Harvard Üniversitesi'nden Profesör Robert Darnton'ın The New York Times'te yayınlanan 27 Aralık 2018 tarihli makalesini Semih Bilgin bianet için çevirdi.
Siyaset iklimi değişti. Başkan Trump'un tweetlerinden yayılan ve yandaşlarınca köpürtülen gericilik, hoyratlık, yalan ve bayağılık kamusal atmosferi iyice kirletmekte. Nezaketin siyasal iletişime olanak sağlayan koruyucu katmanı, aynı dünyayı çevreleyen ozon tabakası gibi yok oluyor.
Sağlıklı bir iklimi nasıl ayakta tutabiliriz? Yanıtlamak zor, ama kimi tarihsel kişiliklerden örnek almak mümkün. Önereceğim isim biraz şaşırtıcı gelebilir: çağında düşünce dünyasını dönüştüren bir isim - 18.YY Avrupası'nda aydınlanma ilkelerinin gücünü harekete geçiren Fransız düşünür Voltaire.
Perukayı bir tarafa bırakalım
Tamam. Bu öneri ancak benim gibi bir akademisyenden gelebilir. ABD'deVoltaire ile kim ilgilenir ki? Olsa olsa kısa romanı Candide'i okumuş birkaç kolej öğrencisi çıkabilir, kimi izleyiciler de Leonard Bernstein'ın aynı adlı operetinden zevk almış olabilir, o kadar...
Ama romanın, okuyana huzur ve güven veren son cümlesi dikkate değer: "Bahçemize bakalım."
Kanımca, tüm edebiyatın en tanınmış cümlelerinden olan bu son söz, sorumluluk alıp uğraşmaya bir çağrı olarak alınmalıdır. Bahçeye bakmak, bitki yetiştirmek, özen, incelik, duyarlık ve sebat istemez mi?
İlk bakışta Voltaire tarihte kalmış tuhaf birisi gibi duruyor.
Çağdışı peruğu ve döneminde sıradışı görünen ahlak anlayışı ile geçmişin unutulmuş bir köşesine sıkışmış sayılabilir. Dahası, tutucu olduğu bile söylenebilir.
Zamanının yüksek ve güçlü kişileriyle, özellikle de XV. Louis ile içli dışlı olduğu bilinir. Bir önceki kral XIV. Louis'in kültürel sistemine öyle bağlıdır ki günümüzün tutulan politik değerleri üzrinden yapılacak bir sınavı pek kolay geçemeyeceği de açıktır. Örneğin "birileri de tarlaları sürecek" diye kitle eğitimine karşı çıktığı bilinir.
Öyleyse perukayı bir tarafa bırakalım. Ama ince zekayı tekrar düşünelim. Gericilere haddini bildirmekte mizah gibisi var mıdır?
"Düşmanlarımı gülünç kıl"
"Tanrıya tek bir şey için dua ettim" diyor Voltaire, "çok kısa: 'Tanrım, düşmanlarımı gülünç kıl.' Ve tanrı kabul etti." En güçlü cephanesi kahkaha idi: "Kahkahayı tarafımıza çekmeliyiz," diye canlandırıyordu kitleleri Paris salonlarındaki söylevlerinde.
Mizahın etki alanı salonlarla kısıtlı değil tabii. ABD'de bizim televizyonda Stephen Colbert'imiz var. Gazetelerde H.L. Mencken ve kitaplarda Mark Twain vardı.
Yine de mizah bazen seçkinci olabilmiştir. Voltaire de özellikle zevk ve sefa içinde zenginliğin keyfini sürdüğü gençlik döneminde seçkinleri dikkate alıyor, örneğin 1736'da yazdığı Dünyevi ("Le Mondain") şiirinde, Hristiyan ahlakının çileci sofuluğuna karşı çıkarken "bolluk son derece gerekli bir şeydir" diyordu.
Genç, hovarda Voltaire böyleydi. Ama bugün içinde bulunduğumuz kriz bakımından, yaşlı ve kızgın Voltaire'e kulak vermek daha doğru: 1760-1770'lerdeki yaşlılığında ikinci ve en güçlü silahını ortaya çıkarmıştı - ahlak tutkusu.
1762 yılında bir cinayet davası Voltaire'in ilgisini çekmişti. Toulouse yüksek mahkemesi, Katolik olmak isteyen oğlunu öldürmekle suçlanan Protestan tüccar Jean Calas'ı, işkenceyle idama mahkum etmişti. Mahkemenin kabulleri yanlıştı, dahası, Calas'ın suçsuzluğunu gösteren güçlü kanıtlar vardı.
Zulmün temelindekiler
Voltaire için bu dava yalnızca yargının yanılgısını değil, iki yüzyıldır Protestanların maruz kaldıkları vahşeti gösteriyordu. Katledilmiş, ülkeden sürülmüş, zorla Katolikliğe döndürülmüş, evlenme ve yasal yollardan mülk edinme gibi tüm medeni haklarından yoksun bırakılmışlardı.
Voltaire Protestanlara uygulanan zulmün temelinde genel hoşgörüsüzlüğü, hoşgörüsüzlüğün kökeninde de barbarlığı görüyordu.
Kaleme sarıldı. Din özgürlüğünün ve medeni hakların yazılagelmiş en büyük savunusu olan "Hoşgörüye Dair" metnini yazdı.
Zamanın egemenlerine, bakanlara, saraylılara, kanaat önderlerine yüzlerce mektup gönderdi. Gününün kitle iletişimi olanaklarını öyle ustaca kullandı ve kamuoyunu etkilemeyi başardı ki, ölümünden dokuz yıl sonra, 1787'de Protestanların haklarının tanınmasına yol açtı.
Voltaire bu mektuplarının çoğunu "Kötülüğü Ezin!" ("Écrasez l'infâme") çağrısıyla bitiriyordu.
Onun için "kötülük", hoşgörüsüzlükten batıl inançlara ve her türlü adaletsizliğe kadar uzanıyordu. Karşıtı olan hoşgörü ise, günümüzde en çok ihtiyaç duyuduğumuz ve Voltaire'in uygarlıkla özdeşleştirdiği nezaket de içinde olmak üzere çeşitli farklı kavramları barındırıyordu.
Voltaire için uygarlığın barbarlık karşısındaki zaferi, tarih sürecinin nihai hedefiydi. İlk kez 1756'da yayımlayıp 1778'de ölümüne kadar gözden geçirip genişlettiği en tutkulu çalışması "Ulusların gelenekleri ve ruhları üzerine makale" ("Essai sur les moeurs et l'esprit des nations") de aynı görüşü savunuyordu.
Trump çağında hedefimiz tam da bu olmalı. Gericiliğe karşı direniş ve medeni hakların savunulması için bir kez daha uygarlık ülküsüne sarılmak durumundayız. Bu da mizahla zenginleştirilmiş ahlak tutkusu gerektiriyor. (SB/PT)