12 Eylül'ün lideri ve iktidardan devirdiği mağduru 25 yıl sonra bu ortak noktada buluştuğuna göre onları tedirgin eden şey nedir acaba? Zaten 12 Eylül'ün çok fazla hatırlandığı yok. 78'lilerin açmış olduğu kampanya mı onları rahatsız etti? Ve ikisi de artık "eski cumhurbaşkanı" etiketi taşıyan "devlet büyükleri" olarak bize bu meşum olayı unutmamızı söylüyorlar. İyi ama nasıl unutacağız?
Aslına bakılırsa özellikle gençlerin 12 Eylül'ü bildiklerini, unutmadıklarını pek söyleyemeyiz doğrusu. Bundan bir süre önce bir haftalık derginin 20 yaşın altındaki gençlerle 12 Eylül'le ilgili olarak yaptığı bir soruşturmada 12 Eylül ve Kenan Evren üzerine o kadar çok yanlış yanıt vardı ki, insan şaşırıyordu. Bu gençler nerede yaşıyorlar, politikadan neden bu kadar uzaklar, nasıl bu kadar habersiz ve bilgisiz olabilirler, diye düşünmekten ve ürpermekten kendimi alamadım.
Ama Evren'in ve Demirel'in tavsiyelerini hatırlayınca, belki de devlet büyüklerinin söylediklerini fazla ciddiye almışlardır, dedim!
Üzerinden çeyrek yüz yıl da geçmiş olsa, 1 milyon 680 bin kişinin fişlendiği; 650 bin kişinin gözaltına alınıp, hepsinin işkenceden geçirildiği; 388 bin kişiye pasaport yasağı konduğu; 210 bin dava açılıp, 7 bin ölüm cezasının istendiği; 517 ölüm cezası verilip, 50 kişinin asıldığı; 171 kişinin işkencede can verdiği; 14'ü açlık grevlerinde olmak üzere 299 kişinin cezaevlerinde hayatını kaybettiği; 16 kişinin "kaçarken" vurulduğu, 43 kişinin "resmen" intihar ettiğinin açıklandığı; 30 bin kişinin "sakıncalı" olduğu için işten, 14 bin kişinin ise yurttaşlıktan atıldığı; 937 filmin "sakıncalı" bulunduğu için yasaklanıp, 39 ton gazete, dergi, kitabın imha edildiği; 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezasının istendiği; 23 bin 677 derneğin kapatıldığı; gazetelerin yayınının toplam 300 gün durdurulduğu bir dönem, bir askeri darbe ve diktatörlük unutulabilir mi?
İlk günden grevleri yasaklayıp, sendikaları kapatarak işçilere, emekçilere karşı aldığı tavırla dönemin Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Halit Narin'e "Şimdiye kadar işçiler güldü, biz ağladık, şimdi gülme sırası bizde" dedirten bir darbe unutulabilir mi?
ABD yönetiminin "Our boys" (Bizim çocuklar) diye söz ettiği cuntanın şefinin daha 18 yaşını bile doldurmamış çocukların asılmasını meydanlarda verdiği nutukta, "Ne yapalım yani, asmayıp da besleyelim mi?" diyen kan dondurucu savunması unutulabilir mi?
İktidarı devretmek niyetiyle kurdurdukları Milliyetçi Demokrasi Partisi'nin başına getirdikleri emekli general Turgut Sunalp 'in işkence iddialarına karşı çıkıp, copla tecavüze gerek olmadığını açıklarken, "Copa ne gerek var, elimizde taş gibi genç askerler var" demesi unutulabilir mi?
Normal olarak unutulamaz tabii, ama biraz düşününce kabahatin bu gençlerde olmadığı ya da kabahat sıralaması yapılacak olsa 12 Eylül'den sonra doğmuş bu gençlerin en son sırada geleceği de aşikardı. Çünkü bu toplum 12 Eylül'le yüzleşmemişti, hesaplaşmamıştı. Daha önceki darbeler gibi bunu da unutmayı, cuntanın yarattığı sorunların etrafından dolanarak geçip gitmeyi tercih etmişti.
