15 TEmmuz darbe girişimine dair sol, sosyalist örgütlerin yorumlarını Özgürlükçü Sol derledi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), Emek Partisi (EMEP), Özgürlük Ve Dayanışma Partisi (ÖDP), Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP), Yeşil Sol Parti, Halkevleri, Devrimci Parti, Emekçi Hareket Partisi (EHP), Kaldıraç, Devrimci Hareket, Türkiye Komünist Partisi (TKP) 1920, Komünist Parti (KP), Halkın Türkiye Komünist Partisi (HTKP) ve Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) darbe girişimine dair yorumlarını yayınlıyoruz.
HDP: Krizden çıkışın yolu OHAL değil demokrasidir
15 Temmuz darbe girişiminden 5 gün sonra MGK ve Bakanlar Kurulu kararıyla OHAL ilan edilmiştir. Bu adım da göstermektedir ki, 15 Temmuz darbesi önlenmiş olsa da, ülkeyi darbe ile yönetmek isteyenlerin arayışı sonlanmamıştır.
Türkiye’nin, Anayasa’ya aykırı da olabilen Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetileceği, Bakanlar Kurulu’na Cumhurbaşkanı’nın başkanlık edeceği, valilerin yetkilerinin arttırılacağı, temel evrensel ve demokratik insan haklarının çiğneneceği bu dönemde ‘Türk tipi başkanlık sistemi’ fiilen işletilecektir. Böylelikle 15 Temmuz darbe girişimi hükümete muhalif olanların tasfiye edilmesinin, demokratik hak ve özgürlüklerin daha da kısıtlanmasının fırsatı ve aracı haline getirilmiştir.
Türkiye’nin giderek ağırlaşan koşulları altında esas sorumluluk demokrasi ve barış güçlerindedir. Bu güçlerin ortak davranışını geliştirmek, mücadeleyi ve talepleri ortaklaştırmak, demokrasiyi birlikte savunmak bugün esas yapılması gerekendir.
Ülkemizi felaketin kıyısına sürükleyen bu vahim ve karanlık gidişat karşısında demokrasiden, barıştan ve emekten yana mücadele eden tüm kurumları, sendikaları, meslek odalarını, sivil toplum kuruluşlarını, demokratik kitle örgütlerini, siyasi parti ve yapıları, kadın ve gençlik örgütlenmelerini, vicdan sahibi tüm demokrat yurttaşları, halklarımızın güvenliği ve özgürlüğü, toplumun demokratik geleceği için ortak mücadeleye çağırıyoruz.
Acil ihtiyacımız demokrasi ve özgürlüklerdir. Darbe, çatışma ve kaos ortamından çıkmanın yolu daha fazla otoriterleşme ve ‘tek adam’ yönetimi değil daha fazla demokrasidir.
Halkların Demokratik Partisi Merkez Yürütme Kurulu
EMEP: Acil Görev; Demokrasi Cephesi
Ne darbe, ne OHAL, ne de tek adam tek parti diktatörlüğü!
Çözüm demokratik haklara ve siyasal özgürlüklere sahip çıkmak, halk demokrasisi için mücadele etmektir!
Siyasi tarihi askeri darbelerle dolu ülkemizde 15 Temmuz günü yeni bir askeri darbe girişimine tanık olundu. Ordu içinden çekirdeğini Fetullahçıların oluşturduğu bir grubun gerçekleştirmek istediği askeri darbe girişimi kısa sürede bastırıldı. Halktan destek göremedikleri gibi ordu içinde de aradığı desteği bulamayan darbeciler, ordu içinde azınlık bir cunta olarak kalmıştır. Belirli ordu birlikleriyle, özellikle ideolojik bakımdan hükümete bağlılığı sınavdan geçirilmiş polis gücü, darbenin bastırılmasında vurucu gücü oluşturmuştur. 15 Temmuz darbe girişiminin püskürtülmesinde hiç şüphesiz darbecilerin uluslararası düzeyde destek bulamamış olmaları da önemli bir etkendi.
