Seher Kerpiç'e Emekleri görünmeyen kadınların anısına (1)
Tarihsel eserleri feminist bir süzgece tabi tutarak incelediğimizde; tarihi yazanların içinden geldikleri sınıftan ve sahip oldukları toplumsal cinsiyet rollerinden bağımsız hareket etmediklerini görmek mümkün. Feminist hareket içinde yer alan kadınlar, geleneksel tarih yazımını toplumsal cinsiyet açısından sorgulamaya başladıklarında; sadece geleneksel tarih yazımının değil, ona alternatif olarak ortaya konulan işçi sınıfı ve toplumsal mücadeleler tarihçiliğinin de kadınların deneyimlerini görünmez kıldıklarını fark ettiler.
Emeğin sermayeye karşı verdiği toplumsal mücadeleyi anlatan kaynaklarda "kadınların emeğinin görünür olmaması", kadın kurtuluş mücadelesi veren kadınlar açısından geçmişlerine yeterince hâkim olamama gibi bir sıkıntı ve kaygıyı doğurmaktadır.
Ülkemizde sosyalist mücadeleler tarihine ait yazılı tarih, özellikle Osmanlı dönemi, kaynaklar açısından son derece kıt. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde sosyalist mücadele tarihinin yazımı, 1960'lardan sonra hem dünyada hem de ülkemizde işçi sınıfı mücadelesinin yükselmesine paralel olarak daha zengin. Ancak bu kaynakların neredeyse tamamı "erkeklerin" mücadele tarihini anlatmaktadır. Kadınlar ne yazık ki, bu tarih içerisinde yeterince görünür kılınmamış ya da yok sayılmışlardır. Kamusal alanda var olma biçimlerinden biri olan politik alanın kendisi de erkeklere ait görüldüğü için, kadınların politik mücadelesi yazılı kaynaklarda da ikincilleştirilmiştir.
"Tarafsız, objektif olarak görülen bilgi ya da rasyonel bilginin her zaman erkek aklıyla özdeşleştirildiğini söylemek büyük bir abartma olmayacaktır. Kadın rasyonel bilgi üretiminden binlerce yıl önce fiili olarak dışlandığı gibi, kadın aklı da rasyonel bilgiye konu olmaktan çıkarıldı. 'Erkek aklı' eleştirilmeden önce, bir kere bilginin ve aklın 'cinsiyetsizlik' biçimi altında sunulmasının erkekliğe ayrıcalık tanımanın üstü kapalı bir biçimi olduğunu belirtmek gerekir. Bilim ve bilgi üretmenin tarihi, kadınların baskı altına alınmasının ve bu baskı altına almanın gizlenmesinin de tarihidir. Gizlemenin kendisi, bizzat baskı altına da almanın bir parçası. Bu bakımdan tarafsız bilgi olamadığı gibi, cinsiyetsiz bilgiden de söz etmek zor." {Erkek Akıl, Nuray Ergüneş ve Melda Yaman Öztürk)
Kamusal ve özel alanda iktidarın erkeklere ait olması, bilgi üretimini de erkeklere özgü bir iş haline getirmiş, bilgi erkek aklıyla özdeşleştirilmiş durumda. Bilginin erkekler tarafından oluşturulması, bilgiyi doğa ya da kadın üzerinde egemenlik kurmanın önemli aracı haline dönüştürmüştür. Bu açıdan artık aklın ve bilimin tarafsızlığından söz etmek mümkün değildir.
Türkiye devrimci hareketi bugüne kadar bedel ödeyen, "Boş saatlerini değil, inkılaba bütün ömrünü veren" ve "erkeklerin dünyası"nda hem kapitalizme hem de erkek egemenliğine karşı mücadele eden binlerce kadına tanıklık etti. Türkiye Sosyalist Hareketi'nin çeşitli dönemlerinde yer alan Rahime Selimova, Cemile Nuşirvanova, Zehra Kosova, Emine Alev Şamilof, Sevim Belli, Fatma Nudiye Yalçı, Behice Boran, Oya Baydar, Latife Fegan, vd., sosyalist harekete katılırken, günümüzün sosyalist kadınlarına kıyaslandığında, erkek egemenliğinin çeşitli biçimleriyle daha fazla savaşmak zorunda kalmışlardı.
Kadın erkek eşitliğini "komünizm ahlakı" çerçevesinde kabul eden, partili olduktan sonra kendilerini erkeklerle eşit hisseden, "kadın erkek yoktur, insan vardır" duygusu ile hareket eden, ilk dönem komünist kadınların çoğunluğu o yıllarda kadınların özgül sorunları için mücadeleyi gereksiz bulmuş, kadın sorunlarını siyasal alana yansıtmak için özel bir çaba harcamamışlardı.
Sevim Belli sosyalist mücadeleye katılan kadınların ruh halini şöyle özetliyor:
"...Komünist partisinde bizim içinde bulunduğumuz çevrede kadın erkek farklılığı aşılmıştı. ...Eğitimli siyasi ailelerde para kazanmak için daha çok kadınlar çalışıyordu. Bir de erkekler çok tutuklanıyordu. Erkeklerin kendini politikaya verebilecek durumları, daha çok vakti oluyordu." {Sanki Eşittik, Gülfer Akkaya)
Fatma Nudiye Yalçı
Fatma Nudiye Yalçı sosyalist mücadele tarihinde kendi bağımsız duruşu ile yer almayı başarmış ilk dönem komünistlerinden. Ancak 2006 yılı Temmuz ayına kadar sosyalist kamuoyunun tanımadığı, TKP tevkifatlarını anlatan belgelerde, mahkeme tutanaklarında adı yer almış, Vatan Partisi üyelerinin anılarında, yazdıkları kitaplarda bahsedilmiş ve adı en fazla Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yla birlikte anılmış bir kadın.
