Ardından, kamu hizmeti yayıncılığının tanımları ışığında TRT'nin rolü değerlendirilmeye çalışılacaktır. Sonuç bölümünde ise, bu iki tartışma alanının birbiriyle ne kadar yakından ilişkili olduğu üzerinde durulacaktır.
1971'den bu yana, TRT, kamu hizmeti yayıncılık görevini anayasal özerklikten yoksun bir şekilde sürdürmektedir. Özerkliğe sahip olmadan tarafsız olmaya çalışan bir kurum ise kamu hizmeti yayıncılığını yeterli bir şekilde icra edemez.
Kamu hizmeti yayıncılığının başarısı ya da başarısızlığı, söz konusu ülkenin siyasal kültürü ile yakından ilgilidir. Bu makalede ele alınacak veriler, Türkiye'nin siyasal yapısının, bağımsız kamu kuruluşlarına izin vermediğine işaret etmektedir.
TRT'nin özerkliği
27 Mayıs 1960 askeri darbesi, Türkiye tarihindeki en demokratik anayasanın zeminini hazırlamıştır. 1961 anayasası, toplumsal barışı sağlamak adına önemli bir girişimdi. Bu anayasanın yayıncılıkta devlet tekelini öngören 121. maddesi ile, radyolara (ve sonradan televizyona) tarafsız ve Özerk kamu kuruluşu statüsü verilmiştir (Hıfzı Topuz v.d., Yarının Radyo ve Televizyon Düzeni 90).
Önceki hükümet döneminde yapılan partizan radyo yayınları, özerkliğin anayasal garanti altına alınması gerektiğini göstermişti. Radyo ve televizyonların Özerk ve tarafsız olması, bu kuruluşların keyfi istismar alanı olmaktan kurtulması demektir.
TRT (Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu), 359 sayılı TRT Yasası ile l Mayıs 1964'te kuruldu. Hıfzı Topuz'un belirttiği gibi, bu yasaya göre TRT yönetim kurulu, Bakanlar Kurulu'nca atanan iki üye, üniversite ve konservatuarlar tarafından seçilen dört üye, TRT İçinden seçilen iki üye ve genel müdürden oluşuyordu (91-92). Bu sayede, yayınlar hükümetten bağımsız olabilecekti.
Oya Tokgöz'e göre "özerklik, teorik bakımdan radyo ve televizyonda, program yapımında, yönetimde, iktisadi alanda siyasi iktidara tabi olmama anlamına gelir. [....] Özerklik bu gibi kuruluşlara yaptıkları hizmetleri daha bağımsız, daha tarafsız ve engellenmeden yapabilme amacıyla verilmiştir. 'Özerklik' yalnız belirli bir grubun yararı için değil, tümüne karşı hizmet götürmek ve siyasi iktidarın hiyerarşik denetimi dışında kalabilmek demektir" (alıntılayan Topuz 90-91).
Özden Çankaya'nın, Bir Kitle İletişim Kurumunun Tarihi: TRT 1927-2000 adlı yapıtında belirttiği gibi, özerklikle ilgili düzenlemelere karşın, 359 sayılı TRT Yasası'nda, siyasal iktidarın yayına müdahalesine olanak verecek hükümler de vardı. Bu hükümler milli güvenlik, hükümet bildirileri ve devletin dış politikası gibi istisnai konulan içermekteydi (62). Bu durum, gerektiğinde özerklik kavramına halel getirilebileceğinin işaretiydi.
TRT'nin yayıncılık siyasası da, özerkliğin doğru şekilde uygulanmasına engel teşkil ediyordu. Politika haberlerinde, denge ve eşitlik uğruna, haber değeri kavramı geri plana itiliyor, bültenlerde bütün siyasî partilere eşit süre ayrılmaya çalışılıyordu. Bu durum ise, TRT "haber bültenlerinin iç dinamiğini bozuyor", bülten süresini "gereksiz yere uzatıyor" ve bültenlerde kemikleşmiş bir "protokol haberciliği"nin yerleşmesine sebep oluyordu (Çankaya 63).
Bu yüzden, TRT haberleri, özerkliğin ve tarafsızlığın gerekleri arasında olan, kamu ilgi ve yararına yönelik haberler verme ve farklı toplumsal grupların İhtiyaçlarını dikkate alma öğelerini ihmal etmiştir.