Latin Amerika'dan Yunanistan'a, şimdiye kadar bir çok ülkede hesabı sorulan darbeler, hapse atılan eski darbeciler Türkiye'ye gelince ne hesap veriyorlar, ne de hapse giriyorlardı. Ölenler rahmetle anılıyor, hayatta olanlar ise tablolarına büyük paralar verilen ressam bile oluyordu!
Askeri darbeler bakımından hayli zengin olan tarihimizde 12 Eylül 1980'deki son darbe değil. Bizzat yapanların "post-modern" diye adlandırdıkları bir darbe daha oldu 12 Eylül'den 17 yıl sonra, 28 Şubat 1997'de. Ama 12 Eylül gerçekten de "son klasik darbe" idi, hatta siyaset bilimi ders kitaplarına geçecek kadar örnek bir askeri darbeydi.
Ancak ne okullarda okutulan ders kitaplarında, ne de diğer kitaplarda 12 Eylül yeterince ele alınmış durumda. Elbette üzerine hiç yazılmamış, tartışılmamış değil ama özellikle gençlerin durumuna bakıldığında yeterli olmadığı kesin. Yoksa bu kadar bilgisiz, ilgisiz olurlar mıydı?
Çünkü ister bilsinler, isterse bilmesinler, sadece analarının, babalarının değil bugünün gençlerinin hayatlarını da en çok etkileyen olaylardan biridir 12 Eylül. O kadar ki, 12 Eylül'e ilişkin gençlerdeki bu bilgisizlik ve ilgisizlik bile yine 12 Eylül'ün yarattığı bir durumdur, bir sonuçtur. 12 Eylülcüler, üniversite gençliği başta olmak üzere, toplumun çeşitli kesimlerini politikadan uzaklaştırmayı, kendi kaderine sahip çıkmaktan vazgeçirmeyi amaç edinmemişler miydi?
70'li yıllar hatırlanacak olursa, 12 Eylül, "tarihin 'özne'si olmaya çalışanları tarihin'nesne'si haline getirmenin" adıydı. Dolayısıyla yeniden tarihin öznesi olmanın bir yolu da bu darbeyle yüzleşmekten, hesaplaşmaktan geçiyor. 25. yılını vesile ederek 12 Eylül üzerine söyleşiler yapan Seyfi Öngider 'in hazırladığı "Son Klasik Darbe" kitabı bu tür bir yüzleşme için hayli yararlı bir kaynak.
12 Eylül'ün mağdurları ve muhalifleriyle konuşan Öngider, Ertuğrul Kürkçü 'den Ömer Madra ve Mihri Belli 'ye, Nuray Mert 'ten Pınar Selek 'e, Necmi Demir 'den Mahir Sayın 'a, Metin Çulhaoğlu 'ndan Ömer Ağın 'a, Yılmaz Ensaroğlu 'ndan Tevfik Çavdar 'a kadar 11 kişiyle görüşmüş, konuşmuş. Sosyal psikolog Melek Göregenli ise bir tür son söz kaleme alarak kitaba katkıda bulunmuş.
Doğrusu ele alınan konular, yanıtı aranan sorular önemli ve ilgi çekici olduğu gibi, aynı zamanda sadece 12 Eylül'le de sınırlı değil. Diğer darbeleri de kapsayan tarzda bir siyasi tarih tartışması yapılıyor. Yanıtı aranan bazı sorular şöyle:
*12 Eylül dahil, üç darbe de, "geçici" olduğunu, ilk fırsatta "demokrasiye dönüleceğini" ilan ederek iktidara el koydu? Darbeciler neden her defasında aynı şeyleri söylüyor?
* 12 Eylül aynı zamanda bir tür "mediokrasi" midir? Yani Türkiye'de hangi kahveye gitseniz bulacağınız 10-15 kişiden biri gibi olan bir adamın, Evren'in diktatörlük yetkileriyle iktidar olması mıdır? Eğer böyleyse sonuçları, toplumda yol açtığı etkileri ve tahribatı nedir?
