Ne kadar çok okunursa okunsun, düşünülürse düşünülsün, insanın başına bir iş gelmeden bazı konuları anlaması, kavraması mümkün olmuyor. Onun için eskiler "tecrübe"nin "yenilen kazıklarla" kazanılacağını savunurlar.
Dünya artık bir "tüketim" dünyası. Yalnız ürettiklerimiz değil, sahip olduklarımız, daha önemlisi "değer"lerimiz de sırayla tüketiliyor. Günümüz insanının "tüketici olması" isteniyor.
"Tüketmek" birilerinin daha çok kazanması için gerekli
Artık değerin "daha çok" sömürülebilmesi için "daha çok" tüketilmesi gerekli. Haksız biçimde el konulan "artık değer" yalnız üreten emekçinin değil. Tüketilen malın ya da hizmetin dağıtımında, dahası tüketiminde yer alanların da artık değeri.
Başka bir deyişle "sömürü" katmerli. Çünkü tükettiğimiz herşey gerçek değerinden daha yüksek bir değerle satılıyor. Aradaki fark bizlerin artık değerinin sömürülmesi demek.
Sonuçta hem üretirken, hem de tüketirken emeğimizin bir bölümüne el konuluyor. İşte bunu farklı bir şekilde sunmak ve bir tür yanılsama yaratmak amacıyla da "tüketici hakları" diye bir alan tanımlanmış.
Bunu yaparken de "bilinçli tüketici" yaratmak, "tüketici kültürü" oluşturmak diye bir hedef belirlenmiş. Tüketim konusu ve tüketim ekonomisini bilinçli bir şekilde çözümleyenler bunları çok iyi biliyorlar. Ama bilmek yetmiyor.
Ben de bildiğimi sanırdım. Bildiğimin bir tutuma dönüşmediğini "yediğim kazığın" farkına varınca anladım. Daha doğru bir deyişle bana doğruyu bir kere daha "hayat öğretti!" Yaşasın hayat! Yaşasın Hayat Okulu.
Bu girişten sonra eğer hâlâ bu yazıyı okuyorsanız, sizlere başımdan geçen bir olayı anlatayım da söylediklerim somutlaşsın. Böylelikle belki birileri "kazık yemeden" bilinçli tüketici -ki bence en bilinçli tüketici 'tüketmeyen' tüketicidir- olur.
Yüz milyonluk ucuzluk
Sonu "SA" ile biten bir dükkanlar dizisi var. Herkes biliyor. Girip dolaşması bile çok insana keyif verir. Önünden geçerken biraz zamanım varsa ben de dolaşır, satılanlar ve teknolojik gelişmeler konusunda bilgim olsun diye satılanlara göz atarım. Bu da aslında yukarıda eleştirdiğim "sürece" katılmak demektir.
Bir içerdekilerin sayısını bir kişi artırarak, bir anlamda ilgiyi bu dükkanlara çekmek, yani reklamını yapmış olmaktır. Ama özellikle teknolojiden etkilenmemek olanaksız. Başka bir deyişle Yeşillerin "ekolojik bilgelik" dedikleri tutumun henüz uzağında olmak demek. Bu dolaşmalarım sırasında bazı şeyler hoşuma gider, sonra onunla ilgili araştırmalar yaparım.
Birgün çok zorunlu olmayan bir "gereksinim" için yani aslında bir "eksiğimi" gidermek için bir elektronik eşya aldım. Fiyatı bir kampanyayla düşürülmüştü; üstelik taksitle satılıyordu. Aldığımı kullanmaya başlayınca "iyi" bir iş yaptığıma ikna oldum.
Bir hafta sonra bu dükkanlar dizisinin tanıtım için yayınladığı reklam broşüründe aynı eşyanın farklı bir fiyatla, tam yüz milyon TL daha ucuza satıldığını fark ettim. Şaşırdım.
"Kampanya" denilen satış yönteminin "üretilenin tümünü satmaya" böylelikle de onun için harcanan kapitalin yeniden üretime döndürülmesi için gerekli olduğunu, ancak tüketiciyi korumak ve haksız rekabeti önleyecek şekilde "kontrol" altında uygulandığına inanırdım. Bu nedenle fiyatı belli tüketim maddelerinde pazarlığın olamayacağını düşünürdüm. Böyle değilmiş.
Tüketici hakkı (!) dernekleri
Durumdan haberdar olunca; dükkana gidip bunun "tüketiciye saygısızlık ve beni enayi yerine koymak" olduğunu söyledim. Görevli benimle hiç tartışmadan beni merkezi şirketin "halkla ilişkiler" bölümüne yönlendirdi. Oraya da ulaştım.
Şikayetimi dinlediler, kayda aldılar ve araştırıp bana bilgi vereceklerini, bir hakkım varsa da bunun sağlanacağını söylediler. İki gün bekledim. Aranmayınca yeniden aradım. Önce daha önce alınan kaydı bulamadıkları için özür dilediler. Ama bundan tek defada yapılan bir şikayetin aslında kayda alınmadığını öğrendim. Yeniden sordular; ikinci kere anlattım; söylediklerimle ilgili notlar aldılar. Arayacaklarını söylediler. Kapattım.
