Ufuk Uras, Pertev Aksakal, Sinan Tutal, Saruhan Oluç, İkbal Polat, Melike Keleş, Özlem Türkmen, Zübeyde Kılıç tarafından ÖDP 4. Olağanüstü Konferans/Kongresi öncesinde yayınlanan bildiri
1. ÖDP, yeni bir konferans sürecini yaşıyor. Seçim siyaseti konusundaki taktik farklılaşmalar ve bunlar üzerinden yaşanan tartışmalar süreci belirliyor. 5. Olağan Konferans’ta Genel Başkan seçimi ile ilgili başlayan tartışmalar, seçim politikaları ve bu bağlamda gündeme gelen partinin iç hukukuna ilişkin yorum farklılıkları nedeniyle gelişirken, esas itibariyle iki temel küme ortaya çıkıyor. Karşılıklı güvensizlik ve kuşkuların derinleştirdiği bu tartışmaların ardındaki ideolojik ve politik farklılıklar ise bugüne kadar net olarak ortaya konulamamış durumda. Saflaşmalar pratik tutumlar etrafında gerçekleşirken, bu durum bahaneden öteye gitmeyen kimi ideolojik gerekçelerle de örtülmek isteniyor.
2. ÖDP, tanımı gereği çoğulculuğu ilke edinmiş, bunu Tüzük ve iç hayatında garanti altına almış bir kitle partisidir. Dolayısıyla bu çoğulcu yapı içinde farklı fikirlerin var olması, bu fikirler etrafında kümelenen grupların bulunması son derece doğaldır. Sonuçta bu fikirlerin temsili noktasında esas belirleyici olacak olan konferans iradesidir. ÖDP Tüzüğü ve seçim sistemi farklı fikirlerin yönetim kademelerinde “nispi temsili”ni öngördüğü için, ortaya çıkacak sonuç partinin bütün farklılıklarını da yansıtacaktır. “Çoğunluk” fikirlerin önümüzdeki süreçte partinin ana yönelimleri üzerinde belirleyici olacağı/olabileceği usuller de yine Tüzük’te yer alıyor. Konferans iradesi sonucunda “azınlık” olan görüşler ise kuşkusuz “parti içi demokrasi” kuralları temelinde bir sonraki konferansta fikirlerini “çoğunluk” haline getirmek için çaba göstereceklerdir.
3. Bu son derece basit gerçek karşısında bir örgütsel bölünmeden, kopuşlardan, Konferans’ta istekleri gerçekleşmeyenlerin partiyi terk edeceklerinden söz etmek gerçekten de anlaşılamaz bir durumdur. Bugün ÖDP’den uzaklaşma değil, yeni insanların ÖDP’ye katılması günüdür. Üstelik ÖDP’de son dönemde yaşananlar bugünün ve yakın geleceğin politik görevleri noktasında olgunlaşmış, kristalize olmuş politik bir tartışmadan kaynaklanmıyor. Oysa birlikte yürümeyi imkansız kılacak bir durum söz konusuysa, bu son kertesine kadar tüketilmiş politik bir tartışma sonrasında ortaya çıkabilir. O nedenle bugün yapılması gereken, önümüzdeki sürece ilişkin politik bir hattın ve bu hattın gereklerini yerine getirecek örgütsel yapının nasıl olacağının hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın ortaya konulmasıdır. Bu bakımdan öznel değerlendirmeler ve çıkarsamalara dayalı, kişiselleştirmelerden kurtulamayan bir polemiğe değil, ÖDP'nin her kademesine yayılmış gerçek bir politik tartışmaya duyulan ihtiyaç ortadadır. 12 yıllık mücadele arkadaşlarının tümüyle birlikte sürdürülen ve birbirini anlamayı hedefleyen bir tartışma olmadan, varsa politik farklılıklarımızı ortaya çıkarmak, tezlerimizi geliştirmek, solda yenilenmeyi sağlamak ve ülkemiz soluna yararı olacak bir sonuca ulaşmak mümkün değildir.
Seçimlerin ortaya çıkardığı politik tablo
1. Genel seçimler ve ardından Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi önümüzdeki döneme ilişkin siyaset alanının nasıl şekilleneceğinin sınırlarını oluşturuyor. 27 Nisan Ordu Muhtırası’nın ardından ortaya çıkan seçim sonuçları yeni bir güç dengesi kurulmasına yol açtı. Artık yeni dönemin siyasal yönelimleri esas olarak yüzde 47’lik bir oy oranına ulaşan AKP’nin politik iradesi doğrultusunda gelişecek. Bu tablo, AKP’nin bir bütün olarak Türkiye’yi “kapitalist küreselleşme sürecine” entegre edecek yönelimin taşıyıcısı olması; ekonomiden siyasal düzenlemelere, dış politikadan sosyal politikalara kadar tüm alanlarda bu genel perspektif doğrultusunda davranması demektir.
