Barış DOĞANAY
İlk göçmen kuşağı, 1980'lerde geriye dönüş umutlarını tüketti ya da bu düşünceden vazgeçti.'Kesin dönüş' yılları geride kaldı.Dönenler döndü.Kalanlarsa artık 'gurbetçi' değil.'Alamancılık' deyimi, yakın geçmişin bilinçlerde iz bırakan trajikomik anısıdır.
Geri dönüşü olanaksız kılan gerçek çifte yönlüydü:
Birincisi.İlk gelenler, yeni kuşaklar yetiştirerek ailelerinin sürekliliğini, çocuklarının geleceğini hiç farkında olmadan Almanya'ya bağladılar.
İkincisi.Ekonomik bunalım,devlet terörü ve iç savaş düzeyine tırmanan Kürt sorunu, Türkiye'yi kendi yurttaşlarının gözünde güvenilir, yaşanılır bir ülke olmaktan çıkardı.Ne yazık, kendi ülkemizi ancak uzaktan sevebiliyoruz.'Türklük gururu', birçokları için örselenmiş kimliğin yerini tutan bir sahte belge, bu tekinsiz dünyada kendisinden rahatlık umulan bir duygusal saplantıdır.
Yaşlı, orta yaşlı kuşaklar, yalnızca 'çocuklarının hatırı' için değil, Almanya'da oluşturdukları gündelik koşulları Türkiye'ye göre daha rahat ve güvenilir buldukları için geri dönmekten vazgeçtiler.Onlar, Almanya'yı yurt edinmeyi hiç düşünmemişlerdi.Ailelerinin geçim koşullarını güvence altına almanın, Türkiye'de arsa ve emlak gibi birkaç alçakgönüllü yatırım için çalışmanın gereğinden öte bir çaba gösteremediler.Gettolarımızın temellerini atıp sahneyi genç kuşaklara bıraktılar.
Artık emekli olmuş büyükler, yazları altı ay Türkiye'de, kışları altı ay Almanya'da geçirerek, iç huzuru gerektiren toprağa yakın çağlarında bu ikiliği yumuşatmanın pratik bir kolay yolunu bulabildi.Ateşten top genç kuşakların ellerindedir.
Almanya'da yetişenler için Türkiye gerçekte neyi ifade ediyor?
Sisli çocukluk anıları.Bütün ülkelerden daha yakın ve sevimli görünen bir tatil beldesi.Ancak izin ve tatil dönemleriyle sınırlı olduğunda hoşa giden, Almanya'da bulunamayacak türden tarifsiz, hüzünlü bir sıcaklık.20 yaşından sonra artık onbeşbin mark ödenerek atlatılan bir ölüm tehlikesi ve 'Allah beni Türkiye'de yaşamaktan korusun' dedirten herşey.
Babalarımız demokrasiyi tanımamışlardı.Almanya'da yanından geçtiler.Gençler onun neye benzediğini az-çok biliyor.İnsanoğluna umut vaadeden sevimli yüzüyle de, özellikle yabancılara gösterdiği sevimsiz çehresiyle de.Demokrasiyi bu çetrefilli özellikleriyle tanıyabilen, Almanya'da yetişen ve dünyayı oradan gören bir insan, devletin kılı kıpırdamaksızın adam öldürdüğü, çalışmanın işkence haline getirildiği, sokaklarında gülümseyen insanlara az rastlanan, dünyadaki itibarı hep tartışmalı olmuş, 'hürriyetin kelle fiyatına satıldığı' bir ülkeye nasıl somut ve içten, düpedüz etkinlikle tanımlanmış bir ilişki geliştirebilir?
Almanya'da yetişen gençler, hele burada doğup büyüyenler için Nazım Hikmet'in
Dört nala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim
diye başlayan şiirindeki duygu,ancak uzak, belki de kayıp anlamlar taşıyabilir.Onlar için Türkiye, doğruyu söylemek gerekirse, babamızın ülkesidir.
Tek başına ele alındığında, bu durumda yazıklanmayı gerektirecek bir şey yok.Yalnızca göçmen gençliğinin Almanya'yı yurt edinmesini kolaylaştıran yeni bir Türkiyelilik kavramına gereksinim duyduğunu gösterir.Bu, Türkiye'de yaşayan halk çoğunluğunun da muhtaç olduğu kavramdır aynı zamanda.