Toprak, tebliğinde Osmanlı İmparatorluğu döneminde 'ekaliyet' (azınlık) sözcüğünün geçtiği tek bir resmi belge bulunmadığını söyleyerek, bunun ilk defa Sevr Anlaşmasıyla ortaya çıktığını, benzer bir şekilde 'Türk' sözcüğüne de herhangi bir resmi dokümanda rastlanmadığını belirtti.
Toprak, "Sevr'de sizler Türksünüz denmiştir, taraf olanlar da 'evet Türküz' diyerek bunu kabul etmiştir" dedi. Aynı şekilde Mustafa Kemal'in de 'Türk' sözcüğünü 1920'den sonra kullandığına dikkati çekti.
1920'den sonra gayrimüslim okullarına Türk Ekaliyet Mektepleri denildiğini belirten Toprak, Türk sözcüğünün daha kapsayıcı bir kullanıma sahip olduğunun altını çizdi.
1910'dan itibaren kullanılan tarih kitaplarını ise bugüne kadar hazırlanmış en anlamlı tarih kitapları olarak nitelendiren Toprak, Dünya coğrafyasının okutulduğu, üçüncü Cumhuriyet Fransa'sından çevirilere yer verilen kitaplarda Türkifikasyondan söz edilemeyeceğini savundu.
Kontrolör müdür yardımcıları
"Tek Parti Dönemi: Milli Eğitim, Milli Dil ve Türkleştirme Politikaları" başlıklı tebliğinde Mustafa Çapar, 1919'dan başlayarak 1946'daki çok partili döneme kadar olan süreçte azınlıklara bakışı ve azınlık okullarının devlet tarafından algılanışı üzerine bir konuşma yaptı.
Çapar, Türk öğretmenlerin ücretlerinin diğer azınlıklara mensup öğretmenlerden daha yüksek olduğunu, Milli Eğitim Bakanlığı'ndan gönderilen müdür yardımcısının da bir nevi kontrolör görevi gördüğünü söyledi.
Türk Ocakları'nın, Halkevlerinin ve Eğitim Enstitülerinin Türkifikasyon çalışmalarına nasıl katkıda bulunduklarını açıklayan Çapar, bu kurumlar arasında radikal bir farklılığa rastlanmadığını ifade etti.
Din eğitimi veren hiçbir gayrimüslim okulu yok
Araştırmacı Mehmet Ali Gökaçtı'nın tebliği ise "Cumhuriyet Dönemi Din Eğitimi Politikaları ve Kurumsal Yapıları" konusundaydı.
Gökaçtı, Osmanlı'dan günümüze kadar din eğitiminin geçirdiği evrimi aktardı ve bugün Türkiye'de din eğitimi veren hiçbir gayrimüslim okulu olmadığına dikkat çekti.
"Özkardeş" Kürtlerden, "Türk Vatanında Kürt Yoktur"a
"Müstakbel Türk'ten 'Sözde Vatandaş'a: Devlet ve Kürtler" başlıklı sunumunda ise ODTÜ'den Mesut Yeğen, Cumhuriyetin Kürtlere dair algısında dramatik bir kopuş yaşanmakta olduğunu söyledi.
1920 meclisinde Lazlar ve Çerkeslerle birlikte "özkardeşler" olarak tanımlanan Kürtlerin etnik hukuklarının da tanındığını belirterek, 1924 yılına gelindiğinde Türk'ten başka kavimler ve onların hukuklarının kabul edilmediğini, 1930-1990 yılları arasında da "Türk vatanında Kürt yoktur" tezinin savunulduğunu ifade etti.
Cumhuriyetin ısrarla Kürtleri Türkleştirilebilir gördüğünü söyleyen Yeğen, "eğer Türkleşebilirseniz birinci sınıf vatandaş olursunuz" vaadinin verildiğini, bu gerçekleşmediği içinde zora dayalı asimilasyon süreci ve buna bağlı iskan politikalarının hayata geçirildiğini söyledi.
Paralel ulus olarak Kürtler
Yeğen, Anadolu'nun büyük bir demografik değişime uğratıldığını, üç binden fazla köy boşaltmanın da iskan politikasının bir parçası olarak algılanması gerektiğini belirtti.
Mesut Yeğen, gayrimüslimlerin de ayrımcı pratiklere maruz kaldıklarını ifade etti.
Yeğen, Kürtlerin bugün Türk ulusuna paralel bir ulus olarak ortaya çıktıklarını ve bunun Türk ulusu için kabul edilemez bir durum olarak algılandığını söyledi.
Avrupa Birliği dinamiğinin değişime katkıda bulunduğunu söyleyen Mesut Yeğen, Kuzey Irak'taki Kürt devletinin artık Kürtlerin müstakbel Türkler olarak görülmesi ihtimalini zayıflattığını ifade etti.(TS/AD)