Meclis içinden ya da dışından hiçbir siyasi parti, sendikalar başta olmak üzere hiçbir örgütlü güç darbecileri desteklemedi. Meclis’teki dört parti darbeye karşı ortak bir bildiri yayınlarken, partimiz EMEP’in ilk andan itibaren darbeye karşı tavrı net oldu: Ne darbe, ne tek adam tek parti diktatörlüğü; çözüm demokratik haklara ve siyasal özgürlüklere sahip çıkmak, halk demokrasisi için mücadele etmektir.
Darbe girişimi 15 Temmuz saat 16.00 itibariyle sızmış, hükümet ve Genelkurmay belirli açılardan tedbirler almaya başlamışken harekete geçen darbecilerin başarılı olmaları zaten mümkün değildi. Ki, Hükümet, MİT ve Genelkurmayın, ordu içinden bir grubun her an bir kalkışma yapabileceği -beklentisinden de öte- bilgisine sahip olduğu ve buna göre YAŞ ve öncesinde bir takım tedbirler aldığı bugün artık bilinen bir durumdur.
Darbe püskürtüldü sıra karşı darbede, ilk adım OHAL
Darbe girişiminin püskürtülmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP Hükümeti ve yandaşlarının göstermek istedikleri gibi “demokrasinin zaferi” olmadığı gibi kendiliğinden demokrasiye kapı açan bir sonuç da doğurmamıştır.
Askeri darbe girişiminin bastırılmasından sonra Cumhurbaşkanı ve hükümetin tutumunda demokratikleşme yönünde en küçük bir emare görülmediği gibi bütün işaretler tersini, yani bildikleri yolda ilerleyerek darbe girişiminin ortaya çıkardığı politik konjönktürü siyasi hedeflerini gerçekleştirmenin bir dayanağı olarak kullanmak istediklerini göstermektedir. OHAL ilanı bu durumun en açık kanıtıdır. OHAL, temel hak ve özgürlüklere karşı kabul edilemez bir karşı darbedir.
AKP, kesinlikle demokrasiyi savunmamakta, darbe karşıtlığını demokrasiye eşitleyerek onun lafını etmekte, ama hiçbir demokratik talebi karşılamamakta, dile bile getirmemektedir. Halka yasakladığı sokak ve meydanları “demokrasi nöbeti” adı altında açtığı yer yer cihatçıların da aralarında bulunduğu siyasal İslamcı militanlar, demokrasi değil ama idam cezasının geri getirilmesini talep etmektedirler. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere AKP yetkilileri bu talebi “dikkate alacaklarını” söylerken, Cumhurbaşkanının Başdanışmanı Şeref Malkoç darbelere karşı kendisini koruması için “halkın” silahlanmasının önünü açacaklarını belirterek paramiliter örgütlenmenin işaretlerini vermektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP, Gezi direnişi, 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları sırasında yeterince harekete geçiremediği kitleyi bu vesileyle konsolide etmekte, benzer gelişmeler karşısında sahaya sürmek istediği bu “kitle”ye “demokrasi nöbeti” adı altında adeta tatbikat yaptırmaktadır.
Devlet kademelerinde, 12 Eylül dahil hiçbir dönemde görülmeyen yaygınlıkta bir tasfiyeye girişilmiştir. Ankara Başsavcısının -yetkisinde olmamasına karşın- talebiyle iki AYM üyesi dahil aralarında Yargıtay ve Danıştay üyelerinin de olduğu yüksek yargı mensupları ve hakimler, savcılar gözaltına alınmış, büyük bir bölümü tutuklanmıştır. Darbe soruşturması kapsamında orduda, emniyette, yargıda, eğitimde kısaca devletin bütün alanlarındaki tasfiyeler şimdiden 60 bini geçmiştir.
Daha önce emniyet ve yargıda gerçekleşen operasyonlar şimdi orduda gündeme gelmiştir. Erdoğan “kendi ordusunu” kurmanın olanağını yakaladığını, darbe girişiminin YAŞ toplantısından önce gerçekleşmesini “Allah’ın bir lütfu” ilan ederek alenen ifade etmiştir. Benzer biçimde üniversitelere yönelik bir operasyon da devreye girmiş durumdadır. YÖK bu çerçevede 1577 dekanın istifasını istemiş ve bu gerçekleşmiştir. Akademisyenlere yurt dışı yasağı getirilmiştir. Sosyal medyaya yönelik denetim ağırlaştırılırken pek çok internet haber sitesine erişim engellenmiştir.
