Yalnız Türkiye'de tabu bittiği için değil. Asıl, her iki taraf açısından da "Cin şişeden çıktı"ğı için. Her iki tarafın "resmi tez"i de artık oluşacak özgür tartışma ortamından fevkalade etkileneceği için.
Türk resmi tezinin etkileneceğini söylemek marifet sayılmaz; böyle devam edebilmek için fazla hazin idi. "Biz kimseyi öldürmedik, asıl onlar Müslümanları katlettiler. Tehcir'de de salgın hastalıktan öldüler" cinsinden, hani cezalarını Allah verdi der gibi yazılan "tarih" bundan sonra artık böyle pervasızca tekrar edilemeyecek Tekrar edenlerin adını Ankara sokaklarına verdiren hamasi atmosfer yavaş yavaş dağılacak. Çok sıkıştığında "Mukatele oldu efendim" diyen mantık kendini-tüketecek. Şu anda ABD'deki kimi Türklerin hazırladığı "Türk Soykırımı Yasa Tasarısı" türünden hoşluklar (Hürriyet, 19.09.2005) beslenecek yer bulamayacak ve Türkiye'nin uluslararası alay konusu yapılması bitecek.
Bugüne kadar Türkiyeliler ciddi şeyler yazamadıktan için fiilen dünya tekeli kuran Ermeni tezi de kaçınılmaz biçimde etkilenecek. Çünkü bu tez de neredeyse "resmi" denecek kadar katı ve çok az bir istisna (örn. Libaridian, Ter Minassian) dışında ciddi bir "birlik ve beraberlik" içinde oldu. Şimdi artık kaçınılmaz olarak bazı şeyleri yeniden düşünmek zorunda kalacak
Bir kere, Ermeni tarih tezinin başlıca temelini oluşturan bir hukuk terimi ilk defa sorgulanmaya başlanacak: Soykırım. Artık aramızda olmayan Yerasimos ustanın söylediği gibi, "Hukuk, tarihin verilerini kullanır: Ama tarih yazımı, hukuk kavramlarını kullanmaz" denecek. Bu terimin esas olarak 1915 rezaletini Yahudi Soykırımına oturtmak için kullanıldığı, "gaz odaları" dahil sürekli paralellikler aramanın bilimi biraz fazlasıyla zorlamak olduğu konuşulacak.
Arkasından, örneğin, Türk kamuoyunun 1915'i inkar etmesini bu kamuoyunun rahatsız vicdanına bağlayan tez sorgulanacak. Bunun, tarihi bilmemekten gelen bir inkar olduğu ortaya çıkacak.
Yine arkasından, örneğin, aynen Türk resmi tezi gibi, Ermeni tezinin de esas olarak bazı dönemleri seçerek gittiği ve tarihsel süreci adeta 1915'le sınırladığı inceleme konusu yapılacak.
Türk resmi tezi, milliyetçilik icabı, bugüne kadar çok şeyi sakladı veya saptırdı. Örneğin, 1850'den sonra Kürt aşiretlerinin ve Rusların Kafkaslardan sürdüğü boyların İstanbul'un onayıyla doğuda Ermenilerin canına okuduğuna hiç değinmedi. 1878-1914 döneminde Osmanlı'nın reform yapmamak için bin takla attığını unutturdu. Özellikle de, 1895'te Hamidiye Alaylarına yaptırılan büyük katliamları ve arkasından Ermeni emlakine el konulmasını "Ermeniler ayaklandı" başlığı altında gizledi. Balkan Savaşından sonra ittihatçıların çokuluslu bir imparatorlukta Türkçülük yaptığını es geçti.
Milliyetçilik tek bir millete özgü bir hastalık değildir, evrenseldir. Ermeni "resmi" tezi de, milliyetçilik yüzünden, bugüne kadar çok şeyi kendine göre kurguladı. Çifte standart kullandı. Ona göre Osmanlı terör yaptırmış ve yapmıştı, ama Hınçak ve Taşnak çeteleri terör yapmamıştı; öz-savunma yapmıştı. Üstelik, bunların dışarıdan (İngiltere ve Rusya) "Bulgaristan modeli" bir özerklik için yardım talep etmeleri de ayrılmak için değil, çokkültürlü demokrasiyi gerçekleştirmek içindi.
Diaspora, bu çifte standartları kullanırken, Kürt milliyetçilerinin 1970'lerde icat ettiği "Ezen ulus milliyetçiliği kötüdür, ezilen ulus milliyetçiliği iyidir" sloganını şu anda uygulamakta olduğunun hiç farkına varmadı. Şimdi, Boğaziçi konferansından sonra varabilir.
Konferans sonrasında ortaya çıkacak yeni dönem, her iki tarafın resmi tezine düzeltici katkı yapacak Ama öyle sanıyorum ki Türk tarafına daha çok yarayacak. Çünkü İttihatçı katillerin açtığı bu hazin yaraya tarafsız neşter vurulmasından Türkiye çok şey kazanacak. Bırakınız uluslararası alay konusu olmaktan kurtulmayı; 600-800.000 tamamen günahsız insanın katlini inkar etmek gibi bir zülden kurtulmak bile Türkiye'ye çok şey katacak.
Bitirmek için ne diyeyim. Konferansı bugüne kadar engelleyenler ve çok büyük olasılıkla bu satırları okuduğunuz gün de ellerinden geleni artlarına koymayacak olanlar utansın. (BO/TK)
* Baskın Oran'ın Agos ve Birgün gazetelerinde yayınlanan yazısı, İstanbul 4. İdare Mahkemesi'nin konferansla ilgili "yürütmeyi durdurma" kararının Sabancı ve Boğaziçi Üniversitelerine tebliğ edilmesinden (22 Eylül) önce yazılmıştı.