"Osmanlı İmparatorluğu'nun son Yüzyılındaki Ermeniler" konu başlıklı konferansın ikinci kez Boğaziçi Üniversitesi'nde yapılmasını engelleme amacıyla, kendisine başvurulan idare mahkemesi T.C.Anayasasının 36,37, 38, 138 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 6/1 ve 7. maddelerini bertaraf ederek durumdan vazife çıkarıp toplantının son saatine "yürütmeyi durdurma" kararını yetiştirmiştir.
Mahkemenin işlediği bu görev suçuna yöneltilen eleştiriler ise ilgili savcılıkça "adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs"olarak değerlendirilmiştir!
Şemdinli halkınca suikast eylemleri planlamak ve gerçekleştirmek üzere suçüstü yakalanan subayların, haklarındaki tahkikat henüz başlamış ve delillerin toplanılmasına devam edilmekteyken, görevli savcılıkça serbest bırakılmış ve en üst düzeydeki askeri yetkilice zanlıları koruma altına alan sözler sarf edilmiştir.
Yine aylardır ceza soruşturması usulsüz ve siyasi intikam ve kan kana mecrasında yürütülen, evi hallaç pamuğu gibi atılıp aranan, delil karartma, tanıklar üzerinde baskı kurma, kaçma şüphesi bulunmayan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın hakkındaki haksız tutukluluk işlemi ve savcılığının yetki dışı basın açıklamaları, bu duruma dayanamayıp intihar eden tutuklu diğer zanlı.
Kendisi ile yapılan röportaj üzerine hakkında yürütülen iki soruşturmadan biri takipsizlikle sonuçlanırken diğeri 765 sayılı TCK'nın 159/1'e takılarak sanık konumuna düşürülen yazar Orhan Pamuk.
Benzer gerekçe ve isnatlarla yargılanan gazeteci, yazar ve akademisyenler örnekler maalesef çoğaltılabilir.
Yukarıda zikredilenler son günlerde ülke gündemini yoğunca meşgul etmiş ve edecek örneklerden birkaç tanesidir.
Hukuksal ve siyasal menşeini düşünce ve ifade özgürlüğünü cezalandıran totaliter sistemden alan yukarıdaki örnekler ve diğerleri normalize olma yolunda hızla yol alırken, 1 Haziran 2005'te yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK düşünce ve ifade özgürlüğünü yasaklayan onlarca maddesi ile düşün ve haber alma hayatında mayın döşeli bir düzeni ustalıkla örüvermiştir.
"Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs" başlıklı TCK'nun 288. madde de mayın döşeli bu yolculukta, güvenlik supabı olarak hazır tutulmuştur.
Madde: "Bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hakim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. "
Halbuki yukarıda verdiğimiz birkaç örnekten de açıkça anlaşılacağı üzere yargının bizzat kendisi masumiyet karinesini ve adil yargılamayı ağır derecede ihlal ettiğidir.
Düzenleme, totaliter sistemin iki bakımdan son vurucu silahıdır;
1- Yargıyı, evrensel ölçekte dürüst (resmi ve popüler söylemle adil) yargılama işleyişine kavuşturmamaya yönelmesi,
2- Düşünce ve ifade özgürlüğünü her hal ve aşamada kısıtlamaya yönelik potansiyellik taşımasıdır.
Türkiye yargısı, bağlı olduğu ulusal ve uluslar arası pozitif hukuk mevzuatına rağmen, hazırlık ve son soruşturmaları dahil bütünüyle dürüst mü yürütülmektedir ki, kanun koyucu "adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs" gibi bir suçu ihdas etmiş ve gerekçesinde de yargısız infazları önlemeyi amaçladığını ileri sürebilmektedir?