Hiç şüphesiz darbeye bulaşmış devlet görevlileri en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Ancak hiç kimse siyasi, ideolojik görüşü nedeniyle kovuşturmaya veya cezalandırmaya tabi tutulamaz/ tutulmamalıdır. Gel gelelim gerçekleşen tasfiyenin boyutu, darbe soruşturmasıyla sınırlı kalınmadığını, bu gerekçeyle devlet kademelerinin AKP’li kadrolarla doldurulmasının önünün açıldığını göstermektedir. Bu adımlar ve üzerine ilan edilen OHAL, darbe girişiminin püskürtülmesinin sağladığı politik gücün, cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP tarafından tek adam, tek parti diktatörlüğü temelinde inşa etmeye çalıştıkları faşist rejimin yığınağına dönüştürülmek istendiğinin çürütülemez kanıtıdır.
Demokrasi için birlik ve mücadele
Darbe bastırılmıştır, ancak “darbe hukuku”nun OHAL aracılığıyla fiilen devrede olduğu bir döneme girilmiştir. Darbe girişimi devlette var olan egemenler arası güç mücadelesini bir kere daha gözler önüne sermiştir. Erdoğan, darbeye karşı oluşan “mutabakat”ı yeni rejimin (faşizm temelinde) kurulmasında yedeklemek isterken; toplumsal kutuplaşmanın ortadan kaldırılarak “normalleşme” dönemine dönülmesini isteyen çevreler ise “mutabakat”ı bu temelde bir uzlaşmanın dayanağı yapmak istemektedir. Burjuva liberallerin ve sosyal demokratların başını çektiği “yumuşama” beklentisi içindeki bu çevreler, yaklaşımlarıyla, Erdoğan ve AKP’nin hamleleri karşısında kitleleri fiilen pasifize eden bir rol oynamaktadır. Belirtmek gerekir ki, bu yönlü tutumlar siyaseten hayalcilikten öte tam bir ahmaklıktır. Somut olgular, içine girilen sürecin, yumuşama bir yana muhalefete yönelik baskı, şiddet ve sindirmenin artacağı bir dönem olacağına işaret etmektedir. Türkiye devlet içindeki güç mücadelesinin yeni biçimler altında süreceği, yeni darbe ve cunta girişimlerinin birbirini izleyeceği, çelişkiler ve siyasal belirsizliklerle dolu bir ortama girmiştir.
Bu yüzden darbe girişiminin püskürtülmüş olmasından hareketle yapılan “bir daha geri gelmemek üzere darbeler dönemi bitti” yönlü değerlendirmeler siyasal temelden yoksundur. Bu yönlü yaklaşımlar, 15 Temmuz darbe girişiminin gözler önüne serdiği gibi, ülkemizi darbeciler açısından mümbit topraklar haline getiren darbelerin egemen sermaye düzeni ve iktidarın politikalarıyla olan bağlamını yok saymaktadır. Unutulmamalıdır ki, Saray ve AKP Hükümetinin “içeride savaş, dışarıda savaş” politikasında ısrar etmesi, parlamenter sistemin “bekleme odası”na alındığını ilan etmesi, 7 Haziran seçimlerinin “yok hükmünde” sayılarak seçimlerin yenilenmesi, “tek adam tek parti diktatörlüğünü” dayatan başkanlık sistemindeki ısrar, işçi ve emekçilerin içine itildiği yoğun sömürüye dayalı çalışma ve yaşam koşulları, Kürt illerinde sokakların tanklarla kuşatılarak evlerin Kürt halkının başına yıkılması, haftalarca süren sokağa çıkma yasakları, dokunulmazlıkların kaldırılarak seçmenlerin iradesinin ayaklar altına alınması, anayasanın fiilen askıya alınarak fiili başkanlık sisteminin hayata geçirilmesi suretiyle şekillendirilen keyfi yönetim tarzı, terörle mücadele gerekçesiyle askerin ve silahların siyasete her gün daha fazla hükmeder hale gelmesi vb. uygulamalar 15 Temmuz darbe girişimine zemin yaratan siyasal iklimi besleyip geliştirmiştir.