TRT kurulduktan sonra muhalefetin sesi radyoda duyulmaya başlamıştı. Ayrıca, radyo programlan yeni, çağdaş ve tartışmalı konulan işlemeye başlamıştı. Ne var ki, iktidar ve bürokrasi bu gibi gelişmelere hazır değildi. Bu sebeple TRT, özerklikle çelişecek bir takım baskılara maruz kaldı. Özerklik, TRT'nin kendi dışındaki kurumlarla ve bakanlıklarla doğrudan yazışmasını gerektirirken, böyle yazışmalar Turizm ve Tanıtma Bakanlığı tarafından engellendi (Topuz 94-95).
Bunun yanı sıra, Maliye Bakanlığı, TRT'nin hesap işlemlerini yasadışı olarak incelemeye kalkmış, TRT'nin radyo ruhsat gelirlerine el koymaya çalışmıştı. TRT'nin, ilk Özerklik yıllarından başlayarak çok fazla reklam alması ise, kurumun piyasaya ve özel sektöre bağımlılığının artması anlamına geliyordu (Topuz 95-97).
TRT'de "cinsel eğitim" konulu bir program yayınlanıp tartışmalara neden olduktan sonra, yayınların denetimi gündeme geldi. TRT, radyo yayınlarının denetlenmesi için nitelikli program uzmanlarını göreve getirdi. Fakat, ileride göreceğimiz gibi, TRT'nin özerkliği kaldırıldıktan sonra, "program uzmanı" seçiminde hükümetlerin siyasal eğilimleri etkin olmaya başladı (Çankaya 72-73).
Bülent Çaplı'nın, "TRT ve Kamu Hizmeti Yayıncılığı" makalesinde öne sürdüğüne göre, TRT'nin yönetici ve yayıncı kadrosu da özerkliği benimseyememişti. TRT yöneticileri, "özerkliğin çalışanlara değil kuruma verildiğini düşünerek, mutlak hiyerarşik bir örgüt yapısı" oluşturdu.
Böylece, alt kadrolardaki yayıncılar, kurumun karar alma mekanizmasında ve yönetimde söz sahibi olamıyordu. Bu da, özerkliğin TRT'de "kurumsal bir pratik olarak yerleşmesini" engelledi.
TRT'nin bir kurum olarak hem iç hem dış özerkliğe erişememesinin en önemli etkenlerinden biri, Türkiye'de yayıncılığın kurumsal anlamda bir geçmişten yoksun oluşudur (299-300). Neticede, ne hükümetler ne de TRT yöneticileri, özerkliğin usûlüne göre uygulanması konusunda gereken hassasiyeti gösterememişlerdir.
TRT, televizyon yayınlarına 1968'de başladı. Aynı tarihte, Avrupa'daki öğrenci eylemleri de hız kazanıyordu. Türkiye ise 1961 anayasasının getirdiği özgürlük havasını solumaya devam ediyor, sol ideolojileri yeşertiyordu. Nihayetinde Avrupa'daki öğrenci eylemleri Türkiye'ye ulaştı.
Adalet Partisi hükümetine karşı başlatılan gösteriler TRT ekranlarına ve mikrofonlarına da yansıdı. Bu durumdan rahatsız olan hükümet, TRT'yi öğrenci eylemlerini onaylamakla suçladı. Bazı politikacılar, TRT'nin uygulamakta olduğu özerklik ve tarafsızlık ilkelerini eleştirerek özerkliğin 121. anayasa maddesinden çıkarılması gerektiğini savundu.
Anayasa profesörü Muammer Aksoy, bu eleştirilere karşı tepkisini, "radyoyu tarafsız olmadığı için değil, taraflı olmadığı İçin beğenmiyorlar" sözleriyle dile getirmiştir (Çankaya 82-84).
Demokrat Parti'nin vârisi niteliğindeki Adalet Partisi hükümeti, herhangi bir kamu kuruluşunun kendisinden bağımsız olmasına alışık değildi. Dolayısıyla, TRT'nin siyasal ve toplumsal içerikli haberleri, TRT'nin özerkliğini içine sindiremeyen hükümette hoşnutsuzluk yarattı.
Çankaya'ya göre, TRT'nin tarafsız, toplumsal içerikli yayınlan, "ülkenin milli birlik ve beraberliğini bozan" yayınlar olarak nitelendiriliyordu. Karayolu taşımacılığının demiryolu taşımacılığına nasıl darbe vurduğunu anlatan ve Anadolu'nun çeşitli yörelerinde yaşanan kötü hayat koşullarını gösteren belgeseller bu tür "zararlı" yayınlardan sayılıyordu (85-86).
