TMMOB’a bağlı İnşaat Mühendisleri Odası’nın Ankara ve Diyarbakır şubeleri tarafından Diyarbakır’da düzenlenen ve büyük ilgi gören 7. Uluslararası Tarihi Yapıların Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devri Sempozyumu bugün sona erdi.
İki gün süren sempozyumda, tarihi yapıların depreme karşı korunması, güçlendirilmesi ve geleceğe güvenle taşınması için öneriler sunuldu.
Sempozyum boyunca yapılan sunumlar ve tartışmalar, tarihi yapıların korunması ve geleceğe taşınması konusunda önemli bir yol haritası sunuyor.
Özellikle depremlerden zarar gören tarihi yapılar için güçlendirme çalışmaları ve yeni teknolojiler kritik bir rol oynayacak.
Sunumlar, sempozyum sonrasında bir kitapta toplanacak ve bu alandaki uzmanlar için rehber niteliğinde olacak.
Sonuç olarak, sempozyumun ortaya koyduğu veriler, tarihi mirası koruma adına önemli adımlar atılmasını sağlayacak.
"Yeni teknolojiler ve modellemeler tarihi yapıları kurtarabilir"
Maraş merkezli depremlerden sonra Türkiye’nin birçok ilindeki tarihi yapılarda meydana gelen hasarlar sempozyumun ana konularından biriydi. Bu depremler sonrası özellikle taş yapılar ve yığma binalarda büyük yıkım yaşandı.
Roma Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gianmarco de Felice, “Tarihi taş yapıların depreme karşı güçlendirilmesi için yeni teknolojiler” başlıklı sunumuyla dikkat çekti.
Felice sunumunda, tarihi binalarda kullanılan malzemelerin zayıflıklarını ele aldı. “Depremler sonrası taş yapılarda hasar çok büyük. Bu yapılar dışarıdan sağlam görünebilir, ancak içlerinde kullanılan malzemeler oldukça zayıf. Duvarların dışı sağlam taş olsa da iç kısmında kullanılan malzemenin kalitesiz olması nedeniyle yıkım kaçınılmaz oluyor” dedi.
Tarihi yapıların deprem dayanıklılığına yönelik geliştirdikleri teknolojik çözümleri paylaşan Felice, deprem anında yapıların nasıl güçlendirilebileceğini örneklerle açıklayarak, geliştirdikleri yeni güçlendirme yöntemleri ile bu yapıların gelecekteki depremlerde daha dayanıklı olabileceğini vurguladı.
Tarihi yapılar acil müdahale bekliyor
Sempozyumda konuşan Prof. Dr. Alper İlki, Lefkoşa Selimiye Camii’nin restorasyon sürecinden bahsetti ve Türkiye’de depremde yıkılan tarihi yapılarla ilgili çarpıcı tespitler paylaştı.
Tarihi yapıların depremde aldığı zararların nasıl onarıldığını anlatan İlki, geçmişte yapılan hatalı müdahalelerin yapıları nasıl tehlikeye soktuğuna dikkat çekti.
İlki, “Kahramanmaraş depreminin merkezine yakın olan önemli tarihi yapıların neredeyse tamamı ya büyük ölçüde zarar gördü ya da tamamen yıkıldı. Bazı yapılar ayakta kaldı ancak ciddi hasar aldı. Özellikle bu yapılar hafif bir sarsıntıda bile yıkılma riskiyle karşı karşıya. Depremde ayakta kalmayı başaran yapılar bile uzun vadede risk teşkil ediyor” dedi.
Depremden sonra yapılan güçlendirme çalışmalarının önemine değinen İlki, son olarak şunları söyledi:“Tarihi yapılarda güçlendirme çalışmalarına başlarken, geçmişte yapılan müdahalelerin incelenmesi çok önemli. Örneğin İstanbul’daki Ayasofya’da ana kemerlerle ilgili güçlendirme çalışmaları yaparken daha önce gizli bir müdahale yapıldığını fark ettik. Bu tür bilinmeyen ve belgelenmemiş müdahaleler, tarihi yapıların daha da risk altında olmasına neden olabilir."
Dört Ayaklı Minare’ye dair endişeler
Sempozyumun Diyarbakır’a dair en dikkat çekici sunumlarından biri ise Prof. Dr. Hakkı Polat Gülkan’dan geldi.
Gülkan, Diyarbakır’ın simge yapılarından olan Dört Ayaklı Minare’nin Kahramanmaraş depremi sonrası performansını değerlendirdi.