2. 2001 krizinin ardından uygulamaya konan Kemal Derviş Programı’na sadık kalan AKP, bugün de aynı perspektif içinde davranacağını ortaya koyuyor. İlk dönem iktidarında bu politikaların yarattığı değişim önümüzdeki dönemde de derinleşerek sürecek. Bu ise büyük sermayenin küreselleşmeye eklemlenmesinin devam etmesi, bu süreçte sermayenin el değiştirerek temerküzü, yeni sermaye kesimlerinin palazlanması ve emek hareketinin güçsüzleştirilmesi anlamına geliyor. AKP’nin ilk döneminde görüldüğü gibi büyük gruplar arasında ortaya çıkan sermaye kayması, AKP destekçisi yeni grupların ortaya çıkması ve var olanların güçlenmesi bu sürecin başlıca özellikleri arasında yer alıyor. Özellikle küreselleşmenin devre dışı bıraktığı sektörlerdeki yıkımlar, tarım alanında yaşanan tahribat, küresel rekabet yüzünden işgücünün ucuzlaması, işsizlik ve yoksulluğun derinleşmesi ve toplumsal dışlanmanın artması bu politikaların sonuçları olarak ortaya çıkıyor. Bu sonuçların doğuracağı tepkileri bir yandan bastırmaya, diğer yandan ‘sosyal yardım’ adı altında bir tür sadaka politikalarıyla etkisizleştirmeye yönelik yaklaşımlar ise daha belirgin hale geliyor. "Gülme sırası bizde" ifadesiyle belleklerde yer eden Halit Narin'in, sudan nedenlerle sendikalarla görüşmeyeceğini dile getirmesi, yeni dönemde emek hareketi ve emekçiler, işçiler karşısında sergilenecek tutumun ilk ipucunu veriyor.
3. Benzer bir durum ülkenin kökleşmiş iç ve dış politika sorunlarının da üst üste yığılmasında ortaya çıkıyor. Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu gibi tarihsel sorunlar, dünyanın yakından ilgilendiği ve eski çerçevesinde tutulamayacak sorunlar olarak varlıklarını sürdürüyor. AKP'nin angaje olduğu küreselleşme politikaları ve AB üyelik sürecinin ihtiyaçları bu sorunların çözümünü zorunlu kılıyor. Bir yandan kapitalist küreselleşmenin gerekleri, diğer yandan iç politik dengelerin baskısı arasında kalan AKP için sorunlar tam da bu noktada başlıyor. Anayasa tartışmalarından başlayarak bu konuda gelgitlerin, güç savaşlarının yaşanacağı sancılı ve mücadele dolu bir süreç hepimizi bekliyor.
Yeni dönemin politik hattı küreselleşmeci AKP’ye karşı alternatif olmaktır
1. Sol bu çerçevede nasıl bir politika izlemeli, siyasal yönelimlerini hangi noktalarda yoğunlaştırmalıdır? Sol açısından en büyük yanılgı, AKP’ye karşı, dolayısıyla sermayenin küreselleşmesine karşı muhalefetini laiklik ve yaşam tarzı, Cumhuriyeti kollama ve milliyetçilik temelinde kurmaktır. Geçtiğimiz dönemde sol adına davranan ya da öyle algılanan CHP-Baykal tarzı muhalif bir çizgi İP’ten, TKP’ye çeşitli sol parti ve grupları etkilemiş; demokratik kitle örgütlerinde, sendikalarda, meslek birliklerinde etkili olmuş ve nihayet Cumhuriyet mitingleri yoluyla toplumsal bir etki yaratmayı da başarmıştır. Ancak seçim sonuçları, CHP-DSP birleşmesinde ifadesini bulan bu muhalefet anlayışı açısından bir başarısızlık olarak ortaya çıkmıştır. Üstelik bu anlayış, AKP eliyle toplumda yaygınlaştırılan muhafazakarlaşmaya ve toplumun içinde mayalanan yaşam tarzına yönelik gerici ve baskıcı yönelimlere karşı özgürlükçü laikliği temel alan etkili bir duruşu da gerçekleştiremiyor.
