Dr. Erdoğdu, "Müzakere sürecinde tam tersi beklenmelidir. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin müzakere sürecinde de sosyal haklarda bir iyileşme olmadığı, tersine gerileme olduğu, konu ile ilgili araştırmalarda altı çizilen bir husustur" diyor.
Son genişleme sürecinde Avrupa Birliğinin Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine önerdiği politikaların sosyal reformist politikalar değil liberal politikalar ve en başta özelleştirme olduğuna işaret eden Dr. Erdoğdu, "Avrupa Birliğinin sosyal politika alanındaki müktesebatı Türkiye'nin umduğu gibi geniş bir müktesebat değil" değerlendirmesi yapıyor.
İşçi ve memur sendika Konfederasyonlarının Avrupa Birliğine bakışlarını incelediğimizde, ortak bir tavır olarak "sosyal Avrupa" ve "emeğin Avrupa Birliği" ön koşulu ve beklentisi doğrultusunda üyelik sürecini destekleyen bir tutum dikkati çekiyor. Sizce Avrupa Birliği, sendika konfederasyonlarının bu beklentilerini tatmin edebilecek bir oluşum mudur?
Kanımca Avrupa Birliği, sendikaların bu beklentilerini tatmin edebilecek düzeyde bir sosyal boyuta sahip değildir.
Avrupa Birliği bünyesindeki sendikalar da bu kanıdalar ve Avrupa Birliğini, "sosyal Avrupa" olarak algılamıyorlar. Onların algılamalarının ötesinde, sosyal bilimcilerin Avrupa Birliği üzerine yaptıkları incelemelere baktığımız zaman, onların da Avrupa Birliğini, sosyal boyutu ağır basan bir yapı olarak görmediklerini tespit ediyoruz.
Sosyal bilimciler içinde faklı yaklaşımlar var. Bazıları daha şüpheci bir bakışla Avrupa Birliğinin yeni liberal temeller üzerinde bir ekonomik entegrasyon olduğunu, mevcut yapısı içerisinde ve küreselleşen dünyada, konumu itibarı ile zaten sosyal olamayacak biçimde dizayn edildiğini söylüyorlar. Bir grup sosyal bilimci ise Avrupa Birliğinin yeni liberal bir entegrasyon süreci olduğunu ve sosyal olmadığını kabul etmekle birlikte, ilerde Avrupa Birliğinin sosyal boyutunun artırılabileceğini umuyorlar.
O halde Avrupa Birliğinin bugün sosyal bir birlik olmadığı yolunda genel bir görüş birliği olduğunu söyleyebiliriz. Geleceğe yönelik olarak ise kesin bir şey söylenemeyeceği kanısındayım. Bırakın sosyal boyutu, Avrupa Birliğinin ekonomik entegrasyonunun bile gelecekte ne olacağı konusu ancak tarihsel gelişimlerin belirleyeceği bir şey. Ancak bugün kesin olan bir şey vardır, o da Avrupa Birliğinin sosyal boyutunun zayıf olduğudur.
Türkiye'de, Avrupa Birliğinin bütünleşme sürecinin niteliği konusunda ayrıntılı bilgi sahibi olmayan vatandaş şöyle düşünüyor: Avrupa Birliği ülkelerinin vatandaşlarının gerek çalışma koşulları ve ücretler gerekse sosyal haklar açısından uzun yıllara dayanan kazanımları var. Dolayısı ile biz de Avrupa Birliğine girersek çalışma koşulları, ücretler, sosyal haklar, sendikal haklar açısından onlar gibi olacağız. Oysa vatandaşın imrendiği kazanımlar, Avrupa Birliği sayesinde edinilmiş kazanımlar değildir. Tek tek Avrupa ülkelerinde geniş emekçi kesimlerin sendikal ve siyasal mücadeleleri ile elde ettikleri kazanımlardır. Hatta tam tersi bir durum söz konusudur ve Avrupa Birliği tek tek Avrupa ülkelerindeki sosyal refah uygulamalarını zayıflatan bir etki yaratmaktadır.
1980'li yıllarda, Avrupa sosyal modelinin, Avrupa firmalarının ve Avrupa'da yapılacak mal ve hizmet üretiminin rekabet edebilirliğini, dolayısıyla Avrupa'da istihdam yaratma olanaklarını engellediği öne sürülerek, tek tek Avrupa ülkelerinde, sosyal modelin unsurlarının zayıflatılması yoluna gidilmiştir.
İşgücü piyasalarının esnekleştirilmesi, sosyal korumanın zayıflatılması, yeniden dağıtım mekanizmalarının kaldırılması gibi girişimler, bu sürecin parçaları olmuştur. Bu girişimlerin yaygınlığı ve derinliği de ülkeden ülkeye farklılıklar göstermiştir. Sosyal modelin zayıflaması tek tek Avrupa Birliği ülkelerinde eşitsizliklerin, yoksulluk ve sosyal dışlanmanın artmasına yol açmıştır.