Gülkan, “Dört Ayaklı Minare’nin tasarımı ve yapısında kullanılan malzemeler dikkat çekici. Ayağını hiçbir şeye bağlamadan minare üstüne konulmuş. Kolonların hepsi aynı değil, o zaman ne bulmuşlarsa onu kullanmışlar. Alt kısımda çatlaklar var, ancak bu yapı 500 yıldır nasıl ayakta kaldıysa, doğru bakım ve güçlendirme çalışmalarıyla bir 500 yıl daha ayakta kalabilir” ifadelerini kullandı. Gülkan ayrıca, Türkiye’deki yönetmeliklerin yığma yapılar ve anıtsal binalar için yetersiz kaldığını belirtti: “Bu tür yapıların güvenliğini sağlamak için daha özel çözümler gerekiyor” dedi.
Tarihi yapılarda çimento harcı kullanımı tehlike yaratıyor
Siirt Üniversitesi’nden Dr. Murat Doğruyol ise tarihi yapılarda çimento esaslı harçların kullanımına yönelik uyarılar yaptı.
Tarihi yapılarda kullanılan malzemelerin önemine vurgu yapan Doğruyol, “Çimento esaslı harçların tarihi yapılar üzerine etkisi” başlıklı sunumunda dikkat çeken açıklamalar yaptı.
Doğruyol, “Tarihi yapılar kültürel bir değerdir. Bu yapılardaki malzemelere dikkat etmek gerek. Tarihi yapılarda çimento harcı kullanımının geri dönüştürülemez kalıtsal bozulmalara neden olduğun gördük. Özellikle 19. yüzyılda başlayan çimento kullanımı, bazı yapıların hızlı bir şekilde bozulmasına neden olabiliyor. 6 Şubat depreminde Diyarbakır Surları ve Hatay’da 700 yıllık Meryem Ana Kilisesi hasar aldı. Bu iki yapıda da harçtan dolayı hasar aldıklarını görüyoruz” dedi.
Mardin’in geleneksel evleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
Sempozyumda Mardin’in Eryeri Mahallesi’ndeki geleneksel evlerin durumu da gündeme geldi. Restorasyon Uzmanı Yüksek Mühendis Yasemin Ercan Gündüz, bölgedeki geleneksel yapıların ihmal edilmesinden kaynaklı yapısal sorunlar yaşandığını belirtti.
Gündüz, “Mardin, özgün konut mimarisinin en iyi örneklerine sahip yerlerden biri. Ancak kırsal alanlarda bulunan Eryeri gibi bölgelerdeki yapılar kaderine terk edilmiş durumda. Kırsal alanda bir yapı yapmanın ne kadar zor olduğu ve buna karşın yıkımın ne kadar kolay olduğunu gördük. Yaygın yapısal hasarlar var. Tonozlara dönem ilaveleri yapılmış. Taşıyıcı duvarların yanına kolon, kiriş, döşeme gibi betonarme yapı elamanların eklenmiş. Evlerin çatıları tamamen veya kısmen çökmüş. Taşıyıcı duvar ve üst örtülerde yapısal çatlaklar oluşmuş. Eryeri’ni çevre ile karşılaştırmasını yaptık. Belirlediğimiz yapısal alandaki hasarların Mardin özelinde düşündüğümüzde birçok yapının zarar aldığını söyleyebiliyoruz. Buradaki yapıların geleceğe taşınması gerektiğini düşünüyoruz yoksa kültürel mirasımızın önemli bir parçasını kaybedeceğiz” dedi.
Tarihi yapılar, sadece taş ve tuğladan ibaret değil
Sabir Wurya Abdullah, “Çağdaş yeniden inşa sürecinin değişen mimari genotipe etkisi” başlıklı sunumunda, geleneksel mimarinin çağdaş yapılar üzerindeki etkisine değindi. Abdullah, “Tarihi yapılar, sadece taş ve tuğladan ibaret değil. Onlar bir kültürün ve mirasın genetik kodlarını taşıyor. Bir evin yıkılması, o evin tarihini, kültürünü ve insanlarla olan bağını da yok eder. Araştırmamızda geleneksel yapıları modern mimariyle harmanlayarak, bu genotipleri korumayı hedefliyoruz. Aynı insanlar gibi yapılarında bir genotipi vardır. Bizler modern evleri, geleneksel genotipe göre inşa etmek istiyoruz. Yeni modern yapıya ihtiyaç varsa normal hayata uygun olması gerekiyor” dedi.
(İY/EMK)