundular. En son duruşmaya hakim sağlık gerekçesiyle gelmedi. O tarihte dolar 15 TL’yi geçmişti! Belki de dolar/TL kurunu doğru tahmin edememiş olmaktan dolayı yargılanmalıydım :) Dolar 10 TL’yi geçer dediğim günler çoktan geride kaldı. Dolar 18 TL’yi bile gördü…
Eski Başbakan Binali Yıldırım da hakkımda dava açtı. Kendisi Twitter hesabında sadece 4 hesap takip ediyordu. CB Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Malta Cumhurbaşkanı! Neden Malta? Ne alaka? Ben de şöyle yazdım. “Başbakan Binali Yıldırım’ın takip ettiği dört hesap var. Oğullarının vergi kaçırdığı iddia edilen şirketleri tahmin edin bakalım hangi ülkede?” Bu davadan beraat ettim. İstinaf mahkemesi de onadı beraatımı. Ancak geçen hafta hapiste bulunduğum şu günlerde Binali Yıldırım’ın avukatları beraatımın bozulmasını ve hapis cezaları (dikkat çoğul) ile cezalandırılmamı talep etmişler!
Bu arada Serhat Albayrak da hakkımda 100.000 TL değerinde manevi tazminat davası açtı. Kendisinin Man Adası’nda yine vergi kaçırmak (tabii artık bunun ismi vergi kaçırmak değil vergiden kaçınmak oldu) için kurduğu şirketler var mı, herhalde çıkıp mertçe söyler dedim. Mertçe çıkıp söylemek yerine bana tazminat davası açmayı tercih etti.
2021 Nisan ayındaki Ak Parti grup toplantısında CB Erdoğan canlı yayında milyonlara beni hedef gösterdi ve hakkımda korkunç bir iddiada bulundu. “128 Milyar Dolar Nerede” sorusu koca bir yalan ve bu yalanı CHP’ye söyleyin tavsiyesini veren işte bu bayan!” dedi. Ardından da benim bir videomu gösterdi. Bu video benim Topraklar Değil, Beyinler İşgal Ediliyor isimli bir TEDX konuşmamdan alınmış;
Hitler’in propaganda Bakanı Goebbels’in sözleri sanki bana aitmiş gibi montajlanmıştı!
Kara propaganda, yalan ve manipülasyon stratejileri ile toplumların beyinlerinin nasıl yıkandığını anlattığım, bu tür sinsi iletişim tekniklerine dair farkındalık yaratmaya çalıştığım ve ne pahasına olursa olsun gerçeğin peşinden gitmemiz gerektiğine vurgu yaptığım bir konuşmaydı bu. Youtube’da yüzbinlerce kişi tarafından izlenmişti. Konuşmanın bir yerinde kara propagandanın babası Goebbels’in epeyce bilinen “toplumlara büyük bir yalan söyleyin ve bunu gerçek sanmaları için sürekli tekrar edin” sözünü hatırlatıyordum.
"Erdoğan'a mahkumiyet verecek bir mahkeme yok"
AK Parti iletişim danışmanları “128 Milyar Dolar Nerede” sorusunu bertaraf etmek için hazırladıkları bu propaganda videosunda bu sözler sanki bana aitmiş gibi kullandılar. Yani Goebbels vari kara propaganda tekniklerini eleştirdiğim bir konuşmamı Goebbels vari bir kara propaganda için malzeme yaptılar. Topluma “büyük yalanlar söyleyin” tavsiyesini veren bir kişi olduğum iftirasında bulundular ve aslında böylesi çarpıtılmış bir video kullanarak topluma aleni yalan söyleyebileceklerini ortaya koydular. Hem iftira, hedef gösterme, hem toplumu kandırma, manipüle etme suçlarını işlediler. Bu kez meseleyi ben yargıya taşıdım. CB Erdoğan hakkında 128 kuruşluk tazminat davası açtım. Bunun örnek bir dava olacağına inanıyorum…
Elbette bu ülkede bu konuda mahkumiyet verecek bir mahkeme yok ama örnek dava olması açısından işi AİHM’e kadar taşımayı düşünüyorum.
Yıllardır süren suç duyuruları, açılan davalar, trol orduları ve saray güdümlü yandaş medya üzerinden sistemli şekilde sürdürdükleri linç, küfür ve hedef gösterme kampanyaları yetmemiş olacak ki, şimdi bir atasözünden zorlama şekilde “hakaret” suçu çıkararak beni hapsetmeye kadar getirdiler işi… Yani özetle “KES SESİNİ” diyorlar!
Öncelikle ben Cumhurbaşkanı’na hakaret etmedim, etmem çünkü herhangi başka birine de hakaret etmem, edilmesini de tasvip etmem. Zaten dava konusu olan konuşmanın içeriği de buna vurgu yapıyor. Bu toplum Erdoğan’a çok şans verdi; en yüksek makam ve mevkilere getirdi ancak o bu şansı tüm toplumu kucaklamak, birlik ve beraberlik yaratmak için değil tam aksine toplumu bölmek ve kutuplaştırmak için kullandı. 1980 öncesi bu toplum sağ – sol diye ayrıldı, bölündü ve sonuç darbe oldu. Şimdi de adeta tarihten hiç ders alınmamış gibi modern misin, muhafazakar mısın; AK Partili misin, değil misin denilerek yine bölünüyor.
