Postmodern fikriyatın ipliğini pazara çıkaran kitaplarıyla tanınan Marksist yazar Terry Eagleton'ı, bu fikriyatı Türkiye'de İslami renklerle savunan sosyolog Hüsamettin Arslan'la birlikte "arzın merkezinde buluşturan" konferans, içeriğinin ötesinde kurgusu ve atmosferiyle de ilgiye değerdi.
O gün Ankara mitinginde ancak Nazım Hikmet'in şiirleri ve onun sözlerinden bestelerle kitlelerini coşturabilen Kemalistler gibi, postmodern İslamcılar da ancak şöyle "sıkı bir Marksist figürü" sahneye çıkararak fikirlerine entelektüel alıcı bulabileceklerini düşünmüş olmalıydılar.
Yani görünen o ki kültür, sanat, entelektüel buluşma yapılacaksa bunu bizim memlekette solcular olmadan yapabilmek pek mümkün görünmüyordu.
Atatürk'e hakaretten hapis yatan Sabahattin Ali, Atatürk posterleriyle eşlik edenler
Sabah evden çıkmadan önce şöyle göz attığım televizyon haberlerinde Edip Akbayram'ın iki şarkısıyla coşan kitleyi izledim. Nazım Hikmet'in, "güzel günler göreceğiz, güneşli günler" dizelerinden bestelenen şarkıyı izleyen ikincisi, sözlerini Sabahattin Ali'nin yazdığı "aldırma gönül aldırma" adlı şarkıydı. bianet'teki röportajında Baskın Oran'ın veciz ifadesiyle "1930 model Kemalizmin mitinginde", biri o tek parti yıllarını hapishanelerde geçirmiş, diğeri yine o dönem hapishaneyle tanıştıktan sonra türlü baskılarla yıldırılıp ülkesinden kaçmak zorunda bırakılan ve bunu yapmaya çalışırken de katledilen iki sosyalist yazarın yazdıklarıyla coşuyordu kitleler.
Hazin, belki de ironik denebilecek bir manzaraydı bu: Sabahattin Ali'nin yazdığı bir şiirden dolayı Atatürk'e hakaret suçlamasıyla ceza alıp yattığı Sinop cezaevinde (1932-33 yılları) yazdığı dizelerden bestelenen şarkıya, ellerinde Atatürk posterleriyle eşlik eden kalabalığın görüntüsü. Bir yandan bugünün Kemalistlerinin kültürel, düşünsel sönüklüğüne, yetmezliğine ama aynı zamanda siyasi alandaki başarılı hegemonyalarına işaret eden bu resmi kafama kaydedip gittim Eagleton ve Arslan söyleşisine.
Eagleton'dan postmodernizm ve kapitalizm eleştirisi
Gelenlerin giriş kapısında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş imzalı promosyon kalemlerinden verilerek karşılandıkları konferans, kokteyl nedeniyle belirlenenden yarım saat geç başlayabildi. "İyi İngilizce bilen hostes" genç kadının çağrısıyla sahneye gelen iki fikir insanı sahnenin ortasındaki rahat koltuklara oturdular ve başladı!
Aslında tam olarak neyin başladığını söylemek zordu çünkü konuşmalar ilerledikçe de görüldü ki bu bir karşılıklı söyleşi, konferans değildi; bir tür "münazara" gibi kurgulanmıştı ama o da olmadı.
Hüsamettin Arslan'ın son derece iddialı, Türkiye yakın tarihinin düşünsel iklimine yönelik, adını ısrarla böyle telaffuz etmekten kaçındığı anti-kemalist eleştirilerine, tespitlerine ve solu da içine katıveren yargılarına karşılık, Terry Eagleton kitaplarından tanıdığımız son derece zeki ve esprili diliyle -fonda genel bir postmodernizm ve kapitalizm eleştirisini tutarak- entelektüelin ve kültürün çağımızdaki dönüşümünü, ideolojinin anlamını ve işlevini anlattı.
Arslan'ın doğu-batı ayrılığı, kimlik çatışmaları bağlamında geliştirdiği tartışmasına karşılık Eagleton kapitalizmin sıkışmasından ve asıl çatışma konusunun medeniyetler olmadığından söz etti.
Arslan'a göre sınıf da yok sınıf mücadelesi de
Toplantıya katılanlar açısından, yakınlarda yayınlanan çalışması "Kuramdan Sonra" da post-modern düşünceyle parlak bir biçimde hesaplaşan Eagleton'ın ne diyeceği elbette öncelikli merak konusuydu.
Diğer konuşmacının da bu noktada ön açması, uygun sorularla bir zemin hazırlaması, tartışmayı derinleştirmesi beklenirdi ama öyle olmadı.
Arslan "bilimizm" adını verdiği herkese, her fikre sirayet etmiş genel bir ideolojik toprağın varlığından, bunun özellikle de geç modernleşen bizim tarihimizdeki etkisinden söz etti. Ona göre "bilimizm/bilimperestlik"le dinin, kültürün yerine bilim ikame edilmişti ve muhalif görünen sol da bu ideolojiyle maluldü.