Fatma Nudiye Yalçı ile sosyalist kamuoyunun tanışması ancak, 23 Temmuz 2006 yılında Sosyalist Dayanışma Platformu, Toplumsal Özgürlük Platformu, Ahmet Kale, Sadık Göksu, Emin Karaca, Mehmet Aslan, Fatma Nudiye Yalçı'nın yeğeni Beklan Algan, Ayla Algan ve Bilgesu Erenus'un katımılıyla İstanbul'da düzenlenen "Fatma Nudiye Yalçı Anması"yla mümkün oldu. Yani ölümünden tam 37 yıl sonra.
Kıvılcımlı Gönüllüleri desteğiyle Ahmet Kale tarafından derleme olarak 2012 yılında yayımlanan "Fatma Nudiye Yalçı - Hayatı ve Eserleri" kitabı, Fatma Nudiye'nin görünmeyen emeğinin görünür kılınması bakımından çok değerli bir katkı hiç şüphesiz. Bildirimde Fatma Nudiye Yalçı biyografisini yazarken bu kitaptan ve Mehmet Aslan'ın 2006 yılında hazırladığı Fatma Nudiye Yalçı dosyasından çokça yararlandığımı belirtmek isterim. Bu vesileyle kendilerine teşekkür ederim.
"İnekler bile bizden hür"
1904 yılında İstanbul'da doğan ve Deniz Makine Önyüzbaşılıktan emekli Hüseyin Hüsnü Bey'in iki kızından büyüğü olan Fatma Nudiye'nin, çocukluğu ve gençliği hakkında çok şey bilinmiyor. Notre Dame de Sion Fransız Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi, Felsefe Bölümü'nde okumuş. Daha sonra yeniden üniversiteye girip kimya öğrenimi görmüş. 30'lu yılların başında Nazım Hikmet, Vala Nurettin, Sabahattin Ali, Suat Derviş ve daha birçok sosyalist aydının yazarları arasında yer aldığı, Sabiha-Zekeriya Sertel tarafından çıkarılan "Resimli Ay" dergi çevresine genç Fatma Nudiye'nin de katıldığı biliniyor. 1932 yılında gazeteci ve yazar Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu ile evlenmiş. Fatma Nudiye o dönemde yazdığı yazılarda kendi soyadını kullanmaya devam etmiş. Yedigün dergisinde çıkan yazılarında Nudiye Hüseyin adım kullandığını görüyoruz.
Yedigün dergisinde yayımlanan yazılarından sadece beşi bulunabilmiş: Yazı Arkadaşlarımız (31 Mayıs 1933), Laleler Açtı (7 Haziran 1933), 20 Yaş (14 Haziran 1933, Daktiloya Açık Mektup (19 Temmuz 1933) ve Çarşaf ve Peçe Azabım Tanımayan Genç Kıza (26 Temmuz 1933).
1933 yılında yazdığı Çarşaf ve Peçe Azabım Tanımayan Genç Kız adlı makalesinde kendi okul yıllarım anlatmaktadır. Kadınların erkekler karşısında ikinci sınıf konumunda oluşlarını bu yazısında esprili bir dille anlatır. Öğrenciliğinde genç Nudiye her fırsatta çarşafı başından fırlatıp atmaya çalışmakta, bu nedenle okul yöneticileri ile sık sık başı derde girmektedir. Kadınlar on yaşındaki bir erkek çocuğunun bile karşısında yüzlerini örtmek zorundadır.
"İşite işite sahiden erkek tavrı takınan şu on yaşındaki oğlanı yakalayıp murdar ırmağa fırlatıvereceğim gelir" diyerek kadının erkek karşısındaki ikincil konumuna isyan eder. "Tevekkeli değil onsekizinci bir asrın Fransız ütopisti 'Herhangi bir cemiyette umumi kurtuluş, kadın kurtuluşu ile ölçülür' (Charles Fourier) dememiş" cümlesi Fatma Nudiye Yalçı'nın sosyalist birikime sahip olduğunu gösteren önemli bir cümle. Yazısının sonunda genç Fatma Nudiye şu cümlelerle kadının bedeninin gizlenmesine isyan eder: "Bermutat ben siyah peçenin altında can çekişiyordum. Karşıdan bir inek sürüsü geliyor. Yüzleri açık, hareketleri serbest, yanımdan geçtiler. Eyvah dedim. İnekler bile bizden hür."
Daktiloya Açık Mektup makalesinde ise tanımadığı genç bir kadına seslenir. Kamusal alanda kadının yer alışını, çalışma hayatına girişini (toplumsal cinsiyet rollerinin devamı sayılan işler olsa bile) büyük bir coşkuyla karşılar ve destekler Fatma Nudiye Yalçı. "Artık şairler kadın diye gözleri hülyalı, göğsü çiçekli aşk perileri tasvir etmiyorlar. Parmaklarının altında konuşan, haykıran makinalarıyla dünyayı eski mihverinden söküp atan, esaretin amansız düşmanı olan enerjik, dinamik kadını anlatıyorlar."