Sonuçta, Adalet Partisi hükümeti ve bazı siyasi partiler, 359 sayılı yasanın değiştirilmesi için uygun platform yaratma girişimlerine başlamışlardı.
12 Mart 1971 Muhtırasından sonra TRT dahil Türkiye'deki tüm demokratik kurumlar yeniden ele alındı. Mahmut Tali Öngören'in, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi'nin "Televizyon" maddesinde belirttiği gibi, TRT genel müdürü, yönetim kurulu üyeleri, TRT haber merkezi dışındaki yöneticiler ve yapımcılar ve en önemlisi de 359 sayılı TRT Yasası değiştirildi (2751).
TRT'nin özerkliği anayasanın 121. maddesinden çıkarıldı ve kurumun yalnızca tarafsız olması hükmü getirildi. Fakat, özerklik ve tarafsızlık kavranılan bir bütünün ayrılmaz parçalarıdır ve bu kavramlardan birinin eksikliği durumunda diğerinin varlığının fazla bir anlamı yoktur.
12 Mart Muhtırası'nın ardından, yeni hükümeti kurma görevi CHP'nin önemli isimlerinden Nihat Erim'e verilmişti. TRT'nin Özerkliğini kaldıran Erim, "TRT, Türkiye Cumhuriyeti'nin TRT'si olacaktır" beyanında bulunmuştur (Çankaya 90).
Bu beyanın altında yatan düşünce ise TRT'nin artık hükümet kontrolü altında bir kurum olacağıdır.
Özerkliğin kaldırılmasını mümkün kılmak için TRT'ye yöneltilen suçlamalar, kurumun partizan, yanlı, solcu, komünist ve din aleyhtarı yayınlar yapması ve Türkçe'yi kötü kullanması yönünde olmuştur.
Oysa, dil konusuna bakacak olursak, radyo programcılarının, o yıllarda, Osmanlıca sözcüklerden arınmış, "Öztürkçe" diye nitelendirilebilecek bir dil kullandıklarını görürüz. O dille, TRT'nin günümüzde kullandığı Türkçe'yi karşılaştıracak olursak, örneğin İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi profesörü Muharrem Ergin'in, "TRT'nin bugün kullandığı dil"i, "Türk kültürünü yıkmak isteyenlerin, cahillerin, Türkçe'yi bilmeyenlerin" uydurduğu bir dilin "millet parasıyla devletin müessesinde çöreklenmiş bir temsilcisi" olarak eleştirdiğini kaydetmemiz gerekir (alıntılayan Çankaya 90-91).
Mümtaz Soysal'a göre "Türkiye gibi bir ülkede [...] özerklik yalnız siyasal iktidara karşı değil, toplumda ağır basan görüşlere ve değer yargılarına karşı da bağımsız olma anlamına geldiği için gereklidir".
Anayasadan TRT'nin özerkliği hükmü kaldırıldıktan sonra 359 sayılı yasada da değişiklikler yapılmıştır. "Kültür" ve "eğitim" gibi ifadeler, "milli kültür" ve "milli eğitim" olarak değiştirilmiştir. Yasaya, yayınlarda "milli güvenlik ile genel ahlakın gereklerini ve milli gelenekleri gözetmek" gibi ifadeler eklenmiştir (Çankaya 93, 95).
Dolayısıyla, TRT'nin "solcu" olarak görülen ideolojisi karşısında hükümetin "sağcı" ideolojisi güçlenmeye başlamıştır.
359 sayılı yasanın değişmesiyle birlikte TRT yönetim kurulunun yapısı da özerkliğini kaybetmiştir. Değişiklikten önce genel müdür, yönetim kurulunun Bakanlar Kurulu'na önerdiği adaylar arasından seçilip atanırken, artık Bakanlar Kurulu, istediği genel müdürü atama yetkisine kavuşmuştu (Topuz 107-108). Bu, siyasal iktidar el değiştirdikçe TRT genel müdürünün, dolayısıyla da TRT kadrosunun da değişeceği anlamına gelir. Bu durum, TRT'nin bir politik mücadele arenasına dönüşmesi sonucunu doğurmuştur.