"Emeğin Avrupası" denilen kesimler de zaten bundan, yani Avrupa Birliğinin sosyal Avrupayı zayıflatmasından çok büyük ölçüde şikayetçiler. Hatta bazı örgütlü işçi kesimleri, özellikle kuzey ülkelerindeki bazı sendikalar, bu kaygı ile Avrupa Birliğine karşı çıkmışlardır,
Avrupa Birliğinin kurucu anlaşmalarında imzaları ile Avrupa Birliğinin temellerini oluşturan ülkeler (Almanya, Fransa, İngiltere), aynı zamanda sosyal politika uygulamalarının, sendikacılık hareketinin ideolojik ve teorik anavatanları. Günümüzde bu ülkelerde emeğin konumu Birlik öncesi ile karşılaştırıldığında nasıl bir görünüm sergiliyor? Bütünleme süreci bu ülkelerde, sosyal devlet ve endüstri ilişkileri açısından ne gibi gelişmelere yol açtı?
Özellikle İngiltere'de sendikal hak ve özgürlüklerin, sosyal politika önlemlerinin gerilemesi, Avrupa Birliği süreci ile de bağlantılı olmakla birlikte, esas olarak Thatcherizmle bağlantılı bir süreç. Kıta Avrupası ile ada Avrupası diyebileceğimiz İngiltere açısından böyle bir farklılık var. İngiltere zaten zayıfladığı için, yani büyük ölçüde sosyal ve sendikal haklar açısından Thatcherizm İngiltere'yi çökerttiği için, Avrupa Birliği süreci içerisinde, İngiltere'deki liberal çevreler, kıta Avrupa'sındaki sosyal uygulamaların İngiltere'ye yansımaması için son derece hassas davrandılar. Avrupa Birliğinin sınırlı sosyal önlemlerine bile imza koymak istemediler. Ama zamanla bu durum ortadan kalktı, Bugün, Blair hükümeti de esas itibari ile liberal politikaları uygulayan bir hükümet olarak Avrupa Birliğinin sınırlı sosyal politikaları ile uyum içinde görünüyor.
Bunun dışında şunu da belirtmek gerekir ki tek tek Avrupa ülkelerinde sosyal refah devleti sistemleri kendilerine özgü özellikler taşırlar. Bu açıdan Avrupa Birliği süreci her ülkedeki sosyal kazanımları ve sendikal hakları aynı biçimde etkilemiştir diyemeyiz.
Farklılıklar vardır, ancak genel bir eğilim olarak bahsedersek, özellikle sosyal haklar, yani sağlık, emeklilik, işsizlik sigortası, devletlerin sosyal hizmet ihtiyacı olan kesimlere yaptığı her türlü yardımlar ve yatırımlar vs. gibi sosyal haklar, İngiltere'de çok büyük ölçüde gerilemiştir, Fransa'da gerilemiştir, Almanya'da gerilemiştir, tüm Avrupa Birliği ülkelerinde gerilemiştir diyebiliriz.
Zaten onun içindir ki Avrupa Birliğinin son dönemlerde sosyal politikaya ilişkin geliştirdiği temel araçlar, ayrımcılıkla, sosyal dışlanma ile ve bir anlamda sosyal dışlanmanın ayrılmaz eşi olan yoksullukla, işsizlikle mücadele üzerinde yoğunlaşmıştır. Bütün bu politikalar Avrupa Birliğinin liberal ekonomik bütünleşme sürecinin doğurduğu durumu düzeltmeye yönelik politikalardır.
İşsizlik, yoksulluk, sosyal dışlanma, sosyal haklarda gerileme tüm Avrupa Birliği ülkelerinde yaşandığı içindir ki özellikle 1997 Amsterdam Anlaşmasından sonra Avrupa Birliği sosyal dışlanma ve ayrımcılıkla mücadele etmek için bazı politikalar geliştirmeye çabalamaktadır. Ne var ki bu politikalar yani istihdam, işsizlik, yoksulluk ve sosyal dışlanmaya ilişkin AB politikaları gevşek, "yumuşak" denen politikalardır. Bu "yumuşak" politikaların AB'de işsizlik, yoksulluk ve sosyal dışlanmayı azaltmakta ne kadar başarılı olabileceği ilerde görülecek.
Ben kişisel olarak, yeni liberalizmin yarattığı yıkıntıyı marjinal politikalarla düzeltmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Sosyal ve kamusal olana geri dönüş yapılmadan bu tür politikalarla bir tür düzelme sağlanabileceğini zannetmiyorum.
Avrupa Birliğinin son genişleme sürecinde birliğe yeni katılan ülkeler açısından, üyeliğin sosyal haklara ve endüstri ilişkilerine etkisi sizce nelerdir?
Avrupa Birliğinin birkaç tane genişleme süreci var, son genişleme sürecini ele alırsak. Son genişleme sürecinde Kıbrıs'ı ve Malta'yı ayırırsak, esas genişleme olarak, eski sosyalist ülkelerin katılımından bahsediyoruz.