Prof. Sevda Şener, Tiyatro Araştırmaları Dergisi'nde (1973, 4. Sayı) "Cumhuriyet döneminde tiyatroya oynanacak düzeyde oyun vermiş kadın yazarlarımızın en eskisi Nudiye Nizamettin'dir. Oyunun adı Beyoğlu 1931" diye yazmıştır. Nudiye Nizamettin, Fatma Nudiye Yalçı'dan başkası değildir.
Oyun Darülbedayi repertuarına alınmış olmasına rağmen oynanmamıştır. Fatma Nudiye Yalçı, ilk tutuklanışında verdiği ifadede, kendi eserlerinin tümünün yasaklandığını söyler. Nitekim o yıllarda yasaklanmış kitap ve yazar listelerini çarşaf çarşaf yayımlayan Cumhuriyet Gazetesi'nin 10 Temmuz 1933 nüshasında "Yasaklanan Kitaplar No:51"de "Nudiye Nizamettin: Bütün eserleri" denilmektedir. Büyük ihtimalle Darülbedayi repertuarına alınıp, sonradan oynanacak oyunlar listesinden çıkarılması Fatma NudiyeYalçı'nın komünistliğindendir.
Beyoğlu 1931, savaş yılları sonrasında tefeci bezirgan sermayenin ve yüksek bürokratların kumar ve içkiden oluşan yozlaşmış hayat tarzına bir eleştiri olarak yazılmıştır. Oyunun iki kadın kahramanından Rana (anne) bu hayattan çıkar sağlayan, evini kumarhane olarak işleten bir kadın tipiyken, Ekmel (kızı) "Emeğini satanın onuru başından yukarıdadır" diyerek, kendi ayakları üzerinde durmak ve ekmeğini kazanmak isteyen bir kadın tipidir.
1933 yılında Fatma Nudiye ve eşi Nizamettin Nazif ayrılırlar. Ayrılış gerekçelerine dair bir bilgi bulunmamakta, ancak bu o kadar da önemli değil. Asıl önemli olan Fatma Nudiye Yalçı'nın 30'lu yılların muhafazakarlığına karşın, kendi ilişkisini bir boşanma ile sona erdirecek cesarete sahip olmasıdır.
Fatma Nudiye Yalçı, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile 1933 ile 1935 tarihleri arasında bir tarihte Kerim Sadi'nin evinde tanışırlar. O tarihten yaşamlarının sonuna kadar süren kişisel ve düşünsel yoldaşlıkları başlar.
1935 yılında Fatma Nudiye Yalçı ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı "Marksizm Biblioteği" Yayınevi'ni kurarlar. Aynı zamanda Cağaloğlu'nda "Kıvılcımlı Kütüphanesi"ni açarlar. Yayıncılıkla kitap satışını birlikte yürütürler. Marksizm Biblioteği Yayınevi kısa zamanda çok önemli çeviri eserler ortaya koyar. Marksizmin temel eserleri arka arkaya çevrilerek yayımlanır.
O yıllarda Marksist kitapları yayımlamak demek, sansürü, polis baskınlarını, yasaklanan kitapların ardından açılan davaları göze almak demektir. Fatma Nudiye Yalçı, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile birlikte bu zorlu süreci göğüsler. Çıkarılan yedi adet çeviri kitabının ikisi Fatma Nudiye Yalçı tarafından Fransızcadan Türkçeye çevrilmiştir. Kari Marksın Enternasyonal İşçiler Cemiyetini Açış Hitabesi ve Engels'ten Marksizmin Prensipleri. Marksizmin Prensipleri çevirisine Fatma Nudiye tarafından "Eserin Tarihçesi" başlığı ile bir önsöz yazılmıştır.
"Sosyete ve Teknik" kim tarafından yazıldı?
Yayımlanan telif eserler arasında bir eser "Fatma Yalçı" imzası ile çıkmıştır. Sosyete ve Teknik, Tarih Öncesi Din ve Devlet. Kitap, F. Engels'in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni eserine sıkı sıkıya bağlı kalınarak kaleme alınmıştır. Bu kitapla ilgili Doktorcu camia içinde birbirine karşıt görüşler vardır. Bir görüş kitabın aslında Dr. Hikmet Kıvılcımlı tarafından yazıldığı ve Fatma Nudiye Yalçı'nın imzasının konulduğu yönündeyken (Süleyman Şaşmaz, Tarih Bilimi Yayınları, Dr. Hikmet Kıvılcımlı imzasıyla Sosyete ve Teknik kitabının 2001 yılında yeniden basımını yapar), diğer görüş ise kitabın Fatma Nudiye tarafından yazıldığını somut delilleri ile ortaya koyar
(Demir Küçükaydın, Hikmet Kıvılcımlı Fatma Yalçı ve "Sosyete ve Teknik''' Adlı Kitap, Fatma Yalçı Vesilesiyle Olgusal ve Yöntemsel Yanılgılar Üzerine yazısı). Demir Küçükaydın'ın düşüncelerine tamamen katılıyorum. Sadece Fatma Nudiye Yalçı'nın entelektüel arka planı bile bu kitabın yazarı olmasını kanıtlar niteliktedir.