2. Seçim sürecinin bir başka temel özelliği, bir Ordu Muhtırası gölgesinde seçimlerin yapılmış olmasıdır. Özellikle muhalefet çizgisini “Cumhuriyeti kollama ve laiklik savunusu” üzerinden yapan partilerin muhtırayı destekler bir tutum takınmaları da AKP’nin tepki oylarını almasına yol açmıştır. Sonuç olarak orta sınıflara dayanan, devletçi; anti-demokratik ve milliyetçi bir “sol” anlayış AKP karşısında kaybetmiştir.
3. Benzer bir biçimde AKP’ye ve onun taşıyıcısı olan kapitalist küreselleşmeye karşı sadece “darbe” karşıtı, liberal özgürlükleri savunan ve esas olarak siyasal programını AB’yle sınırlayan bir muhalefet anlayışı da toplumsal planda bir etki yaratamıyor. ‘Ulusalcı sol’un görece geniş kitleler nezdinde bir güç elde etmesine karşın; sadece liberal özgürlükleri savunan kesimler üç-beş aydın ve köşe yazarından öteye geçemiyor. E-muhtıra sonrasında oluşan tepkilerin AKP şemsiyesi altında toplanması ve izlemeyi vaat ettiği politikalar, bütün yalpalamalarına rağmen AKP’yi liberalleşmenin esas adresi haline getiriyor.
4. Yeni dönem AKP eliyle Türkiye’nin kapitalist küreselleşmeye entegre edilmesinin derinleşeceği bir dönem olacaktır. Aslında AKP’nin küresel kapitalizme entegrasyonun partisi olduğu, bunun yarattığı tahribat karşısında sınıfsal bir muhalefetin geliştirilmesinin gereği sıkça dile getirilse de, bu konuda somut politikalar-pratikler geliştiremeyen ve her politik konjonktürde farklı noktalara savrularak farklı güçlerin çekim alanına giren sol, kendi toplumsal etkisini, bu sürece muhalif bir noktadan ve kuşkusuz bunun alternatif çözümleri üzerinden kurgulamayı başardığı ölçüde arttırabilecektir. Bu muhalif çizgi farklı toplumsal talepleri bünyesine katan AKP'nin, bu talepleri tatmin edememesinden doğan kopuşlardan oluşacak siyaset alanını etkileyecektir. Daha açık bir ifadeyle, yoksul halk kesimlerinin AKP'den umudunu kesmesi karşısında, sol bu kesimlerle buluşmaya talip olacak tek güç olmalıdır. Elbette bu mücadele zemini, milliyetçilik, ırkçılık, gericilik ve ordu müdahalesiyle ilgili muhalefet görevlerinin ortadan kalktığını göstermez. Yeni dönemde asıl kavranması gereken politik halka, solu AKP’nin alternatifi haline getirmek olmalıdır.
5. Emek karşıtı neo liberal politikalar karşısında izlenecek politikalar tartışmaya yer bırakmayacak şekilde açık ve belirginken, AKP'nin diğer sorunlar karşısında AB sürecinin de etkisiyle gündeme getireceği politikalar ve bunlar karşısında gelişecek ırkçı-milliyetçi muhalefet karşısında takınılacak tutum, sol için bir turnusol kağıdı olma niteliği de taşıyacaktır. Tüm mağdur kesimler için özgürlük, demokrasi ve eşitlik talebinde bulunmak, hak ve özgürlüklerin istikrarlı savunucusu olmak, ÖDP’de temsil edilen sol ve devrimci tutumun vazgeçilmez koşuludur. Solu liberallerden ayrıştırmanın yolu, bu sorunların çözümünü onlara terk etmek veya AKP'ye oy verenlerin bir bölümünü de etkileyen milliyetçi politikalarla uyum aramak değildir. Sol ve devrimci politikaları ayrıştırabilmek için, bir yandan emekçilerin taleplerini sürekli canlı tutmak ve politik gündeme girmesini sağlayacak mücadeleleri geliştirmek, diğer yandan demokrasi ve özgürlüklerin sınırlarını genişletici bir politik hattı ortaya koymak ve toplumsal kesimleri bu iki bağlamda seferber edebilmek gerekir. Programımız’da yer aldığı şekliyle ‘emeğin Avrupası ve sosyal bir Avrupa’ politikasının vurgulanması bu ayrıştırma bakımından önemli bir araç niteliği taşıyor.
