ABD’de bir film projesi üzerine çalışan aktris sanatçı ve aktivist Sona Tatoyan Kavala için kaleme aldığı yazıyı Agos’la paylaştı. Tatoyan'ın yazısını Agos'taki haliyle yayınlıyoruz.
Kendisine şefkatle Marie nene dediğimiz Suriyeli Ermeni büyükannem, 2012’de Noel’den birkaç gün önce Halep’teki evinde tek başına vefat ettiğinde, beni en çok teselli eden kişi Türkiye’den bir tanıdıktı. O zamandan bugüne yakın bir dost haline gelen bu insan bugün İstanbul’da yüksek güvenlikli bir hapishanede haksız yere tutuklu bulunuyor.
Osman Kavala Türkiye’nin en büyük elçilerindendir: Ülkesinin iyileşmesi için şiddetli bir sorumluluk duyan, ulusunun yükselmesine kendini adamış, Türkiye’nin özgün liderlik kapasitesinin korkudan değil, sevgiden geldiğine tereddütsüz inanan bir adam.
Osman Kavala köprüler kurar: Türkiye’nin farklı azınlık gruplarından tutun sokak çocuklarına, haklarından mahrum bırakılmış, yaralanmış ve sessizleştirilmişlerin yorulmak bilmez savunucusu, sayısız sanatçı, yazar ve kültür üreticisinin destekçisi.
Marie nene, Halep’teki havaalanı savaşın şiddetlenmesi nedeniyle kapatılmadan birkaç gün önce öldüğünde, İstanbul’daydım. Beş çocuğundan hiçbiri onu gömmek için Suriye’de bulunmuyordu. İki tanesi ABD’de yaşıyordu; üç tanesi de birkaç ay önce eşleri ve çocuklarıyla birlikte Ermenistan’a mülteci olarak göç etmişti.
O zamanlar Osman Kavala’yı sadece iki aydır tanıyordum. Bu ölçülü ve sessiz beyefendi benim durumumdan çok etkilendi. Bir akşam yemeği sonrası, gözlerinde yaşlarla, Marie neneyle ilgili bir yazı yazmam konusunda ısrar etti. Türkçeye çevirecek ve kabul gören, ilerici ve bugün Türkiye’deki ifade özgürlüğüne dönük baskılardan dolayı kapatılmış olan Radikal gazetesinde bastıracaktı.
Bu Türk adamın benim kişisel trajedimle neden bu kadar ilgili olduğunu sormak zorundaydım. “Büyükannemle çok yakındım" diye cevap verdi. Kibar sesi derin bir duyarlılıkla canlılığını yitirdi. Böylece, onun ısrarıyla büyükannemle ilgili kişisel bir yazı yazdım. Osman bana, kendi perspektifimi daha geniş bir Türkiyeli okuyucu kitlesiyle paylaşma fırsatı verdi.
Marie nenenin ailesi Gaziantepliydi, Halep’te doğmuş ve bu içinde yaşadığı dünyanın, Ermeni, Türk ve Arap dünyasının kültürel kavşak noktası haline gelmişti. Yuvasını terk etmeyi ve kalbini karanlığa bırakmayı reddeden bir kadın: Büyükannem...
Venedik Bienali ve dökülen gözyaşları
Osman’la yasımı paylaştığım o dönemden beri, bu kibar adamın ruh, zaman ve destek açısından ne kadar cömert olduğuna sayısız vesileyle şahit oldum. 2015’te beni ve başka bir Türk dostu Venedik Bienali’nin açılışına katılmamız için davet etti. O yıl Türkiye pavyonunda Türkiyeli Ermeni sanatçı Sarkis’in solo sergisi vardı – Türkiye için 1915 Ermeni Soykırımı’nı anmak için kuvvetli ve etkili bir yol.
Bu harika kültürel ifade, güçlü bir kabullenme ve Ermenilerle Türkler arasında kırılmış ortak tarihin iyileştirilmesi, bir köprü oluşturması açısından kullanılmıştı.
Müthiş sergiyi dolaşıp galeriye asılmış vitrayları hayranlıkla izlerken, arkadaşımın Hrant Dink’i anan bir kolaja büyülenmiş bir şekilde baktığını farkettim. Katledilen Türkiyeli Ermeni gazeteci, Osman’ın yakın bir arkadaşıydı. Gözyaşları Osman’ın yüzünden yavaşça dökülürken benim gözyaşlarım da onunkilere katıldı. Bakışlarımız bir farkındalık anıyla birleşti, sonra sessizce devam ettik.
Ben ataları Anadolu’dan gelen Suriyeli, Amerikalı bir Ermeniyim. 14 senedir, Micheline Aharonian Marcom tarafından yazılan meşhur The New York Times kitabı ‘Three Apples Fell from Heaven’ın (Cennetten Üç Elma Düştü) film projesi üzerine çalışıyorum. Bu eser Ermeni kimliğinin kırılganlığının kökenini, mirasımızın melankolisini ve benim şahsi inancıma göre bu travmayı yaratıcı bir şeye evirme kapasitemizi kavrayan bir eser.
