2006 Nisanında başlatılan Türkiye Barışını Arıyor hareketi, 13-14 Ocak 2007 tarihinde yapılan toplantı ertesinde Kürt sorununun çözümüne ilişkin Barış Programını açıkladı. Barış programının omurgasını 21 Aralık 2006 tarihinde 324 aydının imzasıyla kamuoyuna sunulan bildiri oluşturuyor. Dolayısıyla bu haliyle program, daha önce dile getirilmeyen, yeni bir öneri içermiyor. Ancak programa sahip çıkan farklı grup ve kişiler göz önüne alındığında, bugüne kadar biraraya gelmeyen geniş bir yelpazenin Kürt sorununun çözümü konusunda ilk kez bir uzlaşmaya vardığı görülüyor. Öyle ki programı sunan Prof Dr. Doğu Ergil bu uzlaşmanın bir devrim niteliğinde olduğunu söylüyor.
Ergili bu kadar iddialı konuşmaya sevk eden, uzlaşan topluluğun farklılığı ve çeşitliliği: Örneğin DYP ve SDP temsilcilerinin yan yana geldiği platformda gelecek seçimlerde güç birliği yapılması önerisi alkışlanıyor; Kürt siyasal hareketi içinde birbirinden uzak duran ayrılıkçı, milliyetçi ya da muhafazakâr kanatlar üniter devlet çatısı altında kültürel ve siyasal haklarının anayasal güvenceye alındığı bir çözümde buluşuyor. Kısacası Kürt sorunu vardır ve acilen çözülmelidir diyen hemen herkes Türkiye Barışını Arıyor hareketi altında -en azından şimdilik- birleşiyor.
Bu birleşmenin ve uzlaşmanın adeta gövde gösterisi niteliğindeki 13-14 Ocak tarihindeki toplantıda bir tek kişinin yokluğu dikkat çekiyor. O kişi de Leyla Zana. 2004 yılında tutukluğu sona eren 4lü gruptan Orhan Doğan, Hatip Dicle, Selim Sadak orada. Ama Leyla Zana yok. Aslında Leyla Zana uzun zamandır ortalarda yok. Hapishaneden ilk çıktığında Kürt sorunu gündemini hareketlendiren demeç ve temaslarıyla bir anda adı aranan muhatap listesinin en başına yerleşen Leyla Zana söylenenlere göre köyüne yerleşmiş. Kimileri hakkındaki siyasi yasağın kalkmasını beklediğini, kimileri artık politikadan uzaklaştığını hatta kimileri de uzaklaştırıldığını söylüyor. Kendisi çıkıp açıklamadıkça bu iddialardan hangisi doğrudur emin olamayız. Ancak Zananın bir açıklama yapmasını beklemek yerine Kürt siyasal hareketine biraz yakından bakmak bazı soruların yanıtlarını netleştirmemize yardımcı olabilir; ki bu yanıtlar aslında Türkiye Barışını Arıyor noktasına nasıl gelindiğinin de ipuçlarını taşımaktadır.
PKKnın lideri Abdullah Öcalanın söylemlerinde Kürt ulusal kimliğinin inşasında öteki öncelikle içindeki düşmandır. Bu düşmandan kasıt Kürt feodal/aşiret yapısıdır. Türk unsuru politik metinlerde görece ikinci sıradaki öteki olarak kurgulanır. Dolayısıyla Kürt kadınlarının konumlandırılışı da hem feodal sistemin benimsediği iddia edilen ilkel milliyetçiliğe, hem de Türkiye Cumhuriyeti Devletine adreslenen asimilasyoncu/emperyal milliyetçiliğe karşı bir duruşu işaret etmektedir.
Sonuçta, ezilen, köylü, cahil Kürt kadını imgesi ve onun dönüştürülmesi daha büyük bir projenin; Kürt halkının uluslaşma/bağımsızlık projesinin mümkün olduğunun ispatı ve aracı olarak görülmüştür. PKKnın bu yönlü politikalarının izdüşümleri parti, ordu, cephe alanlarında ortaya çıkmaktadır: Leyla Zana, gerilla kadınlar ve Barış Anneleri.
Milliyetçilik ve feminizm ilişkisine dair analizler ışığında bakıldığında örneğin Deniz Kandiyoti, milliyetçi söylemde kadının tasvirinin toplumsal geriliğin kurbanı, modernliğin ikonu ya da kültürel otantikliğin imtiyazlı taşıyıcısı suretinde yapıldığını söylemektedir.