6. 5. Konferans kararlarında belirtildiği gibi, "Bu süreci tersine çevirecek olan şey, eşitlikçi, özgürlükçü ve dayanışmacı bir sol hareketin örgütlenmesi ve siyasal alanda bir güç haline gelmesidir. Bu konjonktürde milliyetçilikle ve kapitalist küreselleşme süreciyle bağlarını koparmış bir siyasal hattın oluşması büyük önem taşımaktadır. Bu, hem iki kutup arasında tercihe zorlanan insanlara bir alternatif sunmanın yoludur hem de yanlış kutupta özne olmak istemeyenlere, tepkili olup da bunu dile getirmek isteyenlere kendilerini ifade edecekleri bir kürsü ve örgütlenme sunma mücadelesidir."
Bu politik görev hangi örgütsel araçlarla başarılabilir?
1. Bağımsız aday süreci ve bu sürecin yarattığı toplumsal etki hemen bir “örgütsel kalıba” dökülmek isteniyor. Bunlardan ilki “çatı partisi” önerisidir. Henüz dile getirenler tarafından net bir şekilde içeriklendirilmemiş de olsa, tanım farklı partilerin ya da kümelerin bir “çatı” altında birleşmesini ima ediyor. Özellikle DTP’nin, solun çeşitli kesimlerini de içerecek bir biçimde “çatı partisi” haline dönüşmesi isteniyor. Bu öneri pratik olarak uygulanamazlığı bir yana, bugün siyaset için elverişli bir araç olarak da görülemez. “Farklı öncelikleri” olan Kürt muhalefetinin ve sosyalistlerin, solun bir ve tek bir “çatı” altında birleşmeleri her iki kesim açısından da sorunludur. Tam tersine, sosyalist hareket ve Kürt hareketi elbette dayanışma ve ortak pratikler geliştirme temelinde “bağımsız”lıklarını korumak durumundadır.
2. İkinci örgütlenme önerisi önce sosyalistlerin bir araya gelmesi ve daha sonra dışa açılmanın koşullarının belirlenmesidir. Bu öneri de bugünün siyasal sorunları karşısında anlamlı bir öneri değildir. Bitmek bilmez ideolojik ilke tartışmaları solun önemli geleneklerinden biridir. Ortak bir parti içinde yer almak için tüketilecek enerjinin, dışsal bir mücadele için harcanması daha doğru bir tutum olacaktır.
3. Yakın dönemde gördüğümüz en yoğun konsolidasyon çabasının (Cumhuriyet mitingleri) seçimlerde umut edilen sonucu sağlamamasının yanı sıra, şüphesiz ki, CHP’nin kendisini destekleyen toplumsal kesimlerin ekonomik ve sosyal taleplerine duyarsız kalmasının yarattığı boşluk görülmeden de politika yapılması mümkün değildir. Toplumsallaşmak isteyen bir sol hareket, bu alana ilişkin bir politikayı mutlaka geliştirmek zorundadır. Ne var ki, politik programını CHP’nin başaramadığını başarmakla sınırlayan bir “parti girişiminin” önümüzdeki dönemin politik görevlerini gerçekleştireceğ ini ummak son derece yanıltıcıdır. O nedenle sosyal demokrat kesimlerle sosyalistleri bir araya getirecek ve bu özelliği ile CHP’ye alternatif olacak “yeni bir parti” önerisi bu haliyle denenmemesi gereken bir yoldur. Çünkü CHP’den umudu kesen ve yeni bir seçenekle çıkış arayanların karşısına “yeni bir CHP” iddiasıyla değil, özgürlükçü sol politikalarla çıkmak gerekir.
4. Bütün bu “aceleci” örgütlenme önerilerinin tartışmanın önüne geçmesini engellemek önemlidir. Ancak bu, bugünkü örgütsel çerçevelerin; ayrı ayrı partiler ve çevreler halinde var oluşun onaylandığı anlamına da gelmez. Türkiye’de AKP’ye ve onun temsil ettiği politikalara karşı muhalefetin sosyal demokratlardan Kürtlere; sosyalistlerden çeşitli toplumsal muhalefet hareketlerine kadar uzanan bir ortak davranışı gerektirdiği reddedilemez bir gerçekliktir. Ama bunu gerçekleştirecek ortak bir pratik yaşamadan, bir güven ilişkisi tazelemeden, örgütsel denemelere girişmek sağlıklı sonuçlar yaratmayacaktır.