Toplumsal siyasal yaşamın bu ölçüde terörize edildiği bir ortamda en büyük zararı işçi sınıfı, emekçi halk ve ilerici güçler görecektir. Demokrasi için birleşme ve ortak mücadeleyi örgütlemenin önemi 15 Temmuz öncesine göre çok daha acil hale gelmiştir. Hiçbir gerekçe bu görevin önüne çıkartılamaz. Acil görev, demokrasi cephesinin oluşturulmasıdır.
OHAL’in kaldırılması, söz, basın, örgütlenme (sendikal-siyasal) ve inanç özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri, ezilen ulusun demokratik haklarını, yargı bağımsızlığını ve halk egemenliğini güvence altına alan laik demokratik bir anayasa için bir araya gelinmeli, faşist bir rejim kurulmasına geçit vermemek için mücadele edilmelidir.
Demokrasiye en fazla işçilerin ihtiyacı var
Ülkenin, en başta da işçi ve emekçilerin, demokrasiye yakıcı bir ihtiyaç duyduğu tartışmasızdır. Öncesi bir yana, AKP iktidarı altında geçirilmiş on beş yılda, işçi ve emekçiler sürekli hak kayıpları yaşamış, sendikal örgütlenmeleri sürekli darbelenmiş, siyasal ve sendikal örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırmak bir yana, Sendikalar Yasası ve İş Kanunu iyice güdükleştirilmiştir. AKP, işçilere, sendikaları ve sınıf partilerinde örgütlenmelerinin yolunu açmamakta, ama onlara “öte dünya”nın örgütlerinin, tarikatlarla cemaatlerin ve AKP’nin paramiliter örgütlerinin kapısını göstermektedir. Oysa işçilere gereken, etrafında birleşerek kendi sınıf taleplerini savunabilecekleri sınıf örgütleridir.
İşçi sınıfının çıkarı, ekonomik ve siyasal hak ve özgürlükleri için yasakçılık ve tekçiliğe olduğu kadar, darbenin püskürtülmesinden kimseye söz hakkı tanınmayacak bir faşist rejimin kuruluşunun taşlarının döşenmesi için yararlanma çabasına karşı mücadele etmekten geçmektedir. İşçi ve emekçiler, sermaye ve faşizme karşı demokrasi mücadelesinde varım diyen herkesle birleşmek ve birlikte mücadele etmek durumundadır. Aksi, Sarayın ve AKP Hükümet’inin gerici politikalarına yedeklenmek olacaktır ki, bu işçi ve emekçilerin bugünleri arayacakları bir geleceksizliğe mahkûm hale gelmeleri demektir. Nitekim OHAL ilanıyla birlikte ilk darbeyi yiyen, direniş çadırları sökülen Avcılar Belediyesi işçileri olmuştur. Normal dönemde bile grevlerin yasaklandığı, TİS süreçlerine müdahale edildiği göz önüne alındığında OHAL döneminde işçi ve emekçileri nelerin beklediği baştan bellidir.
Ne darbe, ne OHAL, ne de tek adam, tek parti diktatörlüğü!
Çözüm, demokratik haklara ve siyasal özgürlüklere sahip çıkmak, halk demokrasisi için mücadele etmekten geçmektedir.
OHAL kaldırılmalı, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak adımlar atılmalıdır.
Gerçek bir demokrasiye ulaşmak için emek ve demokrasi güçlerini çetin bir mücadele süreci beklemektedir.
Emek Partisi (EMEP) Merkez Yürütme Kurulu (MYK)
ÖDP: Bu Gerici Karanlık Rejimi Birleşen Halk Yıkacak
Ülkemizin Geleceği Tanklarla Darbeyle Ve İslamcı Faşizmle Tayin Edilemez Bu Gerici Karanlık Rejimi Birleşen Halk Yıkacak
Olağanüstü bir gece yaşıyoruz.
TSK ‘yönetime el koyduğunu’, Başbakan ve Cumhurbaşkanı ‘darbe girişimi’ yaşandığını söylüyor. Askerin bir bölümü ile polis çatışıyor ve asker kendi içinde bölünme yaşıyor.