Kamu hizmeti yayıncısı olarak TRT'nin rolü
TRT'nin bir kamu hizmeti yayıncısı olarak rolünü anlayabilmek için, Öncelikle, kamu hizmeti yayıncılığının genel tanımına göz atmak gerekir. Kamu hizmeti yayıncılığı, belli bir ulusun sınırları içinde ulus bilincinin ve ortak bir kültürün yaratılması ve güçlendirilmesi fikri ile koşuttur.
Asıl amaçlanan ise, bir ulusa özgü kültürel özelliklerin tüm vatandaşlarca paylaşılması, "ulus fikrine" ve "siyasal bütünlüğe zarar veren unsurların dışlanması" ve izleyiciye belli bir eğitim ve kültür empoze ederek "ideal" bir ulusun yaratılmasıdır (Çaplı, "TRT ve Kamu..." 294-95).
Ali Nihat Yazıcı'ya göre, bir kamu yayın kurumunun amacı bilgilendirmek, eğitmek ve eğlendirmektir (13). Kamu hizmeti yayıncılığının en önemli İlkelerinden biri, teknik ve içeriksel boyutlarda tüm nüfusa erişmektir. Bu bağlamda, her kesimin memnuniyeti anlamına gelen "çoğulculuk" İlkesi, kamu hizmeti yayıncılığının vazgeçilmez bir öğesidir (Çaplı "TRT ve Kamu..."295). Dolayısıyla yayıncılar, her türlü izleyici profilini dikkate almalıdırlar.
Yazıcı, kamu yayın kuruluşlarının ruhsat ücretlerinin ve gelir kaynaklarının, hükümet ya da devlet tarafından belirlenip kontrol edilemeyeceğini savunur. Kamu hizmeti yayıncılığının "ortakları" izleyicilerdir; yani yayın kurumunun bulunduğu ülkenin vatandaşlarıdır. Reklam gelirleri, kamu yayın kuruluşlarının birincil gelir kaynağı olmamalıdır. Aksi takdirde, kamu yayın kuruluşu popülizme kayar ve kamu yararına yayın yapma amacından sapar. Kamu yayın kurul uslan reytinglerini ve reklam gelirlerini artırma uğruna ilkelerinden taviz vermezler (Yazıcı 12-13).
Çaplı'ya göre, kamu hizmeti yayıncılığı ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte "özerk kamu kuruluşları eliyle" yürütülmelidir. Bu kuruluşlar toplumun her kesimine eşit uzaklıkta durmalıdırlar. Ayrıca "siyasal iktidarlardan gelecek baskı ve yönlendirmelere karşı" yasal güvenceleri olmalıdır. Ne var ki, bu ilkeler pratikte gereğince uygulanmamaktadır (295).
İlk bakışta, TRT, çoğulculuk ilkesini yerine getiriyormuş gibi görünür. Çaplı ve Dündar'ın belirtmiş oldukları gibi, 1980'den sonra TRT yayınlan "renklenmeye" ve "çeşitlenmeye" başladı, l Temmuz 1983'te TRT yayınları renkli hale getirildi. 6 Ekim 1986'da "kültürel yayınlara ağırlık vermek amacıyla" TRT 2 yayın hayatına girdi, l Ekim 1989'da eğitim ve spor programlarına yoğunlaşacak olan TRT 3 yayına başladı (303). Son yıllarda ise TRT 3 zaman paylaşımlı olarak TBMM-TV ve spor karşılaşmaları yayınlamaktadır.
30 Temmuz 1990 tarihinde TRT 4 yayına başladı. Bu kanalda Anadolu Üniversitesi'nin hazırladığı Açık Öğretim programları ve belirli günlerde de at yarışları yayınlanmaktadır. Tutarlı bir yayın politikası olmayan TRT 4'Ün eğitim programları da çekici ve zevkli bir üsluptan uzaktır (Çankaya 330-31).
2 Ekim 1989'da TRT-GAP, Güneydoğu Anadolu Projesi'ni desteklemek amacıyla yayına başladı. Bu projenin amacı Türkiye'nin güneydoğu bölgesini kültürel ve sosyal olarak kalkındırmaktır. TRT-GAP'ın hedefi yöre halkını tarımsal ve endüstriyel yatırımcılık alanında eğitmek, girişimciliği artırmak ve bölgedeki problemleri tartışma platformlarına taşımaktır.