Farklı görüşler elbette her zaman olur ama bu tartışmalar hiciv, benzetme, ironi (ve elbette atasözleri, deyimler, fıkralar dahil) gibi teknikler kullanılarak yapılmalı; küfür, linç, şiddet dili kullanılmamalıdır dedim. Cumhurbaşkanına ait “daha bunlar iyi günleriniz”, “terbiyesiz herif”, “cibiliyetsiz” “Cumhur ittifakı olarak hepinizi önümüze katarız”, “anırsalar da anırmasalar da” gibi sözlerini örnek verdim. Taçlanan baş akıllanır derler maalesef gerçek değil bir de bunun tersini ifade eden şu sözü söylerler diyerek malum atasözünü örnek verdim. Toplumu birleştirmekten, kutuplaştırma ve nefret dilinin sakıncalarından, mücadelemizin birbirimize karşı olmadığından sokaktaki vatandaşların sağduyulu tutumlarından ders alınması gerektiğini net şekilde anlattığım bir konuşmadan “hakaret” kastı çıkarmaya çalışıyorlar! Gerçekten ironik…
Hukuka aykırı şekilde sabah saat 2’de 6 polisle gözaltına aldılar. Oysa çağırsalar zaten giderdim. Zira yıllardır sayısız kez ifade vermeye gittim, bir kez olsun gitmezlik etmedim.
Daha polise verdiğim ifadem tamamlanmamıştı ki başta Adalet Bakanı Abdülhamit Gül olmak üzere biat yarışındaki Ak Partili üst düzey siyasi yetkililer arka arkaya beni “suçlu” ilan ettiler. Masumiyet karinesine saygı ya da adil yargılanma hakkı gibi kriterlerin onlar açısından zerre ehemmiyeti yoktu. Aslında mahkemelere de ihtiyaç yoktu zaten onların “suçlu” dedikleri suçluydu!
Kaçma ve delil karartma şüphesi! Nedeniyle tutuklu yargılanmama karar verildi. Konu bir canlı yayında yaptığım bir konuşma; merak ediyorum bu “delili” nasıl karartabilirim, değiştirebilirim ya da yok edebilirim! Ya da bugüne kadar Ağır Ceza Mahkemesi dahil hakkımda açılan onca dava sonrasında defalarca mahkeme karşısına çıkmış, bırakın kaçmayı tek bir geri adım atmamış birine neye dayanarak “kaçabilir” diyorlar? Üstelik yerim yurdum belli, adresim sabit. Bu iktidar gidene kadar da hiçbir yere gitmeye niyetim yok! Ama kendilerince beni hapsederek yani tutuklu yargılanmayı bir cezalandırma yöntemi olarak kullanıp, bana “ders”, topluma da gözdağı vermeye çalışıyorlar.
"Önce astılar, şimdi yargılayacaklar"
11 Mart’ta yani hapiste 49 gün yattıktan sonra hakim karşısına çıkacağım. Önce linç ettiler, küfrettiler, hedef gösterdiler, gözaltına aldılar, suçlu ilan ettiler, 250 bin TL tazminat davası açtılar, savunmamı almadan iddianameye “ek” suçlar ilave ettiler, hapsettiler ve 11 Mart’ta yargılamaya başlayacaklar! Yani önce astılar şimdi yargılayacaklar!
Bu süreçte destek veren herkese selam olsun. Lütfen, hiç kimse yaymaya çalıştıkları korku ikliminin esiri olmasın. Bu düzen böyle gitmez. Beni hapse attılar ama daha beteri ülkeyi her alanda (ekonomi, siyaset, eğitim, dış politika, kültür – sanat, tarım, sanayi, çevre vb.) ateşe attılar. Ülke adeta yangın yeri misali… Bu gidişata dur diyecek olan da milyonların haklı isyanı ve dipten gümbür gümbür gelen değişim talebi.
Hapishane koşullarından şikayetçi değilim zaten herhangi bir ayrıcalık da istemedim. Tek meselem savunmamı yazmak için bilgisayar kullanımına izin vermiyor olmaları. Defalarca dilekçe yazdım ama sonuç alamadım. Fark ettiğiniz gibi bu süreçte kurşun kalem – kağıt ikilisi dostum oldu :)
Size uzun uzun yazdım. İstediğiniz kadarını kullanın. Konu elbette bir atasözü ya da atasözünden zorlama şekilde çıkarılan bir “hakaret” suçlaması değil. Konu yıllara dayanan sindirme politikasının artık hak, hukuk, akıl, vicdan tanımayan bir noktaya gelmiş olması. Bunu lütfen vurgulayın.
Elbette susmayacağım, susmayacağız!
Aksi ne mesleğimizin sorumluluğuna sığar, ne de insan olmanın onuruna…
Özgür günlerde buluşmak dileğiyle…
(HA)