Bu tablo, devlet içindeki bu ‘iç savaş’ ve halkın haklı tepkileri, AKP rejiminin ülkeyi sürüklediği karanlığın ürünüdür.
Erdoğan’ın şefliği altında tüm toplumu susturarak, İslamcı faşizmi adım adım hakim kılmaya çalışan AKP iktidarı ülkemizi içerde ve dış politikada açık bir felakete sürükledi.
El birliğiyle ülkeyi mahvettiler.
Artık şu husus açıkça anlaşılmalıdır: Bu karanlıktan çıkışın yolu darbe ve tanklar-toplar ya da Erdoğan-AKP rejimine biat olamaz.
Bu kavga halkın kavgası değildir.
Halkın kavgasının çalınmasına izin vermeyelim.
Gerçek çözüm, şu an süren çatışmanın sunduğu ve halkın aleyhine olan seçeneklerin dışındadır. Ülkemizi bu karanlıktan kurtarmanın tek yolu halkın birleşik örgütlü muhalefetidir.
Ülkenin geleceğinin tanklarla sokaklar kuşatılarak, Meclis bombalanarak tayin edilmesini kabul etmiyoruz.
Bu girişimin cihat çağrılarına dönüşmesi ile yeni kaotik bir ortama giriyoruz. Bu sürecin görünen sonucu, açık bir diktatörlük, açık bir faşizm olacaktır. Erdoğan, halkın can güvenliğini sağlayacak önlemler almak yerine, sokağa çağrı yaparak bunun işaretlerini vermiştir.
Biz bu durumun ‘başkanlık’ adımlarının vesilesi kılınmasına açıkça karşı duracağız. Halkımızı, bulunduğu her yerde bu somut tehlikeye karşı, birlikte, birleşik mücadeleye çağırıyoruz.
Ülkemizin kaderine sahip çıkmak için birleşerek, Türkiye’yi laiklik, özgürlük, demokrasi, birlikte yaşam ve emekçilerin insanca yaşayacağı koşullar temelinde yeniden kuracak bir iradeyi bulunduğumuz her yerde oluşturup güçlendirmek için mücadele etmekten başka bir yolumuz yok.
ÖDP Merkez Yürütme Kurulu
SYKP: Darbenin Her Türlüsüne Karşıyız
15 Temmuz günü akşam saatlerinde, ordunun içindeki bir klik tarafından sarayı ve hükümeti hedefleyen bir darbe girişimi gerçekleşti. Bu girişim şu an için bertaraf edildi. Ne yazık ki Türkiye çeşitli darbelere ev sahipliği yapmış, defalarca karanlığa sürüklenmiş, demokrasi mahkûm edilmiş, halklar ve emekçiler bunun bedelini ağır ödemiştir. Karanlığı başka bir karanlıkla yok edemeyiz. O nedenle, AKP liderliğinde yürütülen saray darbesi sürecine karşı olduğumuz kadar, dün ordunun içindeki bir klik tarafından girişilen darbeye de karşı olduğumuzun altını çiziyoruz.
Türkiye’de AKP/Saray faşizmi tırmandırmak için yoğun çaba harcamaktadır. AKP/Saray halkların düşmanlığına dayalı, savaş merkezli, beceriksiz bir dış politika uygulayarak Ortadoğu’nun kaosunu Türkiye’ye taşımıştır. Türkiye tıpkı Irak, Afganistan gibi günübirlik patlamaların mekânı haline dönüşmüştür. Demokrasi, hak, hukuk talebinde bulunan kitleleri sindirmek için IŞİD gibi katil/karanlık güçleri de sahaya sürmüş, kitlelerde korku ve güvensizlik yaratılmaya çalışılmıştır. Suruç ile başlayan ve Atatürk Havalimanı’na kadar uzanan katliamlar zinciri ile faşizm tırmandırılmaktadır. Bu güç, çözüm sürecine hızla son verip Kürt illerinde adeta bir işgal yöntemini hayata geçirmiştir. Kürtlerin iradesini kırmak için mültecileri araçsallaştırarak demografik yapıyı değiştirme dahil her türlü insanlık dışı yöntemi kullanmaktadır. Emekçilerin önceden kazanılmış haklarını dahi ellerinden almak üzere gece yarılarına kadar meclis mesaileri yapmaktadır. Özellikle HDP’yi hedefleyen “vekillere dokunma” ve HDP’li belediyelere seçilmişler yerine kayyum atama kararı son dönemde demokrasiye vurulan en büyük darbelerden biridir.