Adalet Bakanlığı'nın geçen yıllar ki istatistik verilerine göre; açılan davaların büyük çoğunluğunun ya savcılık aşamasında takipsizlikle ya da esas mahkemesince beraatla sonuçlandığı bilgisi ışığında tekrar sormak lazım:
Birçok kişinin Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) 90 ve 100.maddelerine aykırı olarak yakalanmaları ve tutuklanmaları, ardından yine CMK 170. maddesine aykırıca (eksik soruşturma, delillendirme ve gerekçelerle) haklarında iddianame düzenlenerek sanık statüsünde aylarca, bazen yıllarca gözaltında, tutukevlerinde veya mahkeme koridorlarına mahkum edilmelerinin bizzat kendisi yargısız infaz değil de nedir?
Sıkça yaşanan bu telafisi imkansız mağduriyetlerin önlenmesi için yeni CMK'daki "iddianamenin iadesi" (md.174) prosedürünün mahkemelerde uygulanmayışı, yine Ceza Yargılaması Hukukuna aykırıca açılmış söz konusu davalarda savunma yanca yapılan savunma ve taleplerin mahkemelerce, hakim kararlarının gerekçeli olmasını düzenleyen CMK 34. maddesine ve AİHS 6/1'e göre aykırıca değerlendirilmemesi veya ret edilmesi, yine aynı şekilde mahkemece verilen hükmün CMK 230.maddesine göre gerekçesiz oluşu ve savunma yanca ileri sürülen taleplerin hiçbirinin tartışmaması halleri bize bu geleneksel işleyişin adilliğini mi gösterir?
Bu yargı pratiğinde zanlı, sanık, müşteki sıfatı ne olursa olsun hepsinin ortak paydası adli yargının dürüst olmayan işleyişinde uğramış oldukları hak kayıplarıdır.
TCK 288. madde birlikte, bundan böyle düşünce ve ifade özgürlüğünden veya başka suçlardan yargılanacak zanlı veya sanıkların " suçlarına" konu olan ne yazıları ve eylemleri, ne de yargının tüm soruşturma safahatlarının dürüst gidip gitmediği hususları eleştiri konusu yapılamayacak ve yargının statükocu kollarına teslim edilecektir.
Kırılan kollar bizim olduğundan yen içindeki muhafazası da itina ile yapılacaktır.
Bir savunman olarak yargılama sürecinin adilane gitmediğini ve mevcut bu durumun yargının kemikleşmiş organik yapısına her geçen gün hızla nüfuz ettiğini dillendiriyor oluşum ne vatandaşlar ne de meslektaşlarım nezdinde kimseyi şaşırtmayacaktır.
Kanıksadığımız ve içselleştirdiğimiz trajedi ortadayken, umut tacirliği yapmanın ve kendimizi sanal konumlara koymanın ne yeri ne de zamanıdır. Görülmesi yasaklanan çıplak kralın bıraktığı boş yer, vatandaşın koşup gittiği çeteler ve siyasi yakınlarla, hızla doldurulmaktadır.
Sürecin biraz daha devamı ise yargıya olan simülasyon güven, inanç ve saygının tümüyle yok olmasıyla sonuçlanacaktır. Yüksek yargı temsilcilerinin son 7 yıldır her adli yıl açılışında adil olmayan bu düzene has bel kader değinme çabaları, ertesi yılki açılış konuşmasına bir prova görünümüne dönüşmüştür.
Verilen acil SOS çığlıkları da konuşmanın yapıldığı salon duvarlarıyla günün haber ajanslarının satır aralarında kaybolup gitmektedir. Avrupa Birliği'ne (AB) tam üyelik sürecinde Türkiye'ye verilen iki yıllık ev ödevleri arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarının iç hukuka dahil edilmesi de bulunmaktadır.
Dahil edilmesi istenen bu içtihatlar arasında; Adil Yargılanma Hakkı başlıklı AİHS'in 6.maddesini ihlalden Türkiye aleyhine yüzlerce mahkumiyette bulunduğunu hemen hemen az çok tüm meslektaşlarım bilir.