5. Son Konferansımız; ÖDP, "Küreselleşmenin yarattığı olumsuz sonuçlara karşı çıkan, çok kültürlü, çok kimlikli, çok inançlı bir toplum gerçeğini savunan, milliyetçilik karşıtı bir politikayı kendi dışına da taşan bir kararlılık ve eylemlilikle, hem örgütlü kesimler hem de yurttaşlar arasında her düzeyde temel ilke edinen bir mücadele hattını örmelidir. Sağlık, eğitim ve sosyal güvenliği bir kamu hizmeti olarak değerlendiren; Kürt sorununun demokratik zeminde, silahsız ve şiddetsiz bir ortamda çözümünü savunan; demokratikleşme ve özgürlükler konusunda evrensel ölçülerden ve sol değerlerden taviz vermeyen; eşitlik ve dayanışma için mücadele eden; yoksulluk ve işsizlik karşısında sosyal adaletçi bir yönelimi benimseyen; devlet içinde ve dışında oluşmuş ve hukuk dışı olan tüm çetelerin ve yapıların tasfiyesi için kararlı tutumundan vazgeçmeyen; dışlanmışlığa karşı her alanda mücadelesini sürdüren ve milliyetçiliğe karşı eşitlik, özgürlük ve demokrasi temelinde, özgürlükçü laikliği savunan bir sol mücadele programını hedefler ve bunun dışındaki arayışların sakıncalı ve solun değerleri ile bağdaşmaz olduğunu her alanda gösteren bir çalışmayı esas alır.” demektedir.
6. Bugünkü konjonktürde bu görevleri yerine getirmek için önümüzde hiç kimsenin mevcut örgütlenmesinden vazgeçmeksizin ortak bir pratik sergileyeceği 2 temel aşama bulunuyor: Anayasa tartışmaları ve yerel yönetim seçimleri. Bu iki etap için de yukarıda belirtilen yaklaşımı anlatarak bir “güç birliği platformu”, bir “sol koalisyon” oluşturmak, bunu bütün ülke çapında yaygınlaştırmak mümkündür. Bu güç birliğinin nasıl bir örgütlenme modeli ortaya çıkartacağı, nasıl koordine edileceği beraber saptanabilir. Bu ortak hareketin bir sonraki genel seçimlerde nasıl bir örgüt formu alacağı ise yaşanacak ortak bir pratik sonucunda ortaya çıkacaktır.
Olağanüstü Konferansımız ne yapmalı?
1. ÖDP böyle bir yapının ortaya çıkması, bunun emek örgütlerinden, toplumsal hareketlere kadar yaygınlaştırılması, bütün ülke çapında ayaklarının oluşturulması için inisiyatif almalı, bunun pratik çalışması için çaba sarf etmelidir. Bu onun kuruluşundan beri geliştirmiş olduğu politikalarına son derece uygun ve 12 yıllık hayatı boyunca birçok kez başardığı bir şeydir.
2. Olağanüstü Konferans, seçilecek Parti Meclisi’ni bu konuda görevlendirmelidir. Yeni PM, Konferans'tan aldığı güçle derhal faaliyete başlamalı, Anayasa ve yerel seçimler sürecinde gerekli girişimleri yapmalıdır. Emekçiler başta olmak üzere, tüm düzen mağdurlarının talepleri etrafında yaygın bir ortak mücadeleyi örgütlemelidir.
3. Bu politikalar etrafında birlikte yürümeyi imkansız kılacak bir durum söz konusuysa, bunun son kertesine kadar tüketilmiş politik bir tartışma sonrasında ortaya çıkabileceğinin bilinciyle, PM, ÖDP'nin her kademesine yayılmış gerçek bir politik tartışmaya duyulan ihtiyaca cevap verecek bir süreci hızla kurgulamalıdır.
4. Partimizin ve solun içinde bulunduğu daralmayı aşmak, küreselleşme mağdurlarının, işsizlerin, emekçilerin, kırsal kesimdeki çiftçi ve üreticilerin, işçilerin ve tüm ücretli çalışanların, emeklilerin, kadın ve gençlerin gerçek temsilcisi olabilecek bir toplumsal güç yaratabilmek için bu görevleri yerine getirmek zorunda olduğumuzun bilincindeyiz. ÖDP’nin ve ÖDP’lilerin bu sürecin asli unsuru olduğuna inanıyoruz. Bu inançla ve bilinçle tüm partilileri, parti dostlarını, solda birlikte yürümek isteyenleri, toplumsal muhalefet hareketlerini geliştirme ve solu büyütme mücadelesine çağırıyoruz.