Aynı günün akşamında arayıp bilgi verdiler. Yapılan iş "yasal"dı, arayabileceğim herhangi bir hakkım da yoktu. "Bunu istersem bana yazılı olarak bildirir misiniz?" diye sordum, yazılı bir başvuru yaparsam yazılı yanıt alabileceğimi söylediler. Teşekkür ettim kapattım. "Yüz milyon" ödeyerek "tüketici hakları" konusunda bir bilgi ve deneyim edinmiştim. Pahalıydı ama koruyucu işlevi vardı. Aynı kazığı bir daha yemeyecektim.
İçim rahat etmedi. Bu kez "tüketici hakkı derneklerini "ni aradım. Üç farklı derneğin telefon numaralarına ulaştım.İlkinde -ki en büyüğü olarak kamuoyunda reklamı yapılır- karşıma çıkan görevli benim derdimi dinlemeden tıpkı bir "devlet dairesi"nde işlem yapan birine davranır gibi davranarak bir başka merkeze "havale" etmeye kalktı.
Belli ki, başvurular onu çok yormuştu. Konuşma biçimi ve tarzı da gönüllü bir örgütlenmenin çalışanından, dahası bir hak arama örgütü mensubunun yaklaşımından daha çok hak ihlâl edenlerin savunucusu şeklindeydi. O örgütten birşey çıkmayacağını da böylelikle öğrenmiştim. "Yüz Milyon"un bana sağladığı bilgiler çoğalıyor, bilgi ucuzluyordu.
İkinciyi aradım. Orada karşıma çıkan kişi de tipik gönüllü kuruluş aktivisti tutumu içindeydi. Benim derdimi dinledikten sonra derneklerinin ve kendilerinin yaptıkları bu gönüllü faaliyetlerin zorluğundan yakındı. Nasıl güç koşullarda "hizmet" verdiklerini anlattı. Nelere rağmen, nasıl bedeller ödeyerek bu işlerle uğraştıklarını uzun uzun anlatarak önce bana sormadığım soruların yanıtlarını verdi; sonra da sorumun karşılığını söyledi:
Sonuç firmanın halkla ilişkiler temsilcisinin verdiği yanıttan farklı değildi; anlattığım olayda talep edilecek ya da "hesabı sorulacak" bir hak ihlâli yoktu.
Umudum giderek kırılıyordu ama bu da beni ikna etmemişti. Üçüncü aradığım dernek daha önce bir nedenle bağlantım olan bir dernekti.Ama bu kez karşıma çıkan görevlinin tavrı da temel olarak öncekilerden farklı değildi. Bana tüketiciyi koruma yasasının kimi maddelerinden yola çıkarak anlattığım olayda bir "hak ihlâli" olmadığını savundu.
Çıkarılan yasanın " bilinçli tüketici" yaratmayı hedeflediğini, dolayısıyla yalnız tüketiciyi korumadığını, aslında üreticinin de tüketici karşısında korunmasını sağlayan bir yapıda olduğunu söyledi. Özellikle memnuniyetsizlik halinde işleyen "iade" konusunda getirilen düzenlemeyle bunun sağlandığını örnekler vererek anlattı.
En çok da bu nokta üzerinde durdu ve -beni ayrı tutarak- bazı müşterilerin satıcıları nasıl "tongaya bastırdığından" örnekler verdi. Böylelikle satıcıların nasıl "mağdur" olduklarından söz etti.
Bu da benim için şaşırtıcı ama öğretici oldu. Tüketici hakkı derneğinin "satıcı hakları" eğitimi verdiğini öğrenmiş oldum. "Yüz Milyon"a bir çok bilgi öğreniyordum. Bilgi ucuzluyordu. Kampanya başlamıştı.
Artık başka yerleri aramaktan vazgeçtim ve yasayı okuyarak bilgilenmeye çalıştım. Bunun üzerinde yazmak da gerekli ama başka bir yazıda. Şimdi söylemek istediğim yalnızca şu: Bu yasa bir çok yanıyla yetersiz bir yasa.
Dahası özü gerçekten de "tüketiciyi korumak" değil. Öyle görünülmesini sağlamak. Yasa aslında genel olarak "tüketim" edimini koruyan bir yasa. Bu da yine aynı "yüz milyon" karşılığında öğrendiğim son bilgi oldu.
Şimdi bu yazıyı yazarken "hâlâ" bir ihlâl edilmiş hakkım olduğunu ve en azından beni enayi yerine koyarak bana karşı bir saygısızlık yapıldığını düşünüyorum.
Bunu fark etmemin bedelinin de yüz milyon TL olduğunu biliyorum. Farklı bir yaklaşım ve bir çözümü var mı bilemiyorum. "Var" diyenler varsa ve bana yazarlarsa onu da sizlerle paylaşırım.
Amacım benim ödediğim yüz milyonu ödemeden sizin de bu gerçekliğin farkına varmanız ve böylelikle bu yüz milyonun karşılığında "deneyim kazanan" kişi sayısının artması ve birim eğitim bedelinin düşürülmesi. Buna "züğürt tesellisi" diyenler çıkabilir. Ama yediğimiz kazıkları "rasyonalize etmezsek" yani kabul edilir hale getirmezsek insanı "yok" sayan bu dünyada ayakta durmayı nasıl başarabiliriz? (YS/BB)