AKP bu uygulamalarla darbe mekaniğini harekete geçirmiştir. 7 Haziran’la beraber bu daha da açığa çıkmış ve ordu kaynaklı darbeler için de verimli bir atmosfer oluşturulmuştur. Öte yandan iktidarın bu darbe girişiminden önceden haberdar olması ve bunu Erdoğan’ın tabiriyle “vesileye” çevirmek için fırsat kolluyor olması çok muhtemeldir.
17-25 Aralık sürecinde tam bir suç batağına sürüklendiği ortaya çıkan AKP/Saray, kendilerini zor günlerin beklediğinin farkındadır. Buna, özellikle Suriye ve Türkiye’de Kürt illerinde yaşanan savaş sürecinde işlenmiş suçlar eklendiğinde yargılanmaları için çok neden biriktirdikleri ortadadır. Ve AKP/Saray buna karşı önlem almak için orduyu dizayn etme, polisin etki ve yetkisini arttırma planını adım adım devreye sokulmuştur.
Ordu içindeki operasyonun yeni halkası, yakında yapılacak olan askeri şura toplantısında Erdoğan’a yakın generallerin komuta kademelerine getirileceğinin söylentisidir. Ordu içinde farklı kliklerin geriliminin olduğu bilinmektedir. Bu süreçte tasfiye korkusu yaşayan klik/klikler reaksiyonel bir darbe girişiminde bulunmuştur. “Ordu içinde bir isyan” olarak tanımlayabileceğimiz bu girişimin, egemen sınıfın onayını almadan hareket ettiğini görüyoruz. Darbenin şu an için kısa bir sürede bastırılması AKP/Saray tarafından faşizmi derinleştirmede fırsata çevrilecektir. Camiler, tekbir ve bayrak darbe girişimini püskürtmek için kullanılan önemli öğeler olmuştur. AKP/Saray İslam-Türk sentezini daha da derinleştirecek bir çaba içine girecektir. Akamete uğratılan bu darbeyi faşizme doğru gidişatı daha da hızlandırma yönünde kullanma arzusu içinde olacaktır.
Bir karanlık başka bir karanlıkla aydınlığa çıkamaz. Ne sivil, ne askeri darbe bizlerin yararına değildir. Tam aksine halkların, emekçilerin, kadınların, Alevilerin; tüm ezilen ve sömürülenlerin daha da sömürülmesi ve ezilmesinin önünü açar. Her iki karanlık gücü geriletecek yegane güç demokratik cephedir. Demokrasi, özgürlük ve emek güçleriyle birlikte en geniş cepheyi oluşturmak her zamankinden daha da elzemdir. Darbeler süreci bitecek, faşizm geriletilecek; halklar, emekçiler ve ezilenler kazanacak.
Faşizme karşı omuz omuza!
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (Sykp)
Eş Genel Başkanları
Tülay Hatimoğulları-Ahmet Kaya
Yeşil Sol Parti: Demokratik Siyaset, Evrensel Değerleri Kabul Etmekle Başlar!
Yeşil Sol Parti olarak; yaşadığımız darbe girişimi karşısında sivil siyasetten ve parlamenter demokrasiden yana tavır aldık.
15 Temmuz akşamından bu yana darbe zeminini yaratan koşullara ve bu konuda başta İktidar Partisi olmak üzere siyaset kurumunun uygulamalarına dikkat çektik.
Görüyoruz ki, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iradesine bağlı olarak, yakalanan mağduriyet zemini üzerinden yine bilindik otoriter rejim inşa etme yolunda ilerleme kararlılığı gösterilmektedir.