Ancak Fatma Nudiye Yalçı'nın başkaca yayımlanmış kitaplarının olmaması, konuyu ele alış tarzının Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın düşünce sistematiğine oldukça yakın oluşu ve en önemlisi Fatma Nudiye'nin "kadın" olması ve böyle bir kitabı yazacağına dair kuşku besleyen "erkek aklı" çıkarır karşımıza. Kaldı ki, Dr. Hikmet Kıvılcımlı da telif eserlerinden bahsederken bu kitabın adını anmaz.
Marksizm Bibliyoteği Yayınevi çok uzun ömürlü olmaz. Dr. Hikmet Kıvılcımlı "Emekçi Kütüphanesi"ni açar. Emekçi Kütüphanesi'nde de Kıvılcımlı ve Fatma Nudiye birliktedirler. Fatma Nudiye Yalçı çocuk kitapları sorumluluğunu alır. Emekçi Yavrunun Hikayeleri dizisini yapmaya karar verir ve ilk olarak Gölgenin Çocuğu Güneşin Çocuğu kitabı yayımlanır. İkinci olarak Marabanın Çocuğu kitabının yayımlanacağı duyurulur, fakat yayımlanmaz. 1938 Donanma Davası nedeniyle tüm çalışmalar durur.
Siyasi tarihimizin en önemli davalarından biri olan Donanma Davası'nda 13 Haziran 1938'de Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Fatma Nudiye Yalçı Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nin kararı ile tutuklanırlar.
"Türkiye Cumhuriyet devleti; 1938 yazında, bir avuç komünist muhalifi Nâzım Hikmet'i, Kemal Tahir'i, Hikmet Kıvılcımlı'yı, Hamdi Alev Şamilof'u, Emine Alev'i, Fatma Nudiye Yalçı'yı, Kerim Korcan'ı, Deniz Kuvvetleri'nin er ve erbaşlarından bir bölümünü, 'Yavuz' ve 'Erkin' savaş gemilerinin sintinesinin dibine indirir." (Sintinenin Dibinde, Emin Karaca)
31 Ağustos 1938 günü Sultanahmet Cezaevi'ne getirilirler. Kısa bir süre Sultanahmet Cezaevi'nde kalan Fatma Nudiye Yalçı, Sinop Cezaevi'ne gönderilir ve dokuz yıl hapis yattıktan sonra 1947'de cezaevinden çıkar.
1950 yılında cezaevinden çıkan Dr. Hikmet Kıvılcımlı, 22 Ekim 1954'te Vatan Partisi'ni kurar. Fatma Nudiye Yalçı da Vatan Partisi'ne katılır ve Kültür Divanı Başkanlığını yürütür. Vatan Partisi özellikle işçiler arasında örgütlenme çalışmaları yapmaktadır. 1957'de, yasak olmasına rağmen Vatan Partisi tarafından 1 Mayıs kutlaması düzenlenir. O yıllarda Vatan Partisi'nde yer alan Suat Şükrü Kundakçı "Bir Ömür Bir Sohbet" kitabında şunları anlatmaktadır:
"Fatma Hanım, Kerim (Korcan) ve ben üç kişilik 1 Mayıs Komitesi kurduk. Fatma Hanım orada okunacak yazılar ve şiirleri üstlendi. Kerim ve ben irtibatları sağladık. ...1 Mayıs kutlamasında Fatma Hanım ve Doktor birer konuşma yaptı. Fatma Hanım vaktiyle hazırladığı çocuk kitaplarından parçalar okudu. Nasrettin Hoca ağzını konuşturarak bir-iki hikâye anlattı. Ve böyle bir kutlama yapıldı." (Suat Şükrü Kundakçı, Bir Ömür Bir Sohbet - Fatma Nudiye Yalçı Hayatı ve Eserleri)
Vatan Partisi 1957 genel seçimlerine katılma kararı alır. Sirkeci, Eyüp, Taşlıtarla, Zeytinburnu, Fatih, Kasımpaşa ve Beyoğlu gibi semtlerde düzenlenen mitingler çok büyük kalabalıkları çekmez, ama gericilerin saldırıları ve sivil polislerin kışkırtmaları altında yapılır. Fatma Nudiye Yalçı mitinglerde konuşma yapan parti görevlilerindendir. Fatih mitinginde sivil faşistlerden birinin attığı kiremit parçası ile boynundan yaralanır.
"Başkanlığı Fatma alsın"
Seçim kampanyası sırasında Eyüp'te, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ünlü Eyüp konuşmasını yapar ve bizzat Adnan Menderes'in talimatıyla parti hakkında soruşturma açılır. Soruşturma giderek Vatan Partisi'ni kapatma davasına dönüşür. 5 Kasım 1957'de Dr. Hikmet Kıvılcımlı tutuklanır.