28 Şubat 1990'da ise yurtdışına yayın yapan TRT-INT açıldı. Bu kanal, özellikle yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarına yönelik yayın yapmaktadır. TRT-INT'in gurbetçi Türk vatandaşlarına verdiği ulusal ve kültürel aidiyet duygusu, bu kanalın kamu hizmeti yayıncısı olarak rolünü tartışmasız çok önemli kılar (Çankaya 331-32).
TRT, farklı kesimlere ulaşıp onların ihtiyaçlarına cevap verebilecek birçok kanala sahip olmasına rağmen, tüm bu kanalları kapsayacak tutarlı bir yayın politikasına sahip değildir. Kanalların içerikleri farklı kesimlere hitap edecek programlarla donatılmamıştır.
TRT'nin kamu hizmeti yayıncılığı rolünü zedeleyen bir diğer etken tecim-selleşmedir. Beybin Kejanlıoğlu'nın belirttiği gibi, 1987'de TRT gelirleriyle ilgili bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeden sonra film, bant, plak ve dergiden, reklamlardan ve diğer ticari işlemlerden elde edilen gelirler TRT bütçesinin önemli kaynaklan arasına girmiştir (Kejanlıoğlu 174). Bu durum, yukarıda belirtildiği gibi, TRT'nin özel sektöre giderek daha çok bağımlı hale gelmesine yol açmıştır.
Özerklik TRT Yasası'ndan kaldırıldıktan sonra, TRT'de milliyetçi, gelenekselci ve sağcı bir ideoloji baş göstermeye başlamıştır. Yayıncılık esaslarım etraflıca kapsayacak bir yayıncılık politikası oluşturulmamıştır. Bir kamu hizmeti yayıncısının ilk amacı izleyici memnuniyetini sağlamak olmalıyken, TRT'nin birincil amacı, hükümetin çıkarlarını gözetmek haline gelmiştir. Böylece, TRT, hükümetin resmi televizyon ve radyo kanalı haline gelmiştir. Demokratik bir kamu hizmeti yayıncılığı Türkiye'de gerçekleşememiştir.
1990'da, Türkiye'nin ilk özel televizyonu Star-1'in yayına girmesiyle, birçok özel kanalın açılmasına tanık olacak bir dönem başlamış oldu. Bu kanalların içerikleri, tutucu bir içeriği olan TRT'ninkinden hayli farklıydı. Bu sebeple, izleyicilerin ilgisi Özel kanallara kaydı. Çaplı'nın "Turkey" adlı makalesinde söylediği gibi, radyo ve televizyonlarda devlet tekeli kaldırıldıktan sonra, TRT kendini, özel kanalların reyting savaşı verdikleri katı rekabet ortamında buldu.
TRT'nin reklam pastasından aldığı pay yüzde 43'ten yüzde 27'ye düştüğü gibi diğer gelir kaynaklarında da artış yaşanmıyordu. Ayrıca, bir çok TRT çalışanı daha iyi maaş ve mevki karşılığında özel kanallara geçtiklerinden, TRT'nin personel sayısında azalma yaşandı (140-141).
TRT'nin tek çözüm yolu "yeniden yapılanma" idi. 1998'de TRT için bir "değişim programı" hazırlanması amacıyla McKinsey & Company adlı uluslar arası danışmanlık şirketi ile anlaşıldı. Bu program, TRT'nin yeni iletişim ortamına ayak uydurması için çok önemliydi. Yeni bir logo, canlı ve renkli jenerikler, özel kanallarınkine benzer eğlence programları ve yeni yerli diziler TRT'nin yeni yüzü olmuştu.
Bu yenilikler, TRT'nin yayıncılık anlayışının değişmesini de sağladı (Çaplı, TRT ve Kamu..." 307). TRT, bu değişimi şu sloganla açıklıyordu: "Artık içerik ve biçimin bütünleştiği, izleyicinin tercihi ile şekillenen programlar, kurumsal kimliğe uygun olarak tasarlanmış ekranlarda halkla buluştu" (alıntılayan Cankaya 338).
TRT, bu değişimin sonucunda kamu hizmeti yayıncılık görevini gereğince yerine getirebiliyor muydu? TRT'nin yeni görünümü, kamu hizmeti yayıncılığının ilkelerinden olan "izleyicinin isteklerini karşılama" rolünü mümkün kılıyor muydu?