Yine Arslan'a göre Türkiye'nin temel meselesi bir ideolojik tercih değildi, zaten batıdan farklı olarak Türkiye'de sınıflar ve sınıf mücadelesi de yoktu esasen dünyadaki hiyerarşi içinde daha yükseklere çıkmamızı sağlayacak her neyse ona tutunmamız gerekiyordu.
Arslan bir yandan adını koymaktan ısrarla kaçınarak İslamcı düşüncenin standart Kemalizm eleştirisini (ama ısrarla solu da buna dahil ederek) geliştiriyor bir yandan da dünya hiyerarşisi içinde hep birlikte yükselme fikriyle ulusal temelli bir gelişme yolunu gösteriyordu. Onun giderek propagandif bir tarza bürünen bu ve benzer yaklaşımları izleyicilerce homurtulu tepkiler almaya başladı.
Postmodernistler kapitalizmi yeniden düşünmeli
Eagleton ise konuşmalarında ısrarla Arslan'ın çağırdığı yerden uzak durdu. Kendi gündemindekileri, kitaplarında savunduğu görüşlerini sundu genel hatlarıyla. Siyasi kimliklerle farklı temeldeki kimliklerin farkını vurguladı: Diğerlerinden farklı olarak radikal bir siyasi kimliğin aslında kendisini hep korumak değil, taleplerini gerçekleştirerek sonlandırmak istediğini belirtti.
Ona göre asıl çatışma konusu medeniyetler olamazdı, görünenin arkasına baktığımızda aslında bugün insanların karşısında duran açlık, yoksulluk gibi temel sorunlar geçtiğimiz binyılın da sorunlarıydı ve bu durum bir skandaldı. Gelinen kapitalist saldırganlıkta yeni bir aşamaydı ve bu son derece açık, pervasız yapılmaktaydı.
Eagleton gelecek on yılda da duyacağımızın bunlar olacağını, postmodernlerin bunları yeniden düşünmesi gerektiğini söyledi. Arslan'ın kendisini ısrarla "heterodoks Marksist" olarak nitelemesine itiraz etti, aslında oldukça geleneksel bir düşünür olduğunu vurguladı.
Walter Benjamin'in "Geleneği korumak istiyorum, çünkü devrimi korumak istiyorum" sözlerine atıfla devrimcilikle gelenek ilişkisinin karşıtlık temelinde anlaşılamayacağını, aslında devrimcilerin de gelenekleri olduğunu ama bunun egemenlerden farklı bir gelenek olduğunu savundu.
"Postmodernlik hakkında ne demek istersiniz?"
Konuşmalar beklenenden çok önce sona erdi(rildi), izleyicilerden sorular alınmazken Arslan'ın sorusu Eagleton'a yeniden yöneltildi ve buna bir de "Postmodernlik hakkında ne demek istersiniz?" sorusu ekleniverdi.
Eagleton yine esprili üslubuyla aslında post-modernizm kavramının geçersizliğini anlattı. Bu arada salondan yükselen tepkilerin ardından mikrofonu kapan Yurtsever Cepheli Sadık Albayrak adlı izleyici, Arslan'ın "Türkiye'de sınıflar yoktur" sözüne itiraz etti; kendisinin bir emekçi olduğunu ve Türkiye'de, Sabancı, Koç gibi zenginlerden oluşan bir sermaye sınıfının ve 15-16 Haziran direnişini gerçekleştiren bir işçi sınıfının olduğunu söyledi.
Gerilen ortam daha sonra yatıştırıldı ve konuşmacılara Kültür A.Ş. tarafından plaket verilmesiyle toplantı sona erdi.
Eagleton neden çağrıldı?
Tüm bunlardan sonra biz izleyicileri, Eagleton'ın oraya neden getirildiğini ve neden onun karşısına Hüsamettin Arslan'ın oturtulduğunu anlamak gibi zor bir iş bekliyordu. Herhalde AKP'liler "neyse veririz parasını" deyip bu iş için "en ünlüsünü getirtmeyi" uygun bulmuşlardı.
Ama bu ünlü için gelen okumuşları da konuşturmamayı, onlara konsantre portakal sulu kokteyl ve bir tadımlık Eagleton eşliğinde postmodern islamcı propaganda yapmayı planlamışlardı. "Bakın bizim adam münazarada koskoca Marksist modernisti nasıl harcayacak" diye mi düşünmüşlerdi acaba?
Ama Eagleton münazaraya katılmayarak pehlivanı minderde tek başına bıraktı, zeki çalımlarla kendi sahasında diyeceğini dedi. İzleyiciler kürsüye çıkıp fiilen emekçiler adına söz alanlardan da aynı zeki ve etkili söylemi beklediler belki, ama bizimkiler öğrenci militanlığının ötesine geçemediler.
Velhasıl, geçen cumartesi kimi bizim eskilerden, kimi dünyadan sosyalistlerin parıltısıyla doldurulan salonlara, coşturulan meydanlara bakınca şu sözler döküldü ağzımdan: "Sözler bizim kürsüler onların." Ama daha güzeli kürsülerin de bizim olacağı 1 Mayıs'ı beklemek. O sözler, o şarkılar emekçilere çok yakışacak... (HK/TK)