Egemen Aray’ın, Conner Reed’in Jacobin’de yayımlanan makalesinden çevirdiği yazı ilk olarak Vesaire’de, “Televizyonun ultra zenginlere yönelik en yıkıcı eleştirisi: Succession” başlığıyla yayınlandı.
HBO yapımı Succession dizisinin sondan bir önceki bölümündeki cenaze töreninde “sevgili, dünya tatlısı babasına” methiyeler düzen Siobhan Roy, dizinin dört tektonik sezonu boyunca onu beyhude bir varlık haline getiren kalıbı ustaca tekrarlıyor: Gerçeğin kıyısına dek parmak uçlarında ilerliyor, ancak gerçeğin karşısında gözlerinin kamaşınca geri çekiliyor. Shiv’in hatırladığına göre, çocukken kardeşleriyle birlikte bazen babasının ofisinin önünde oynarlarmış, babası da koridora fırlayıp onlara bağırır, dünyanın en güçlü medya holdinglerinden birini yönetirken huzur ve sessizlik talep edermiş. Shiv, “Orada yaptığı şey o kadar önemliydi ki, ne olduğunu anlayamazdık,” diyor. “Başkanlar, krallar, kraliçeler, diplomatlar, başbakanlar, dünya bankacıları filan.” Sonra duraklıyor, yutkunuyor ve geri çekiliyor. “Yani bilemiyorum, tabii.”
Aklı başında biri daha da ileri gidip şöyle diyebilirdi: “Bunu hâlâ anlayamıyoruz. O da anlayamadı.”
Logan Roy’un gücünün sınırlarını kavramadaki bu kolektif yetersizliğin kilisenin dışındaki dünyayı ateşe verdiğini kabul edebilirlerdi. Ama ailesinin diğer üyeleri gibi Shiv de pek akıllı değil. Yalnızca zengin. Dizi finale doğru ilerlerken, Shiv ile ağızlarında gümüş kaşıkla doğmuş kardeşlerinin zengin olmak haricinde bir şey olmayı asla öğrenemeyecekleri gerçeğini yeniden hatırlatıyor.
Ödüllerle dolu, zeitgeist’a hükmeden yayın hayatı boyunca Succession pek çok şey oldu: Shakespeareyen bir topluluk komedisi, acımasız bir hiciv, ışıltılı bir drama. Fakat özünde hep “ebat”la ilgili bir diziydi. 10 milyar dolarlık bir satın alma anlaşması ve üç göz kamaştırıcı düğünün üstüne Kanye West’inkinin büyüklüğünde bir doğum günü partisi yığarak “Zenginliğin ne demek olduğunu bildiğinizi mi sanıyorsunuz?” diye soruyordu. “Tekrar düşünün.”
Dahası, kameranın karakterlere hızla yakınlaşıp uzaklaştığı dizinin merkezindeki milyarderler de zenginliğin ne demek olduğunu bilmiyorlar: Onların nüfuzu uzun zaman önce insan bilincinin sınırlarını aştı, hepsini de yönetim kurulu toplantılarındaki manevralarını veya talihin kucağına atılmayı hayat memat meselesine dönüştüren korkunç bir dar görüşlülüğe hapsetti. Bu dar görüşlülük, diziyi hem heyecanlı hem de eğlenceli hale getirdi: Waystar hisselerinin el değiştirmesini izlemek keyifliydi, ABD’ye yön veren insanların çoğunun birer soytarı olduğunu bilmekse acıklı ve gülünçtü. Roy kardeşlerin öngörüsüzlüğü, sular durulduğunda bile trajik gelişmelere neden oluyordu.
Shiv çocukluk anısını paylaşıp Waystar’ın sebep olduğu fenalıklarla yüzleşmeye yaklaştıktan hemen sonra Roy’lar ne yaparsa onu yapar ve dikkati yine kendinde toplar. Logan’ın kızı olmanın zor olduğunu, çünkü “babasının kafasına bir kadının varlığını sığdıramadığını” söyler. Anlayamadığı şey, bunun babasının arızasından ziyade arızanın bir belirtisi olduğudur. Anlaşılması zormuş gibi görünmesine rağmen Logan’ın amacı açıktı: Daha fazlasını istiyordu. O, büyümek için yaşadı, bu kadar. Büyümeyi mümkün kılan mekanizmalar konusunda bir oligark için bile fazlasıyla acımasızdı.
Logan dizinin sonlarına doğru yaptığı, hayat görüşünü en çok açığa vuran konuşmalardan birinde şöyle diyordu: “İnsan nedir? Ekonomik bir birimdir.” Zihnini çalışır vaziyette tutabilmesi için başkalarını umursamaması gerekiyordu. Kafasına kendi varlığını bile sığdıramıyordu, geçmişin iblislerini (tacizci bir amca, müteveffa bir kızkardeş, görevi kötüye kullanma suçlamaları yönelten eski çalışanlar) kontrol altına almak için inşa ettiği duvarlar aşındığında da bunları dikkate almayı reddediyordu.
