Uzmanlar kadınların şüphelerinde çoğu zaman haklı çıktıklarını çünkü sezgilerinin çok güçlü olduğunu söyleyerek patlamak için yer arayan kadınlara veriyorlar gazı. Oysa bu şüphelerin kaynağı aşırı sıcaklar, işyerinde ya da evde yaşanan birtakım sorunlar sebebiyle kadının şüphelenme eşiğinin düşmesi de olabiliyor.
Geçenlerde en çok satan gazetelerimizden biri "aldatıldığınızı anlamanın otuz yolu" diye şüpheci kişileri hedef alan bir yazı yayımladı. Bu otuz madde içinde aldatan erkeğin/kadının aldatma anında yaşatabileceği durumlara örnekler verilmiş. Bazı maddeler kör göze parmak aldatılmaya işaret ediyor ama öyle maddeler var ki her ilişkide yaşanabilecek anları tasvir ediyor. Bu yazıyı okuyan kadınların bir anda paranoyak mı olması bekleniyor acaba? "Eyvah, ben de diğer milyonlar gibi eşimle böyle sorunlar yaşıyorum, o zaman kesin aldatılıyorum" mu demeli?
Başka bir açıdan bakarsak, belki de yazı bize her an her koşulda, aşkımızın doruklarındayken de, ilişki rutine binmişken de, çocuk sahibi olduğumuzda da aldatılabileceğimizi anlatmak istiyor. İnsan insana güvenmemeli, her an pılını pırtısını toplayıp gidebilmeli mesajını veriyor.
Peki gerçekten öyle mi? En yakınımıza aldığımız, hayatımızı paylaştığımız kişiye bile güvenemeyecek miyiz? Her an sırtımızdan hançerlenebilirmişçesine paranoyak bir hale mi bürüneceğiz? Peki ya ötekiler? O yazıda "aldatılmışlar" olarak tanımlanan kişilerin aldatma potansiyeli hiç mi yok? Her an roller tersine dönemez mi?
En az "Her canlı bir gün ölümü tadacaktır" kadar hakikat değil mi, "Her canlı bir gün aldatılmayı yaşayacaktır"?
Peki madem başa gelen çekilir, niye bu kadar korkuyoruz aldatılmaktan?
- Elbet canımız yok yere yanmasın istiyor olabiliriz.
- Sevdiğimiz tarafından aptal yerine konmamak istiyor olabiliriz. Peki bir aldatma vakasında, kim kimi aptal yerine koyuyor sizce? Aldatan kendini aptal durumuna düşürüyor olmasın, kendi kendini kandırarak.
- Huzurumuzun bozulmasını, düzenimizin yıkılmasını istemiyor olabiliriz. Emin olun aldatan da huzuru bozulsun istemiyordur, o yüzden de elinden geldiğince güvenli yolları seçer bu eylemi için. Ama içinde varsa bir kere, bir an evvel su yüzüne çıkması daha iyi değil mi? Taşlar iyice yerine yerleşip, kökler salınmadan...
- Kendinizi özel hissetmenizi sağlayan birtakım şeylerin artık kamuya mâl olmasını istemiyor olabilirsiniz. Size söylenen güzel sözlerin başka bir ortamda başka birine ya da birilerine daha söylenmesi aldatanın ucuzculuğundan kaynaklansa gerek.
Belki de en kırılgan yanımız olan aldatmaya dair bu liste uzayıp gidebilir. Ama korkunun ecele faydası var mı dersek de, maalesef yok.
Sadece fiziksel bir aldatmaktan değil, sözsel olarak aldatılmaktan da şüphelenebilir insan. İnternet aleminde kurulan ilişkilerin olağanlaştığı bu günlerde, yazıştığınız, size güzel cümleler kuran, etkilendiğiniz birinin doğruları söylediğinden pekala şüphe edebilirsiniz.
Bekarım der, evlidir; zenginim der, fakirdir; boyum 1.85 der, 1.72'dir... Çılgınca artan arkadaşlık sitelerini düşünsenize, hayatına alacağı kişiyi buralarda arayan biri karşısındakinin kendiyle yazışırken aynı anda başkalarına da aynı cümleleri "kopyala/yapıştır" yapmadığına emin olabilir mi?
Şüphe üzerine en güzel sahnelerden biri, "Vesikalı Yarim"de geçiyor. Sabiha'nın içine Halil'in evli olup olmadığı şüphesi öyle bir düşüyor ki, aşkları bu gölgeden asla kurtulamıyor. Halil'in bir gün geri dönebileceği bir ailesi olduğu fikri Sabiha'yı kemiriyor ama soramıyor da Halil'e "ya evet derse" diye.
Şüphenin hakikate tercih edilebileceği zamanlar olabiliyor. Sonuç iki türlü de hüsran... Dedim ya şüphe harbi bir duygu, hakikati görmezden de gelse ruhu rahatsız, beyninin bir bölümü ipotek altında yaşayıp gidiyor insan.
Bahsi geçen yazıda öyle bir madde vardı ki, sonunu siz düşünün artık... "Onun sizi aldattığını hissediyorsunuz ama hiçbir kanıt bulamıyorsunuz. İşte o zaman durum kötü, eşiniz dönüşü olmayan bir yola girmiş ve sizi de kaybetmek istemiyor".
Sahi mi? (EK/EÜ)