* 12 Eylül cuntası da diğer darbeler gibi yaptıklarını hep "Atatürkçülük adına" yaptığını iddia etti, daha doğrusu buradan bir meşruiyet devşirdi? Darbeciler meşruiyet için neden Atatürkçülüğe, Kemalizme müracaat ediyor? Askeri darbeler ile Atatürkçülük arasında nasıl bir ilişki var?
* 27 Mayıs'tan sonra 1965 seçimlerinde, kendisini DP'nin devamı olarak gören AP'nin tek başına iktidar olması; 12 Mart'tan sonra bu müdahaleye açıkça itiraz eden Ecevit'in liderliğindeki CHP'nin 1973 seçimlerinde en büyük parti haline gelmesi; 1983 seçimlerinde ise Evren'in karşı çıkmasına rağmen ANAP'in iktidar olması; hatta 28 Şubat'tan sonra AKP'nin iktidar olması dikkat çekiyor. İlk aşamada darbeye itiraz etmeyen veya edemeyen halk, sonra ilk fırsatta, ama serbest seçim şansı bulduğu andaki ilk fırsatta bir tepki ortaya koyuyor ve darbecilerin işaret ettiğini değil tam tersini destekliyor, neden?
* 12 Eylül ne yapmak istedi, sonuçta ne oldu? Aradan geçen yıllarda neredeyse her şey tersine dönmedi mi? Yasaklanan liderler (Demirel, Ecevit, Erbakan) başbakan ve cumhurbaşkanı olurken, İslami hareket toplumdaki en güçlü akım haline geldi, Kürtler onca yıl aradan sonra Demirel'in "29. Kürt İsyanı" dediği bir harekete giriştiler, vs. Bu durum da bir tür hesaplaşma, yüzleşme olarak görülebilir mi?
* 12 Eylül, 60'lı ve70'li yıllara göre politika yapma biçimini, bu toplumun politikayla kurduğu ilişkiyi değiştirdi mi? Sorun sadece kadın, gençlik kollarının yasaklanması, üniversite çalışanlarının politikadan dışlanması, genel olarak politik alanın sınırlanmasından öteye mi gidiyor? Ya da dünya ölçeğinde bir "yeni sağ" dalgaya uygun olarak politika-toplum ilişkisi yeniden mi düzenlendi? Yerleşik, geleneksel politik ilişki biçimlerinin yerini yeni ve farklı şeyler mi aldı? Solun bir daha ayağa kalkamamasında bu gibi değişimlerin rolü var mıdır?
* 12 Eylül'ün tasfiye etmeye çalıştığı, hatta siyaset yasakları getirip, tutukladığı politik kadrolar, 1989'dan itibaren İnönü, Demirel, Erbakan, Ecevit iktidardan geldi geçti, ama bir hesap sormaya kalkışmadılar? "Siyasi yasaklı" oldukları dönemde "Gün olur, devran döner" diyenler tekrar iktidara geldiklerinde neden bir şey yapmadılar?
* 1984'ten itibaren farklı bir şekilde gündeme gelen Kürt sorunu ve "düşük yoğunluklu savaş"ın orduya sahip çıkılmasında ve bu arada 12 Eylül'ün tasfiye etmeye çalıştığı "siyaset sınıfının" darbecilerle uzlaşmasında nasıl bir rolü ve etkisi oldu?
* Artık Türkiye'de askeri darbe olması mümkün değil mi? Özellikle de AB ile ilişkiler dolayısıyla bu defter kapandı mı?
* Kenan Evren ve arkadaşları yargılanmalı mı? Diğer ülkelerde, Latin Amerika ve Yunanistan'da olan yargılama ve hesaplaşmalar, neden bizde olmuyor? Neden Türkiye'de sadece Talat Aydemir cuntası, o da ilkinde (22 Şubat 1961) affedilip, ikincisinde (21 Mayıs) yargılandı? Başarısız olduğu için mi?
İşte bu gibi sorular etrafında süren söyleşiler bir yandan unutulanları hatırlatıyor, bir yandan da "bir daha asla" diyebilmenin koşulları üzerine düşünmeye, tartışmaya davet ediyor. (AE/KÖ)
Son Klasik Darbe, 12 Eylül Söyleşileri/Seyfi Öngider/
Aykırı Yayıncılık/ Eylül 2005/ 216 sf.