Bu analizler, özellikle Kürt siyasal hareketinde kadının yerini anlamaya dönük bir çabada önemli ipuçları vermektedir. Öte yandan kadınların siyasete katılma biçimleri incelenirken gündeme gelen davet analojisi kadınların milliyetçi projelere girişleri kadar, bu siyasetten çıkışlarını da anlamlandırmamıza yardımcı olmaktadır. Bu analojiye göre kadınların milliyetçi hareket içindeki eylemleri, iktidara sahip olan erkeklerin davetiyle mümkün olmaktadır. Dolayısıyla kadınlar bir bakıma misafir konumundadırlar ve bazen de istenmeyen misafir durumuna düşmeleri sözkonusu davetin biçimine bağlıdır.
Bu çerçevede Leyla Zananın politik kimliğini ve geldiği noktayı Kürt siyasal hareketinin seyrine bağlı değerlendirmek açıklayıcı olacaktır. 1980 sonrası PKKnın aktörü olduğu siyasal söylem, öncelikle Kürt halkının varlığını, sonrasında mağduriyetini ve daha sonrasında da davanın meşruiyetini ilan etmek üzerine bir strateji izlemiştir. Leyla Zananın TBMMsinde yemin töreni sırasında yaptığı konuşma, bu konuşmadan dolayı hapse mahkum edilişi ve bu süreçte özellikle Batı kamuoyunda artan bir ilgiye mazhar oluşu da sözünü ettiğimiz bu stratejik planın çarpıcı birer izdüşümü niteliğindedir.
Bu aşamalardan sonra geriye bir tek iktidara ortak olma sorunu kalmaktaydı. Ancak 1999 yılında Abdullah Öcalanın yakalanması ertesinde gelişen olaylar bu aşamanın gerçekleştirilmesinde hesapta olmayan bazı zorluklar ortaya çıkardı. Türkiye ve Ortadoğu bağlamındaki konjonktürel gelişmeleri bir yana bırakıp hareketin iç dinamiklerine baktığımızda öncelikle eksikliği duyulan liderlik ve birlik sorunu oldu. Bu noktada lider figür olarak en çok ismi öne çıkan kişi ise Leyla Zanaydı. Hapisliğinin sona ermesi ise bu beklentileri artırdı. Ancak deyim yerindeyse Zana bir anda ortadan yok oldu. Bunun nedeninin, Kürt siyasal hareketinin kadını söylemine ve eylemine dahil etme biçiminin olduğu kadar, içimizdeki düşman olarak tarif edilen ataerkil yapının dönüştürülmesindeki başarısızlık da etkili oldu. Zananın sembol bir figür olarak değeri hareketin ancak kendi toplumu dışında konumlandırdığı düşman safındaki temsiliyle sınırlı kaldı. Sözkonusu iktidar olduğunda daralan politik alanda deyim yerindeyse misafirlik sona erdi.
Leyla Zananın aslında bu sonucu çok önceden tahmin ettiğini/beklediğini söylemek mümkün. Çünkü Özgür Gündem Gazetesinde 13 Aralık 1997 tarihinde yayınlanan Küçük Kara Balık başlıklı yazısı bir anlamda politik hayatını özetlemektedir:
Küçük Kara Balık; çelimsiz, sığ ve ancak kar sularıyla beslenen ırmak balığıdır. Tutucu, kıskanç ve bağnaz çevresinin tüm baskılarına karşın, denizi bulmak üzere yola çıkar.
Ve minik cüssesine aldırmadan, kocaman yüreğiyle dalar suların derinliğine
Nice tuzaklar, girdaplar, şelaleler aşar
Nice engellere, baskılara göğüs gerer
Direnir ve direndikçe sığmaz olur engin sulara
Eyvah(!) her şey bitti derken, kertenkelenin, kurbağanın, salyangozun, ceylanın dostluklarıyla umutlanır bir anda
Kaşıkçı kuşu yutsa da onu, denize olan özlemi ve özgürlüğe olan sevdasıyla kurtulur
Kaşıkçının torbasından.
Testere balıkları
Yılanlar
Yengeçler
Karabataklar
Ve onu bir lokmada yutmaya hazır soydaşlar türdeşler
Hiç beklemediği yer ve zamanlarda gelen, ağır darbeler
Sonuçta başladığımız yere geri dönecek olursak bugün Türkiye Barışını Arıyor hareketinin başarısı da Kürt siyasal hareketinin aynı başarısızlığının bir sonucudur. Yani kendi içindeki düşmanı dönüştürmedeki başarısızlığın. Kürtler Öcalanın yakalanması ertesindeki yeni dönemde önlerine çıkan liderlik ve birlik sorununu, hala devam eden feodal yapının bölücü etkisi altında, kendi içlerinde çözememiş; hal böyle olunca da tek çare eski düşmanı, yeni dost ilan etmek olmuştur. Aksini iddia etmek gerçekçi değildir, zira sözde düşman cephesinde Kürt sorunu vardır demekten öte bir değişiklik yoktur.
ARZU YILMAZ