Dizinin gidişatı, bir süreliğine Logan’ın iradesine boyun eğiyor gibiydi. Geçmişe dönüşlerin (flashback) olmayışı, (jenerik haricinde) olayların akışını sonsuz bir şimdiki zamana hapsetmişti; acıklı anlar, daha mühim iş meseleleri tarafından ya bir kenara atıldı ya da bu meselelerin içinde eritildi. Ancak Logan’ın ölümünden sonra dizinin odağı kaydı, Logan’ın çocuklarına ve etrafındakilere dayattığı toplantıdan toplantıya koşuşturma anlayışının yas ve faşizm gibi gelgitli meseleler karşısında nasıl yetersiz kaldığını gösterdi. Succession, Rupert Murdoch benzeri bir lokomotif olmadan, ardında kolektif bir sefalet bırakarak baş döndürücü bir hal alıyor ve özkaynak toplamayla ilgili yakın geçmişteki herhangi bir sınıf eleştirisinden çok daha etkili bir uyarı yapıyordu.
Logan Roy’un edebiyat alemindeki en açık benzerlerinden Kral Lear, emrindekilere ve sevdiklerine dönerek o meşhur sorusunu sormuştu: “Biriniz söylemez mi benim kim olduğumu?” Succession’ın da tüm sezonlarında hatırlattığı gibi, kendisi dahil hiç kimse Logan Roy’un kim olduğunu söyleyemezdi. Logan, şirketinin büyümesine duyduğu fanatik arzuyu her zerresinde hissediyordu. Shiv, babasının cenazesinde fikrini açıkça söylemeyi beceremediği veda konuşmasını yapmadan önce Logan’ın kardeşi Ewan da şansını dener. Kendisinin ve Logan’ın II. Dünya Savaşı esnasında mülteci olarak yaşadıkları travmatik anlardan bahseder, Logan’ın hatalarını ikna edici bir biçimde sıralar, nihayetinde kardeşini sevmiş olması gerektiği sonucuna varır, ama dürüstçe yapılmış herhangi bir tasvir onu yalanlayacaktır.
Kişisel ayrıntıları uyduruk popülist söylemlere feda eden heyecan verici konuşmasında, babasının kim olduğunu anlamaya en çok yaklaşan Logan’ın bir zamanlar varisi olan Kendall olur. Kendall, “Babamın can yakabilecek bir kudreti vardı, yaktı da” diyerek başlar:
“Vay canına, şu katıksız yaşamlar, yaşatılanlar ve yarattığı şeyler… Ve para. Yoktan var ettiğimiz bu harika uygarlığın can damarı, oksijeni. Bu büyük ulusa, dünyanın her tarafına gürül gürül akarak tüm erkekleri ve kadınları arzuyla dolduruyor. Sahip olma, üretme, ticaret yapma, kâr etme, inşa etme ve geliştirme hırsını kamçılıyor. Hayal ettiği tüm büyük yaşam kaynakları, yükselmesini sağladığı binalar, gemilerin çelik gövdeleri, eğlence parkları, gazeteler, gösteriler, filmler ve hayat…”
Peki, bütün bu yaygara ne işe yaradı? Logan’ın adı gerçekten de dünyanın dört bir yanındaki eğlence parklarına, yolcu gemilerine ve büyük gelir getiren fikri mülkiyetlere kazınmış olabilir, ancak son günlerini çocuklarından ayrı, en yakın danışmanlarıyla abuk sabuk atışmalarla ve kendinden onlarca yaşça küçük asistanıyla herkesi utandıran bir ilişki yaşayarak geçirir. Bir uçağın tuvaletinde, iPhone’unu klozetten çıkarmaya çalışırken tek başına ölür.
Kendall, elbette, belirli şeyleri ifşa etmekten kaçınır. “Artık insanlar onun muhteşem, korkunç gücünü karalamak için anısını baltalamak isteyebilirler. Tanrım, umarım o güç benim de içimdedir,” diye devam eder. Elbette dizinin asıl esprisi, bu gücün ne kendisinde ne de huysuz ve bencil kardeşlerinde olması; asıl trajedisi de Roy kardeşlerinin her birinin öyle olmayı dilemesi, çünkü başka türlü nasıl olabilecekleri hakkında hiçbir fikirleri yok.
Belki de Kral Lear’ın “Biriniz söylemez mi benim kim olduğumu?” cümlesinden daha meşhur cümlesi, kızı Cordelia’ya söylediği “Hiçten hiç çıkar” iddiasıdır. Logan Roy, uzun hayatını sanki bu fikre kafayı takmış ve bunu tersyüz etmeye kararlıymış gibi yaşadı. Hiçten hiç çıkıyorsa o halde her şeyini işine verecekti, böylece hiçten her şey çıkacaktı ve hepsi onun olacaktı. Ancak dizinin finalinde, Succession Shakespeare’in yanılıp yanılmadığını soruyormuş gibi görünüyor. Nihayetinde, ya her şeyden de hiçbir şey çıkmazsa? (CR/EA/AS)