"Tek başına Doktor'u tutukladılar. Sirkeci Postanesinin üstünde, sorgu hakiminin kapısında ben, Fatma Hanım daha bir-iki kişi vardı. Sorgu Hakimliğine giderken Doktor, 'Ben tutuklandım' dedi. 'Partiyi ne yapacağız?' diye sorduk. 'Başkanlığı Fatma alsın' dedi. Doktor'u içeri aldılar, ondan sonra partinin içi karıştı. Kerim işitince fevkalade bozuldu. 'Doktor padişah mı yav, hemen buraya tayin yapıyor. Evvelâ parti organlarına bir sorulur, partide kim ağırlıkla aktivite gösteriyor ona bakılır, o sadece amatörce yazı işleriyle uğraşan bir insan' dedi. 'Nereden kalkıp parti başkanlığı yapacak' diye rahatsızlığını belirten konuşmalar yapmaya başladı Kerim." (Age)
Kerim Korcan'ın parti başkanlığını Fatma Nudiye Yalçı'nın almasına parti içi organcıl işleyişi sağlamak açısından itiraz ettiği düşüncesi yeterince inandırıcı değildir. Fatma Nudiye Yalçı Vatan Partisi'nde faal bir üyedir ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı'dan sonra ikinci kişi pozisyonundadır. Bir dönem yayınevi faaliyeti yürüten, çeviri eserleri ve telif eseri bulunan, miting konuşmaları yapan bir kadının "amatörce yazı işleri ile uğraşan" biri durumuna indirgenmesi, partiye verdiği emeğin olmamışa çevrilmesi, kanımca Fatma Nudiye Yalçı'nın kadın olmasından ve Kerim Korcan'ın "erkek aklı"ndan kaynaklanmıştır. Kadın olmak "yetersiz" olmak demektir, kendisinden en fazla işlere "yardımcı" olması beklenir. Zaten sonrasındaki gelişmeler de bunu doğrular niteliktedir. Kerim Korcan kendisinin de içinde yer aldığı Vatan Partisi Haysiyet Divanı'na karar aldırarak, "siyasi rakibi" Fatma Nudiye Yalçı'yı partiden ihraç ettirir. (Age)
Fatma Nudiye Yalçı ve diğer parti yöneticilerinin çoğu 30 Aralık 1957'de tutuklanırlar. Fatma Nudiye Yalçı 7 Ekim 1959'a kadar hapiste kalır. Kıvılcımlı'nm da iki yıl tutuklu kaldığı Vatan Partisi davası 2 Mart 1961'de beraatla sonuçlanır.
Komünistlere yönelik tutuklamalar çerçevesinde aynı dönemde hapse atılan Zehra Kosova, bir süre Fatma Nudiye Yalçı ile aynı koğuşta kalır. Anılarında Fatma Nudiye Yalçı'dan da söz eden Kosova, onun hakkında pek olumlu şeyler söylemez:
"Birlikte kaldığımız Fatma Yalçı biraz kendini beğenmiş birisiydi. Aramıza hep bir mesafe koyuyordu, kendisi okumuş yazmış eğitim görmüş, üniversite mezunu biri ben ise sıradan bir işçi. Bu farkı hep koruyordu, kendince bir ilişki düzeni kurmuştu. Kendime geldikten sonra yemekleri ortak yemeye başladık, bana Esma olsun diğer arkadaşlarım olsun gönderdiklerini birlikte paylaşıyorduk. Ama ona ziyarete gelen annesi yemek getirmiyor sadece para bırakıyordu. Paranın tek kuruşunu harcamadığı gibi biraz kendime gelmeye başlayınca beni de bir hizmetçi gibi kullanmaya başladı. O oturup yazı yazacak, düşünecek ben ise yemek yapacağım, bulaşık ve çamaşır yıkayacağım. Bir süre sonra bu işler bana ağır gelmeye başladı ve aramızda bir tartışma çıktı. Fatma Yalçı bana küfretti, ben de karşılık verdim. Bir odanın içinde birbiriyle konuşmayan iki insan olduk. (...) Sonunda Fatma Yalçı'yla hapishane arkadaşlığımız böylece sona erdi. Doğrusu ona çok kırılmıştım, bir aydının böyle mi yapması gerekirdi? Üstelik bu kendini işçilerin davasına adamış bir münevverdi." (Zehra Kosova, Ben İşçiyim)
Zehra Kosova'nın bu anlatımındaki Fatma Nudiye Yalçı portresinin ne kadar doğruyu yansıttığını söylemek kolay değildir. Kosova, kendi açısından duygu ve düşüncelerini ortaya koymuştur. Ancak aralarında, her ne kadar ikisi de komünist olsa da, içinden geldikleri sınıfların ve kültürlerin farklılığından kaynaklanan kişilik çatışmalarının ortaya çıkmış olması ve Kosova'nın anlatımına bu çatışmanın yansımış olması güçlü bir olasılıktır.
Son yıllar
Cezaevinden çıktıktan sonra Kıvılcımlı ile Fatma Nudiye görüşmeye devam ederler, ancak Fatma Nudiye Yalçı politik olarak eskisi kadar faal durumda değildir. 1965'te ciddi bir guatr rahatsızlığı tespit edilir. 27 Kasım 1965'te Bulgaristan'a gitmek üzere Sirkeci'den trene biner. Bulgaristan ve Doğu Almanya, Leipzig'e gider. Ancak bu konudaki bilgiler çok sağlıklı değildir. Gün Benderli, TÜSTAV'ın mail grubuna yazdığı bir notla Fatma Nudiye'nin yurtdışındaki son yıllarına açıklık getirmeye çalışır.
