Fotoğraf: Putin, Erdoğan ve Reisi Tahran'da/İran Cumhurbaşkanlığı
Makale ve yazarı hakkında |
POLITICO internet baskısında dün "Turkey: Difficult to live with, nearly impossible to live without" başlığıyla yayınlanan makalenin yazarı, ABD eski NATO büyükelçisi Ivo Daalder, Chicago Council on Global Affairs'in başkanı ve haftalık "World Review with Ivo Daalder" adlı podcast'e ev sahipliği yapıyor. POLITICO, ABD'nin araştırma-haberlere ağırlık vermesiyle tanınan etkin bir siyasal haber mecrası. |
Geçtiğimiz ay Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Batı'nın iki amansız düşmanı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'yle el eleydi.
Ardından, yalnızca birkaç gün sonra, gene sahnedeydi, bu kez Ukrayna'nın tahıl ihracatının Karadeniz'den sevkine izin veren bir anlaşmanın imza töreninde BM Genel Sekreteri António Guterres'le yan yana oturuyordu.
Erdoğan - tam da ele avuca sığmayan Türk Cumhurbaşkanı'nın hoşlanacağı şekilde- hem bir kahraman hem de bir kötü adam. Ama bu onu çok karmaşık bir müttefik haline getiriyor.
Stratejik önem
Türkiye'nin NATO için stratejik önemi açık. Coğrafi açıdan Karadeniz'in güneyinde yer alan ülke -güneyde Orta Doğu, doğuda Orta Asya ve kuzeyde Kafkaslar ile- Avrupa ve Asya arasında bir köprü oluşturuyor. Karadeniz'e kıyısı olan ülkeler içinse Ege, Akdeniz ve ötesindeki okyanuslara açılan tek su yolunu Türk boğazları sunuyor.
Siyasi açıdan NATO'daki en büyük Müslüman ülke olan Türkiye Arap ve Fars dünyasıyla faydalı bir muhatap olabilir. Ve diplomasisi yıkıcı olabilse de, Ankara'nın çok sayıda kilit oyuncuyla sıkı bağlantıları, kısa süre önce gerçekleşen Ukrayna tahıl anlaşmasının sonucunun da vurguladığı gibi ona bir siyasi ağırlık sağlıyor.
Son olarak, askeri açıdan Türkiye, iç düşmanlar ve dış tehditler karşısındaki savaş tecrübesiyle birlikte NATO'nun en büyük ikinci ordusunu konuşlandırıyor ve hem NATO hem de ABD'nin savunması için kritik öneme sahip ABD kuvvetlerine ve diğer askeri yeteneklere ev sahipliği yapıyor.
Ankara'nın kabarık suç listesi
Ne var ki, yıllar içinde Ankara'nın pek güvenilir bir müttefik olmadığı görüldü. Bazıları -örneğin 1974'te Kıbrıs'ın yasadışı işgali ve Ege'de Yunanistan ile tekrarlanan çatışmalar gibi- on yıllar öncesine dayanan suç listesi kabarık.
Ancak Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı, Türkiye'nin suçlarını tamamen yeni bir düzeye taşıdı. İçeride muhalefeti boğmaya çalıştı, muhaliflerini hapse attı ve hükümeti dünyadaki herkesten daha fazla gazeteciyi cezaevinde tutuyor. Türkiye, aynı zamanda Freedom House tarafından "özgür değil" olarak derecelendirilen tek NATO ülkesi.
Ancak, özgürlüklerdeki bu son dönemdeki gerileyiş endişe verici olmakla birlikte, iç karışıklık ve otokratik yönetim, II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana dört askeri darbeye tanık olan bir ülke için yeni bir şey değil. Aksine, güvenilir müttefiklik statüsünün sorgulanmasına yol açan şey Türkiye'nin yurtdışındaki giderek istikrarsızlaşan davranışları.
Erdoğan, Putin ile sıcak ilişkiler kuran tek NATO lideri değil. Birkaç yıl önceki eski İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'yi veya bugünün Macaristan Başbakanı Viktor Orbán'ı düşünün.
Ne var ki, NATO'nun hava savunma ağına entegre edilebilecek Batı teçhizatı yerine Rusya'dan gelişmiş hava savunma füzeleri satın alan tek NATO lideri Erdoğan'dır.