Binlerce kez yazılıp çizilmiştir Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun ( HSYK) yapısıyla işleyişi, marangoz hatası olarak adlandırılarak ustası mazur görülmeye çalışılan savcının mahkemedeki konumu, Tibet keşişleri kadar olmasa da toplumdan izoleli yargıç ve savcıların yaşamları, zamanla organik bir birlikteliğe dönüşmüştür.
Sav ile sentez temsilcilerinin bu kürsü ve yaşam ortaklığı zamanla görev ve fikir ortaklığına doğru evrilişi de bu tablonun doğal sonucudur. Bu fotoğraftan dürüst bir yargılama beklemek ise hayalciliktir.
Konu herkesi yakından ilgilendirmesi bakımından, yalnızca hukukçulara pas edilemeyecek kadar hayati öneme haizdir.
Muhafazakarlığı ile bilinen hukuk camiasının, bu ünü ile yetinmeyip, günümüz "güvenlik sendromlu kutsal devlet ideolojisi" ile kendisini kutsayıp duruşu, konunun yalnızca bu kesime havale edilmemesi gerektiğinin sanırım makul bir sebebi sayılabilir.
Biz hukukçuların bu genel düşünme ve davranış halinin devamı ise toplumsal barış ve özgürlük beklentilerinde yaşamsal öneme sahip düşünce ve ifade özgürlüğünü aşındırıp yok etmesi yanında, avukatların savunma güvencelerini de dinamitlemektedir.
Zaten bu son hususta 25.05.2005 tarihinde 5271 sayılı CMK'nın 151/3' te "..müdafilik görevinden yasaklama" başlığı ve içeriğiyle, avukatlardan da gelecek potansiyel tehlikelere karşı gerekli önlemler de alınmıştır artık!
Yargının kutsadığı hukuk manivelasıyla verdiği çoğu pragmatik ve konformist kararlar, sürekli verili düzeni üretmesinin ötesinde, "ön alıcı güvenlik pusulalı kutsal devlet merkezine kayarak mevcut statükonun da geri hattına düşüvermektedir. Binlerce yılın birikimi kişi hak, güvence ve özgürlükleri yaratılan bu dokunulmaz kutsal yabancılaşmayla, bilinç ve belleklerden de yavaş yavaş silinmektedir
Yasanın başlığı, içeriği ve gerekçesi, korumaya çalıştığı hukuki yararın aksine, öngördüğü ceza ile masumiyet karinesinin yargı unsurlarıyla ihlaline cevaz verip, adına karar verdiği halkın ve temsilcilerinin bu işleyişin dışında tutarak kendine dokunulmaz kutsal bir zırh örmektedir. Halbuki yargı "cihazında" kutsallıkların yeri olmaz.
Olsa olsa güvenceler olur ve bu güvenceler içerisinde tüm iktidar odaklarına ve özellikle yargının kendisine karşı sanığın savunma hakkı özel bir yere sahiptir. Aksi hal yargı mensuplarının oluşturacağı kastsal yapıyla dürüst yargılama ihlali gittikçe derinleştirecektir.
Suçun toplumsallık özelliğinin de bulunması nedeniyle toplumsal savunma görevi de üstlenen başta avukatlar olmak üzere, yazarların, gazetecilerin,sanatçıların ve halkın; yargılamada sübjektif ve objektif tarafsızlık ve bağımsızlık, suç ve cezada kanunilik, sanık haklarının güvenceli ve özgürlükçü yorumlanması vs. yönündeki hakaret içermeyen tüm eleştiri ve uyarıları adil yargılamayı etkilemeyi değil, tam tersine demokratik ve dürüst yargılamanın gerçekleşmesi yönünde zorunluluktur.
Aksi halde bu adalet cihazının, halkın değil iktidarların cihazı oldukça hangi "masum" vatandaşı yutacağı hiç belli olmaz. (ED/BA)
* Avukat Erdal Doğan'ın, İstanbul Barosu, yazısı 5 Nisan 2006'da Birgün gazetesinde yayımlandı.