"Fatma Nudiye 1967 ile 1969 yılları arasında bir tarihte Leipzig'e geldi. Bir süre Bizim Radyo yayınlarında çalıştı. Leipzig'de birkaç aydan fazla kalmadı. Daha doğrusu Marat ve Zeki tarafından Bulgaristan'a gönderildi. Kendisini tanımayanlara Dr. Hikmet Kıvılcımlı'mn hayat arkadaşı olarak tanıtıldı. Fatma Nudiye bize pek yüz vermedi. Ne kendisi ne de Dr. Hikmet Kıvılcımlı hakkında hiçbir şey anlatmadı. Bir keresinde işyerinde Fatma Nudiye, bir tartışma sırasında kendisine oldukça hakare- tamiz bir şekilde hitap eden ve Kıvılcımlı'yı kötüleyen Marat'a bakıp, 'Kıvılcımlı senin boyun kadar kitap yazmıştır' dedi." (2)
Fatma Nudiye Yalçı Temmuz 1969'daki vefatına kadar Varna'da yaşıyor. Ölümünün evde geçirdiği bir kaza sonucu olduğu rivayet edilir. Ölümünden tam 43 yıl sonra, 2012 yılında isimsiz mezarına "110. Yaşında Kıvılcımlı Okumaları" grubundan bir kişinin girişimiyle isim plaketi takılır ve böylelikle Fatma Nudiye Yalçı'nın mezar taşı isme kavuşur.
Dr. Hikmet ve Fatma Nudiye
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, hem teorisi hem de pratiğiyle Türkiye komünist hareketinin en değerli önderlerinden birisi hiç kuşkusuz. "Kadın Sosyal Sınıfımız" makalesiyle Türkiye'de kadın sorunu üzerine kapsamlı bir görüş üretmesi, kadınları sosyal sınıf olarak tanımlayan ilk erkek olması ve kadın sorununda döneminin sosyalistlerinden çok daha ilerde bir yaklaşım sergilemesi, özellikle biz kadınlar açısından çok önemli bir katkı.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı Fatma Nudiye Yalçı'nın devrimci mücadeleye aktif olarak katılmasında etkisi olan ilk kişi. Üstelik uzun yıllar birlikte yayınevinden parti faaliyetine, gözaltılardan tutuklanmalara kadar kader birliği yapmışlar. Sadık Göksu'nun aktardığına göre Dr. Hikmet Kıvılcımlı 1957 yılının Kasım ayında tutuklandığında partiyi Fatma Nudiye Yalçı'ya emanet edecek kadar da çok güvenmektedir kendisine.
"Türkiye'de 1925'ten beri ilk defa sistemli Marksizm yayınlarıma devam ettim. Türkiye'de 'Stalin olmak' istiyenler için bu yayınlarım suç elemanı olabilir miydi? Özel yaşantımdan da, yalnız yayın işlerinde yardımı dokunan Fatma Yalçı adlı kadına karşı haksız imâlarla karşılaştım. Bu imâların, tahmin ettiğim gibi, küçükburjuvâ çekememezliklerinden ileri geldiği sonraki olaylarla ispatlandı. Böylece Eski'leri ve bir antrakt olan Reşad'ı, kısaca geçiyorum." (Kim Suçlamış, Dr. Hikmet Kıvılcımlı)
Dr. Hikmet Kıvılcımlı 1971 yılında ölümünden kısa bir süre önce yazdığı Kim Suçlamış adlı kitabında Fatma Nudiye Yalçı'ya yapılan haksızlıklardan bahsederken "yalnız yayın işlerinde yardımı dokunan" diyerek, Fatma Nudiye Yalçı'nın yayın faaliyetindeki emeğini aza indirmiş, neredeyse görünmez kılmıştır. Fatma-Nudiye Yalçı yayınevi faaliyetinin kuruculuğunu ve bir anlamda işletmeciliğini yapmanın yanı sıra yaptığı çevrilerle, yazdığı kitapla düşünsel emeğini de katmıştır. Vatan Partisi içinde yaptığı çalışmalar da cabası.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın düşüncedeki ileriliği somut erkek kimliği ile çelişmiştir. Kıvılcımlı'nın, Fatma Nudiye Yalçı ile bir dönem yaşadığı duygusal beraberliğin öne çıkarılmaması için böylesi bir göz ardı edişi tercih ettiği söylenebilir. Ancak bu da Fatma Nudiye Yalçı'nın emeğine karşı yaptığı haksızlığı ortadan kaldırmaz.
Üstelik Fatma Nudiye Yalçı'nın, yurtdışına çıkıncaya kadar, Kıvılcımlı ile politik olmasa da arkadaş olarak ilişkilerinin devam ettiği bilinmekte. Yukarıdaki bölümde Gün Benderli'den yapılan alıntıda da görüleceği üzere, Fatma Nudiye Yalçı'nın Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile ilişkisi konusundaki ketumluğu, kişisel ilişkilerini kendine saklaması onun onurlu duruşunu yansıtmaktadır.