Aynı zamanda, birkaç hafta önce Yunanca bir dizi tweet atarak yaptığı gibi, bir müttefiki güç kullanmakla tehdit eden ilk Türk olmasa da, tek NATO lideridir.
Erdoğan, NATO içinde de yıkıcı oldu, genellikle İttifak'ın uzlaşmaya dayanıyor olmasını kendi yolunu açmak ve istemediği anlaşmayı engellemek için kullandı. Tüm diğer müttefiklerin aksine Türkiye, vetosunu kullanmak ve istediğini elde etmek için tek başına kalmaktan neredeyse mutlu.
Örneğin, İsrail'in Gazze ablukasını kırmaya çalışan bir Türk ikmal gemisine yönelik askeri operasyondan rahatsızlığı dolayısıyla Ankara, NATO'nun İsrail ile işbirliğini yıllarca engelledi. Israrla NATO'nun Kürt terörü tehdidini kuruluş için bir tehdit olarak kabul etmesini isteyen Erdoğan, İttifak'ın Polonya ve Baltık devletlerini savunmaya yönelik acil durum planlarının onaylanmasını da engelledi.
Ve sadece birkaç hafta önce Türkiye, bu kez İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılma çağrısını engellemek için bir kez daha vetosunu kullandı. Haziran'da Madrid Zirvesi'nde resmi bir çağrı çıkarılması açısından sorun zamanında çözülmüş olmakla birlikte nihai katılımın tüm NATO ülkelerinin bu adımı onaylamasını gerektirdiği göz önünde tutulduğunda iki İskandinav ülkesinin ittifaka katılıp katılmayacağı ya da ne zaman katılacağına dair nihai kart hâlâ Ankara'nın elinde.
Ankarasız olabilir mi?
Ancak şimdi, Erdoğan'ın Ukrayna'ya yönelik gaddar işgali nedeniyle Rusya'ya yaptırım uygulamayı reddetmesi, sevimsiz liderleri ve aşırı İslamcıları kucaklaması ve NATO içindeki taktikleri sonucunda Türkiye'nin üyeliğini askıya alma veya ittifak dışına itme zamanının geldiğini tartışmaya başlayanlar var.
Bununla birlikte bu teklifle ilgili birkaç sorun var -biri pratik, diğeri stratejik.
Doğası gereği, Türkiye'nin başarılı bir şekilde kendi amaçları için kullandığı konsensüs ilkesi, Ankara'nın rızası olmaksızın NATO üyeliğinin askıya alınmasını veya NATO'dan çıkarılmasını imkansız kılıyor. Türkiye her an NATO'dan çekilebilir -Fransa'nın 1966'da ittifakın askeri yapısından çekilmesi gibi- ama ittifakın bir üyeyi çıkarmak için uzlaşma zorunluluğu var. Böylece, NATO'nun konsensüs ilkesi onun kendi açmazına dönüşüyor: Konsensüs kuralı ancak konsensüs ile değiştirilebilir.
İçeride tutmanın stratejik nedeni
Türkiye'yi NATO'da tutmanın ve Ankara'yı oyuna katılmaya razı etmek için diplomasi, ikna ve baskı kurmaya çalışmanın da bir stratejik nedeni var: İçeride veya dışarıda Türkiye, Orta Doğu ve Kafkaslarla yakın bağlarıyla İttifak için stratejik açıdan başka hiçbir müttefikin sahip olmadığı ya da yerini alamayacağı hayati bir konuma sahip.
Türkiye hem Kiev hem Moskova ile ilişkilerinin de halihazırda vurguladığı gibi, başka türlü bir araya gelemeyecek inatçı karşıtları bir araya getirmede zaman zaman yararlı bir rol üstlenebiliyor, Atlantik İttifakının ortak savunmasına önemli ölçüde katkıda bulunması mümkün ve bulunduğu da vaki.
Başka bir deyişle, Türkiye, birlikte yaşamanın giderek zorlaştığı, onsuz yaşamanınsa neredeyse imkansızlaştığı bir müttefik. Ya da, eski ABD Başkanı Lyndon Johnson'ın FBI Direktörü J. Edgar Hoover için söylediği gibi, "Herhalde, evde kalıp dışarıyı pisletmesi, dışarıda durup evi pisletmesinden evladır."
(AEK)