Türkiye’yle ilişkim çok yönlü, karmaşık, acı verici ve kendi kalbime açılan bir patika. Bu hayatların merkezinde, karanlık zorlukları çözen Osman Kavala’yla olan ilişkim yer alıyor. Osman benim için başka bir Türkiye’nin yolunu açtı. İnsanları birbirine mükemmel bir şekilde bağlayan Osman aracılığıyla güzel insanlar tanıdım ve etrafımda güzel bir topluluk kurdum. Türk, Kürt, Ermeni, Suriyeli sanatçılar, yazarlar, yönetmenler, akademisyenler ve müzisyenler, paylaşmak, üretmek, ağlamak, gülmek, yani görünenin ötesine geçmek için bir araya geldik. Osman Kavala manevi bir cerrah.
Sanat ve diyalogun gücü
Bugün, Osman’la geçmişte yaptığımız konuşmaların parçaları zihnime üşüşüyor: Biz tutkulu bir şekilde merhametten bahsederken Osman heyecanlıydı.
Ermenileri ve Türkleri nasıl iyileştirecektik? Bizi tüm acılarımızdan özgürleştirebilecek gerçekle nasıl yüzleşecektik? Bize kalan mirasların ötesine nasıl geçecektik? Bunu birlikte nasıl yapabilirdik?
Sanat aracılığıyla yapabilirdik! Diyalog aracılığıyla! Kültürel angajman ve karşılıklı saygı aracılığıyla. Birlikte çalışarak, bir araya gelerek.
Bu bahar Berlin’deki bir kahvaltıdan kalan bir sahne kafamda dönüp duruyor: Osman’ın kibar mavi gözlerine bakarken sesim çatlıyor ve şöyle diyorum: “Osman, seninle olan dostluğum beni iyileştiriyor. Aramızdaki bu uzamın enerjisi ikimizi de özgürleştiriyor. Osman, sen benim ilacımsın.” Gözleri iyice açıldı ve orada dakikalarca birlikte sessizce oturduk. Ve bu gerçekti.
Osman Kavala’da, yakıtı kültürel kimlik değil insanlık olan birini tanıdım. Ne ya da kim olursa olsun kırılmışlara bir köprü olmayı kendine görev bilmiş bir insan tanıdım. Osman Kavala’da bir ışık kaynağı tanıdım; beni ve benim gibi pek çok başkalarının hayat boyu süren karanlığını aydınlatan büyük ve soylu bir ışık. Topluma nüfuz eden kopukluğa tepki olarak birleştiren bir adam.
Umutlar hapsedildi
Şu son iki senede, Türkiye’nin demokrasiyle bağı gün geçtikçe koparken, dostum için endişeleniyordum. Onu son kez birkaç ay önce gördüğümde onun güvenliği için duyduğum bencil kaygı, onun işinin Türkiye toplumu için ne kadar önemli olduğuna dair algıma üstün gelmişti.
Bir süreliğine Berlin’de kalması için ısrar etmiştim, "Ülkemi terk etmeyeceğim" demişti; “İşimi yapmayı bırakmayacağım. Bu önemli. Burası benim evim.”
18 Ekim’de Goethe Enstitüsü’yle, mültecileri Türkiye toplumuna entegre etmek amacıyla hazırlanan kültürel arası bir projenin toplantısının yapıldığı Gaziantep’ten İstanbul’a döndü. İnişte alıkonuldu ve gözaltına alındı.
Hükümeti devirmeye teşebbüsle suçlandı – onu tanıyan herkesin ifade edebileceği gibi gülünç ve uydurmaca bir suçlama. Ülkesine hizmet etmesi ve geri kalanımızla iletişim köprüleri kurması için dünyanın ona her zamankinden çok ihtiyacı varken, Osman Kavala yüksek güvenlikli bir hapishanede izole edilmiş bir şekilde kalıyor, yakında bir duruşma tarihi de yok.
Fakat İstanbul’daki hapishanede kalan adam Türklerin, insanların en iyisinin bir örneği: zarif, cömert, misafirperver, açık yürekli, kapsayıcı, entelektüel ve kesintisiz bir yaşam sevincine sahip. Bu vahim adaletsizlik, sadece Türkiye değil, daha geniş perspektifte dünya için de daha aydınlık gelecek umutlarını hapsediyor.
Osman Kavala, yuvasını terk etmeyi ve kalbini karanlığa bırakmayı reddeden benim cesur, öngörülü dostum...
Böylesine parlamayı nasıl başarabiliyor? Destek ve iyilikle kutsananlar, küresel bir topluluk, bu ışıkla dayanışma içine.
Daha fazlasını öğrenmek için lütfen www.osmankavala.org‘u ziyaret edin. (EA)