Bu vesileyle kısa da olsa, Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın hayatından çok önemli yer tutan iki kadına daha değinmek isterim. Kıvılcımlı'nın annesi her dönemde oğlunun yanı başında olmuş, siyasi baskılara maruz kalmış, gözaltına alınmış ama ölümüne kadar oğlunun davasına inancını yitirmemiştir. Eşi Emine Kıvılcımlı siyasi bir faaliyet içinde bulunmamış ancak hem bir işte hem de evde çalışarak maddi ve manevi desteğiyle Kıvılcımlı'ya "iyi" bakmıştır. Bu kadınların görünmeyen emekleri olmadan Kıvılcımlı bu denli üretken olabilir miydi?
Bu unutuluş niye?
Fatma Nudiye Yalçı, otuzlu yılların gerici ortamında Marksizme inanmış, ancak bu inancını bir entelektüelin teorik olarak bilimsel olana varma isteğinin ötesine geçirmiş; düşüncesini eylemi ile buluşturmayı başarabilmiş bir kadın. Bunu, kısıtlı bilgilerle de olsa, gün yüzüne çıkmış hayat hikayesinde görmek mümkün. Fatma Nudiye Yalçı finans kapitalin zindanlarında işkence görmüş, yaklaşık 12 yıl cezaevinde kalmış. Finans kapitale karşı mücadele ederken, aynı zamanda, erkeklere ait bir dünyada kendine yer açma mücadelesi de vermiş.
Fatma Nudiye Yalçı toplumsal cinsiyet rolünün dışına çıkıp, evliliğini sona erdirmiş, başka bir erkekle evlilik dışı bir beraberlik yaşamaktan ve bunun getireceği bedelleri ödemekten korkmamış bir kadın. "Doktorun kız arkadaşı", "Doktorun karısı" gibi tanımlamalarla anılması, ikincilleştirilmesi ve giderek yok sayılması Fatma Nudiye Yalçı'nın ödediği bedellerden sadece biri.
Düşünce ve eylem birliği yaptığı erkekle yaşadığı duygusal beraberlik sona erdiğinde örgütünden geri çekilmemiş, parti bağlarını duygusal kırgınlıklarının üzerinde tutmuş. Politik kişiliğini bir erkeğe bağlamadan, politik mücadelede kendi bağımsız tavrım korumuş bir kadın aynı zamanda.
Öyleyse bu unutuluş niye?
Bunun için birkaç neden sayılabilir.
En önemli neden, Türkiye komünistleri içinde de güçlü biçimde varlığını sürdüren erkek egemen anlayıştır. Dönemin komünistlerinin "kadın-erkek eşitliği"ni samimiyetle savunduklarını ve biçimsel olarak buna uyduklarını teslim etmeliyiz. Bu anlayışlarıyla da içinde yaşadıkları toplumun en ileri kesimini oluşturdukları da söylenebilir. Fakat bu konu üzerinde "tepinemezlerdi" (Sevim Belli, Röportaj, Siyaset, 0. Sayı).
Tepinememelerinin bir nedeni, toplumsal ilişkilerin (dolayısıyla komünistlerin bağ kurabildiği sınırlı sayıdaki işçi/emekçiler arasındaki ilişkilerin) oldukça geri olması ve toplumsal cinsiyet konusunu öne çıkarmanın güçlükleriydi muhtemelen. Fakat bir de içsel (düşünsel) engel vardı. Zamanın Türkiye komünistleri, feminizmi bir bütün olarak burjuva ideolojisi olarak tanımlıyorlar, kadın sorununu sınıfsal çelişkinin bir türevi olarak görüyorlar, sorunu normatif/ hukuksal bir kadın-erkek eşitliğine indirgiyorlar ve bunun da sosyalizmde çözüleceğine inanıyorlardı. Kendi aralarındaki görece eşitlikçi ilişkiler de onlara yeterli geliyordu.
Oysa bu ertelemeci ve indirgemeci anlayış, kendi aralarındaki formel eşitlikçilik ve patriyarkal sistemin teorik olarak kavranamamış olmaması, toplumsal cinsiyet rolleriyle hesaplaşmalarını önlüyor, bu da erkek egemen anlayışın komünistler (erkekler ve kadınlar) arasında hakimiyetini sürdürmesine zemin hazırlıyordu.
İşte Fatma Nudiye Yalçı, böyle bir düşünsel ortamda yaşamış, mücadele etmiştir. Bir kadın olarak mücadeleye yaptığı katkılar, erkekler ve erkek-egemen zihniyet tarafından bilinçli veya bilinçsiz olarak küçük görülmüş, küçültülmüş veya yok sayılmıştır. Dr. Hikmet Kıvılcımlı tarafından, kendi yokluğunda Vatan Partisi'nin başına getirilmesi istenen, bu derece yetkin görülen bir kadının adı neredeyse komünistlerin tarihinden silinmiştir. Bu bir tesadüf olamaz.
Birincisiyle ilişkili ama özgün yanları da olan ikinci ve ikincil neden, Fatma Nudiye Yalçı'nın kişiliğidir. Fatma Nudiye Yalçı, döneminin statü olarak orta-üst sınıfı sayılabilecek olan küçük-burjuva bir aileden gelmiş ve öyle bir kültürel şekillenmenin izlerini taşımaktadır. Marksizmi iyi bilen, çeviri yapan, yazan-yorumlayan, sanat ve edebiyatla uğraşan bir entelektüeldir ve bağımsız bir kadındır. Muhtemelen bu özellikleri ve kültürel şekillenmesinden gelen özellikler yoldaşlarıyla ilişkilerde kimi pürüzler, "mesafeler" yaratıyordu. Keza, bedellerini göze alarak zamanına göre ortaya koyduğu bağımsız kişiliği ve yaşamı da, aslında -bütün ileriliklerine karşın- geleneksel kadın-erkek ilişkilerinden köklü bir kopuşma yaşamayan kadınlı erkekli komünist kadrolar için bile "fazla cesur"du. Bu cesareti gösteremeyenlerin, gösterenlere tepkisini de hesaba katmak gerekir.