Darbe girişiminin ardından “idam cezası” ve “Topçu Kışlası” gibi konuların gündeme getirilmesi İktidarın demokrasiden ve toplumsal mutabakatı sağlamaktan oldukça uzak olduğunu göstermektedir.
Türkiye’nin yakın geçmişinde özellikle idam cezasının uygulanması konusunda telafisi olmayan sonuçları yaşamış bir siyasal geçmişe ve acılara sahip olarak, yeniden idam cezasının gündeme getirilmesine karşı olduğumuzu ilan ediyoruz.
Tehdit olarak tanımladığını “yok etme” hakkını kendinde gören iktidarlar, idam cezası ile bu konuya yasal kılıf uydurmaktadır. İdam, geri dönüşü olmayan, en temel insan hakkını hedef alan, adına ceza denilen planlı bir cinayettir.
İktidar, içinde bulunduğu karanlıkta yolunu kaybetmiştir. Şimdi “milli irade” diye halka seslenen iktidar 7 Haziran seçimlerindeki halk iradesine neden saygı duymamıştır?
Gezi Direnişindeki halk iradesini yok sayarak şimdi meydanlarda “İsteseler de istemeseler de Topçu Kışlası’nı yapacağız” demeleri ikiyüzlülük değil midir?
Kuşkusuz ki halka ateş açılması lanetlenecek bir durumdur. Ne yazık ki iktidarın bugün bunu söyleyerek hüzünlü fotoğraflar vermesi, mevcut durum karşısında objektiflikten uzak tavır aldığını göstermektedir. Gezi’de, Cizre’de, Sur’da ve ülkenin birçok yerinde namlunun ucunda olan halk değil midir?
İktidarın kendi özel gündemine odaklanarak değil, müzakereci ve toplumsal gerilimi düşüren siyasete yönelmesinin zorunlu olduğunu düşünüyor ve uyarıyoruz.
Yeşil Sol Parti olarak;
İktidar Partisini bir kez daha yaşadığımız süreçten ders çıkarmaya ve demokratik geleceğimiz açısından oluşan ortamı değerlendirmeye davet ederken, bütün demokrasi güçlerini, darbe ve benzer girişimler karşısında tavır almaya, otoriter ilerleyişe karşı da birlikte tutum almaya davet ediyoruz.
Darbe girişimlerine karşı durduğumuz gibi sivil iktidarların otoriter rejim dayatmalarını da asla kabul etmeyeceğiz.Çözüm barışın ve demokrasinin savunulmasıdır.
Eylem Tuncaelli – Naci Sönmez
Yeşil Sol Parti Eş Sözcüleri
Yeşil Sol Parti
Halkevleri: Tüm demokrasi güçlerine çağrımızdır!
Eşitlikten, özgürlükten, laiklikten, kardeşlikten yana tüm demokrasi güçlerine çağrımızdır:
Diktatörlük varolduğu sürece bu ülkeye, bu halka huzur yok. Açık ki AKP’nin bütün rakiplerini sert bir biçimde tasfiye ettiği devlet içi iktidar mücadelesi; kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi yaşamayan her kesimi düşman ilan eden gerici-mezhepçi kutuplaştırma siyaseti; “parlamenter sistemi bekleme odasına alan”, burjuva demokrasisinin en küçük kırıntılarına bile tahammül edemeyen fiili diktatörlükle yönetme ısrarı ülkede darbe ve iç savaş koşullarını yaratmıştır.
Başarısız olacağı başından belli olan bir darbe girişimi bu ülkeye yaşatıldı. Bir gecede resmi açıklamalara göre yüzlerce kişi yaşamını yitirdi, 1440 kişi yaralandı. Tüm soru işaretleri ve şaibeler bir kenara… 1960’lardan kalma darbe protokolünü uygulamaya çalışan darbeciler, 2016 dünyasında TRT’de bildiri okuttu, Erdoğan telefon bağlantısı yaptıktan sonra CNN Türk’ü sekiz askerle ele geçirmeye kalktı.Ne başbakan, ne bakanlar darbecilerin başta hedefi oldu. MİT ve Özel harekat gibi karşı taraf için operasyonel yerleri hedef olarak seçtiler.
