Bu ülkeye misafir gibi geldiği iddiasında olduğunu yazan bildirilerle "tatile çıkanlar"a ne oldu da, artık buranın sahibi gibi konuşmaya başladılar?
Aslında, buraya bizi kurtarmaktan(!) çok, adanın stratejik önemi nedeniyle geldiklerini -Bu stratejik önemin yalnızca Türkiye ya da Yunanistan için olmadığını CIA'in yıllar sonra açıklanan dosyalarından çok açık anlıyoruz- ve buralara kadar gelmişken Kıbrıs'ı -Kıbrıslıları değil, yanlış anlaşılmasın- kurtarmaya(!) da çalıştıklarını; ama görevi tamamlayamadıklarını da yine sonradan yapılan kimi açıklamalardan -daha geçenlerde, "tamamıyla Türk toprağı olan Kıbrıs'ın Kuzeyinin kurtarıldığını, ancak görevin bitmediğini" açıkladılar ya!- öğrenmiş olduk çok şükür!..
Kafama takılan asıl soru, "Kurtarıcıların neden, sonradan kurtardıklarına da düşman gözüyle bakmaya başladıkları" gerçeğiydi.
Sonunda -her zaman olduğu gibi- imdadıma en büyük kurtarıcı ABD yetişti.. Sağ olsunlar! İyi saatte olsunlar!..
Dünyayı her türlü musibet ve haşereden kurtarıp; her bir tarafa demokrasi ve insan hakları taşımak gibi ilahi bir görevle ortalığı kan gölüne dönüştüren ABD yetkilileri, benim gibi kıt akıllıların kafacıklarını bu tür sorularla yormamalarını sağlamanın yolunu Hollywood stüdyolarında bulmuşlar.
Geçenlerde seyrettiğim böyle bir film sayesinde, aklıma takılıp da yıllardır çözemediğim soruların cevaplarını, şak diye buluverdim...
Senaryo uzayda geçiyor... Uzay gemisini işgal eden, örümcek benzeri uzaylılar (dış mihraklar), gemi mürettebatından zayıf kişilikli olanlarını (iç mihraklar) seçip; onların ağızlarından içeriye dalıp; kafalarına yürüyorlar... Ve kafalarına yerleştiklerinin beyinlerine hükmedip; dünyayı işgal etmeye çalışırlar...
Ama bu örümcek kafaların unuttuğu bir gerçek var: Dünyada -en çok da ABD'de- zayıf kişilikli olmayan; dünyayı -nedense bu replik, "insanlığı" diye geçmiyor hiçbir senaryoda- kurtarmak için ölmeye ve öldürmeye hazır pek çok kurtarıcı kahraman vardır...
Sonunda, bu türden üç beş sağlam karakterli kahraman dışındaki herkesin -hatta gemiyi yöneten kaptanın bile... Çünkü o iyi bir askerden çok pısırık bir siyasetçidir- kafasına yerleşir o düşman örümcekler.
Yapılması gereken, -en yakın arkadaşın da olsa- kafasını örümceklere kaptırmış olanların kafalarını uçurup; düşmandan kurtulmaktır. Bu cesareti gösteremeyenleri örümcekler birer birer ele geçirir...
Geriye kalan en sağlam karakterli, en cesur iki kişi, -bu kahramanlardan biri kadın, biri erkek olur her zaman- filmin başında kurtardıkları arkadaşları da dahil gemidekilerin tümünün kafalarını uçurup; gemiden kaçmaya çalışırlar. Ama henüz görev bitmemiştir.
Uzay gemisinde daha bir sürü işgalci örümcek ve yapılacak iki iş daha vardır. Biri gemiyi havaya uçurup; öldürebildiği kadar örümcek öldürmek; ikincisi de aşağıdaki (dünyadaki) dost güçleri olaydan haberdar etmek.
Kendini de -vatanı için- feda etmek anlamına gelen kutsal görev elbette ki erkek kahramana kalacaktır. İşin içinde kaçmak olan diğer görevse, doğal olarak(!) kadın kahramana düşer.
Filmin son sahnesi oldukça çarpıcıdır. Aşağıda bir yerlerde, bir askeri kampta, gemideki kahramanlıklar videodan gösterilip "Dünya'yı kurtarmak için yeni kahramanlar aranır." Yapılan anons ise, neyin kurtarılması gerektiği anlayışının en çarpıcı örneğidir: "Haydi öldürmek için sen de savaşa katıl."
"Bu anlattıkların yalnızca filmlerde olur" diyeniniz varsa, aklınıza geçen günlerde, basına açıklama yapan Irak'ta görev yapmış ABD askerlerinin, "onları bir böcek gibi görüyor, ona göre davranıyorduk" sözleri gelsin. (TÖ/TK)
* Tamer Öncül'ün yazısı 20 Temmuz 2007'de Kuzey Kıbrıs'taki Yeni Düzen gazetesinde yayınlandı.