Kuşkusuz burada Fatma Nudiye'nin zorlu bir yaşam geçirmesinde, daha verimli olamamasında başrol burjuva düzen ve devlete aittir. Ama bunun üzerinde fazla durmak gerekmez. Düşmanın düşmanlığını yapmasında ilginç bir yan yoktur.
Bizi ilgilendiren, esas olarak komünistlerin, kapitalizmin yanı sıra patriyarkal egemenliği, erkek-egemen anlayışı kavrayamaması ve bu yüzden farkında olmadan onun taşıyıcılığını yapmasıdır. Fatma Nudiye Yalçı'nın mücadele içinde yaşadığı ayrımcılıklar ve ölümünden sonra adının fiilen tarihten silinmiş olmasının en önemli nedeni budur.
Erkeklerin dünyasında var olma mücadelesi veren Fatma Nudiye Yalçı yalnızlaştığı, yorulduğu için unutulmak istemiş olabilir mi?
Bugünden baktığımızda ilk dönem komünist kadınların, erkeklerin dünyasında kendilerine yer açmak için, verdikleri mücadelenin çok daha zor koşullarda yürütüldüğünü söyleyebiliriz.
Karma örgütlerde mücadele eden kadınlar örgütleri içindeki erkek egemenliğine, "erkek akıl"a karşı mücadele ederken artık yalnız değiller. Kadın kurtuluş hareketinin uzun yıllar verdiği mücadele sonucu oluşan "özel olan politiktir", "bedenim benim", "kadının beyanı esastır", "kadından yana pozitif ayrımcılık" "patriarkal kapitalizm," vb., tespit ve değerleri ile besleniyorlar.
Fatma Nudiye Yalçı ve burada adını anmadığımız pek çok komünist kadının yaşadıkları o yıllarda feminist mücadelenin desteğine ve gücüne sahip değillerdi. Ama onların açtığı yoldan kadınlar bugüne yürüyebildiler. Tarihin geriye dönük feminist bir süzgece tabi tutulması, kadınların görünmeyen emeğinin açığa çıkarılması için, tarihin yeniden okunması ve hiç kuşkusuz yazılması gerekiyor. Kadınların kendi tarihlerini yazmaları, "sayıca azdılar" ya da "yok denecek kadar azdılar" denen bu kadınları birer birer aramıza getirmesi bakımından çok değerli ve önemli.
(1) "Cemiyetler Kanununun değişmesinden sonra 1946'da Ortaköy'de tütüncüler bir araya gelerek, İstanbul Tütüncüler Sendikası'nı kurdular. Bu sendika çok az yaşadı ama yaşadığı süre içinde bütün tütün işçilerinin sahip çıktığı bir kuruluş oldu. Yetkililer, polis yasal bir biçimde kurulmuş olan bu sendikayı dağıtmak için elinden geleni yaptı. Hiç unutmuyorum, sendikayı kuran arkadaşları Ortaköy'den Sirkeci Emniyet Müdürlüğü'ne kadar urganla bağlayıp, yürüterek götürdüler. Aralarında Seher Kerpiç adlı bir de kadın işçi vardı." {Zehra B Kosova - Ben İşçiyim)
(2) Burada anılan "Zeki" ve "Marat", TKP MK Dış Büro üyeleri Zeki Baştımar (Yakup Demir) ve İsmail Marat'tır (İsmail Bilen) - YN.
Yararlanılan kaynaklar:
Nuray Ergüneş ve Melda Yaman Öztürk, "Erkek Akıl" Tebliği, Bilim ve İktidar Konulu Karaburun Bilim Kongresi, 8-10 Eylül 2006, Karaburun, İzmir
Gülfer Akkaya, Sanki Eşittik, İstanbul, Kumbara Sanat Atölyesi ve Toplumsal Dayanışma Derneği Araştırma Dizisi-1, 2011
Fatma Nudiye Yalçı, Hayatı ve Eserleri, Derleyen: Ahmet Kale, İstanbul, Rezan Yayıncılık, 2012
Cenk Ağcabay, Türkiye Komünist Partisi ve Doktor Hikmet, İstanbul, Sosyal İnsan Yayınları, Sosyal Tarih Dizisi:5,2010, 2. Basım
Emin Karaca, Sintinenin Dibinde, KaraKutu Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 2001. Zehra Kosova - Ben İşçiyim, Yayma Hazırlayan: Zihni T. Anadol, İstanbul, Sarı Defter: 21, 2. Basım, TÜSTAV-Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı, 2011.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Kim Suçlamış, İstanbul, Yol Yayınları,1979. Sevim Belli röportajı, Siyaset Gazetesi, 0. Sayı, Aralık 2012, İstanbul.
* Bu yazı, Dr. Hikmet Kıvılcımlı Sempozyumu Bildirilerinden alınmıştır.