Yeniden yapılanma ile TRT'nin amacı izleyicinin ilgisini geri kazanmaktı. Ne var ki, TRT'nin izlediği yol, özel televizyon kanalları gibi olmaktı. Oysa bir kamu hizmeti yayıncısı, özel kanallarla rekabete girmemelidir. TRT'nin, reytingini artırmaktan ziyade özel televizyon kanallarının ihmal ettikleri alanları nitelikli yayınlarla doldurmayı amaçlaması gerektiği öne sürülebilir.
Ali Nihat Yazıcı, 15 TRT çalışanı ile kurumun yeniden yapılanması ile ilgili olarak görüşmeler yapmıştır. Bu görüşmelerden çıkan öneriler şu şekilde Özetlenebilir.
"TRT'nin ilk amacı kamu hizmeti yayıncılığı ilkelerine uygun, vatandaşlar tarafından izlenen ve sahip çıkılan bir yayın çıktısına sahip olmak olmalıdır" (146).
TRT'nin, "bugünkü mantık ve yapı ile" bu amaca ulaşması zordur. Bu sebeple TRT'nin "var olan Örgütlenme yapısı üzerinde değişiklik yapmaktansa, tüm yapı yeni baştan kurulmalıdır". "Örgütlenme yapısı, özellikle program ve teknik [bazında] bürokrasiyi azaltacak şekilde oluşturulmalıdır" (145).
Ayrıca, "çağdaş" bir kamu hizmeti yayıncılığı, "ancak çok iyi eğitilmiş personel ile mümkün olabilir". Bu sebeple "hizmet içi eğitim"e daha çok ağırlık verilmelidir (146). "Kurum çalışanları [...] ilk TRT Yasası'nda olduğu gibi yönetim kurulunda bir veya iki üyeyle temsil edilmelidir" (145).
Bu çalışmanın gösterdiği gibi, TRT'nin daha esaslı değişikliklere ihtiyacı vardır. Yalnızca görünüşte değişiklik yapmak, kamu hizmeti yayıncılığının ana hedeflerine ulaşması için yeterli değildir.
Sonuç "
Türkiye'nin siyasal kültürü, özerk ve tarafsız bîr kamu hizmeti yayıncılığı önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Bugün, hükümetlerin TRT haber bültenleri ve yayıncılık politikası üzerindeki etkisi yok olmuş değildir.
Özel televizyon kanallarının açılmasından sonra TRT'nin varlık nedenleri sorgulanmaya başlanmıştır. Yeniden yapılanma TRT için olası bir kurtuluş yolu olarak görülmüştür.
Fakat, özerklikten yoksun bir kurumdan, yeterli bir kamu hizmeti yayıncılığı beklemek mümkün değildir. Tatmin edici bir kamu hizmeti yayıncılığı ile özerklik arasında çok yakın ilişki vardır. TRT, kamu hizmeti yayıncılığı rolünü, ancak bağımsız ve özerk bir kurum olursa layıkıyla yerine getirebilecektir.(AÖ/BA)
* Ayçin Özkan'ın incelemesi Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin yayın organı Çağdaş - Gazetecilerin Gazetesi'nin Mayıs-Haziran 2004 sayısında yayımlandı.
Kaynakça
Cankaya, Özden. Bir Kitle İletişim Kurumunun Tarihi: TRT 1927-2000. İstanbul: Yapı Kredi Yayınlan, 2003.
Çaplı, Bülent. "TRT ve Kamu Hizmeti Yayıncılığı". Türkiye'de Gazetecilik. 292-313. --. "Turkey". Television and The Vi-ewer înterest. 135-253.
Kejanlıoğlu, Beybin. Türkiye'de Yayıncılık Politikası. Ankara Üniversitesi: Yayımlanmamış Doktora Tezi, 1998. Mitchell, Jeremy ve diğ., yay. haz. Television and The Viewer înterest, London: John Libbey, 1994.
Öngören, Mahmut Talî. "Televizyon". Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. Cilt 10. İstanbul: İletişim Yayınları, 1985.2748-56.
Tılıç, L. Doğan, yay. haz. Türkiye'de Gazetecilik. Ankara: Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayınlan, 2003. Topuz, Hıfzı, ve diğ. Yarının Radyo ve Televizyon Düzeni. İstanbul: İLAD-TÜSES Ortak Yayın, 1990.
Yazıcı, Ali Nihat. Kamu Yayın Kurumları ve Yeniden Yapılanma. Ankara: TRT Eğitim Dairesi Başkanlığı, 1999.