Son genişleme süreci, Birliğe üye olmanın ötesinde bu ülkelerde eski sosyalist sistemin çökmesini ve "geçiş ekonomileri" adı altında, kapitalizme geçiş sürecini ifade eder. Bu süreç içerisinde bu ülkelerdeki çalışan geniş kesimler, istihdam, sosyal haklar, çalışma koşulları ve genel olarak toplumdaki sosyal düzeyleri açısından çok büyük sıkıntılara girmişlerdir.
Dolayısı ile Avrupa Birliği süreci dışında, bu ülkelerde kapitalizme "geçiş" süreci, işsizlik ve yoksulluğun yanı sıra fuhuş, uyuşturucu ticareti, mafyalaşma gibi kötülüklerin de yaygınlaştığı bir süreç olmuştur. Avrupa Birliğine adaylık döneminde Birliğe yeni katılacak olan bu ülkelere kapitalizme "geçişin" tersine politikalar mı önerilmiştir? Hayır, tam tersi Birliğe katılımın ön şartı "kapitalizme geçiş"tir.
Dolayısı ile bu sorunuzda şöyle bir temel gerçekliği görmemiz lazım: Avrupa Birliğinin temel kriterlerinden biri, "işleyen bir serbest piyasa ekonomisine sahip olmak"tır, yani kapitalizme geçmiş olmaktır. Kapitalizme geçiş, bu devletler için Avrupa Birliğine katılımın ön şartıdır.
O halde Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde kapitalizme geçişin Avrupa Birliğine katılımın en temel ön koşulu olduğunu belirledikten sonra şu soruyu sormak gerekir: Bu ülkeler Avrupa Birliğine üyelik sürecinde Avrupa Birliğinin sosyal reformist telkinleri ile mi karşı karşıya kalmışlardır?
Genişleme sürecinde Avrupa Birliğinin bu ülkelere önerdiği politikalar sosyal reformist politikalar değil liberal politikalardır ve en başta özelleştirmedir. Bu özelleştirmenin içerisinde sosyal yönden de özelleştirme, yani sağlıkta, sosyal güvenlik sisteminde özelleştirme de yer almaktadır. Sosyal güvenlik sistemlerini özelleştirmeyi öngören bir genişlemenin, bu ülkelere "sosyal" bir yönelim getirmeyeceğini, yani sosyal hakları genişletmeyeceğini kabul etmek gerekir.
Türkiye'nin katılım sürecinde çalışma yaşamının gündeminde nasıl gelişmeler yer alacak? Avrupa Birliğine üyelik sürecinde, sendikaların beklentisi doğrultusunda bir iyileşme gözlemlenebilecek mi? Özellikle memur sendikalarının toplu sözleşme hakkı ve grev hakkı ile ilgili olarak bu süreç çerçevesinde olumlu gelişmeler olabilir mi?
Kısa sürede bu soruların kapsamlı bir şekilde yanıtlamak olanaksız ama şunu söyleyebilirim, sosyal haklar açısından ele alalım: Avrupa Birliğinin sosyal politika alanındaki müktesebatı Türkiye'nin umduğu gibi geniş bir müktesebat değil. Avrupa'nın sosyal müktesebatı iş gücünün serbest dolaşımını sağlamaya yönelik konularda, eşitlik konularında, işçi sağlığı iş güvenliği konularında yoğunlaşmış bulunuyor.
Endüstri ilişkilerine ilişkin Avrupa İşyeri Konseyleri ve Avrupa Şirket Statüsü gibi, bir iki tane düzenleme var. Ancak, müktesebat içinde bir Avrupa işsizlik sigortası, Avrupa asgari ücreti, Avrupa Birliği sosyal güvenlik sistemi, Avrupa Birliği emekliliği, Avrupa Birliği sağlık sistemi vb. yok. Avrupa Birliğinin yarattığı işsizlik, yoksulluk ve sosyal dışlanmaya karşı düzeltme politikaları da bağlayıcılığı olmayan girişimler niteliğinde.
Dolayısı ile müzakere sürecinde sosyal haklarda bir iyileşme beklentisinin yanlış olduğu kanısındayım. Hatta tam tersi beklenmelidir. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin müzakere sürecinde de sosyal haklarda bir iyileşme olmadığı tersine gerileme olduğu konu ile ilgili araştırmalarda altı çizilen bir husustur.
Sendikal haklara gelince, son ilerleme raporunda Türkiye'de sendikal hakların iyileştirilmesi gerektiğine dair bir ifade var. Fakat Avrupa Birliğinin kendisinin sendikal haklara ilişkin bir müktesebatı yoktur. Tek tek Avrupa ülkelerinde sendikal hakların düzeyi başka bir şeydir, Avrupa Birliğinde sendikal haklar başka bir şeydir. Bu konu ikincillik ilkesi ile ulusal düzeye bırakılmıştır.
Yeni AB Anayasasında temel sendikal haklar ilkesel olarak tanınmaktadır, ancak ilkesel düzeyde sendikal hakları kabul etmek başka bir şeydir, bu konuda AB düzenlemelerinin olması başka bir şeydir. Yukarda da değindiğimiz gibi sendikal haklar ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler halen AB'nin yetki alanı dışındadır. (ES/YS)