Bu hazırlıksız darbe girişimini engelleyen ise ne AKP’nin polisi ne de sivil halk oldu. Darbe girişimini asıl engelleyen ordunun bizzat kendisi oldu. O nedenle en büyük kazancı da ordu sağladı. Polis sınırlı bir varlık gösterirken AKP’li belediyeler ellerindeki tüm teknik olanakları da seferber ederek örgütlü bir şekilde duruma müdahale ettiler. Cumhurbaşkanının, başbakanın çağrıları, sabaha kadar camilerden okutulan selalar, AKP teşkilatlarının seferberlik ilan etmesine, belediyelerin ulaşımı ücretsiz ilan edip tüm olanakları seferber etmesine rağmen ilk gün tüm Türkiye çapında sokağa çıkanların toplamı 200 bini bulmadı.
Hem cuma akşamı hem de ertesi günden itibaren ilan ettikleri “demokrasi şöleni” için sokağa çıkanlar; cihat/şeriat çağrıları yapan, zikir çeken, kafa kesen, etrafa saldıran, kadınlara laf atan, taciz eden, içki içenlere müdahale eden, İzmir’de saat kulesindeki saati çalan, Ankara’da 10 Ekim katliamında yitirdiklerimizin anıtına saldıran… Haziran İsyanı’nda “evlerinde tutmakta zorlanıyoruz” dedikleri %50’nin çapını da gerçek vandalizmin ne olduğunu da dünya aleme gösterdi.
Erdoğan’ın kendisi daha ilk konuşmasında “Bu çıkış, bu hareket Allah’ın büyük bir lütfu. Bu TSK’nın temizlenmesine vesile olacak bir harekettir” sözleriyle ilan ettiği gibi ertesi gün operasyonlar başladı. Ancak bu operasyon daha başından itibaren ne askeriye içerisinde “darbeciler” ile ne de “asker” ile sınırlı kaldı. Başta Yargıtay ve Danıştay üyeleri olmak üzere yargıda hakim, savcı ve eşlerini de kapsayacak şekilde başladı. Belli ki darbe girişimi bahanesiyle başlatılan operasyonlar kendileri için risk teşkil edebilecek bütün asker, yargı, kamuda çalışanların temizlenmesi için bir fırsata çevirecek. Zaten kamuda “terör” adı altında büyük bir tasfiye-soruşturma sürecini başlatmıştı.
Ancak 15 yıllık AKP iktidarının, tüm bunların yerine koyacak kadrosu yok. O nedenle ya süreci başkanlık sistemine doğru ilerletecek ya da uzlaşma yolları geliştirecek.
Bugün eşitlikten, özgürlükten, laiklikten, kardeşlikten yana tüm demokrasi güçlerinin görevi neyi gerçekleştirmeyi amaçladığı bile tam olarak anlaşılamayan bu darbe girişiminin ve sonucunda yaşananların Saray/AKP diktatörlüğünü meşrulaştırmasını engellemektir.
Tüm muhalefet güçlerine çağrımızdır; HDP’sinden CHP’sine emek ve meslek örgütlerinden tüm demokratik kitle örgütlerine kadar tüm demokrasi güçlerinin temel görevi sözde “darbenin karşısına halk egemenliğini” koyuyoruz propagandasını kendisine bayrak edinen/edinecek olan AKP’nin gerici, faşist diktatörlüğünü gizlemesine izin vermemelidir.
Ne Saray diktatörlüğünün alternatifi askeri darbedir ne de askeri darbenin altarnatifi gerici-faşist diktatörlüktür.
Devrimci Parti: Askeri darbe durdu, Saray’ın darbesi sürüyor
15 Temmuz başarısız darbe girişimi 20 Temmuz saray darbesini doğurmuş ülkede olağanüstü hal ilan edilmiştir. OHAL ilanı sonrası darbe sürecinde sergilenen düşman hukuku AKP karşıtı herkesi hedef alarak yaygınlaşacaktır. Bunun işaretleri daha OHAL ilanından önce Leman dergisine matbaada el konularak verilmişti.
Gerek yapılış şekli gerekse bastırılma şekli ile tam bir tartışma durumu yaratan darbenin ülkede bir kaos ortamı yarattığı hemen herkesin ortak kabulü gibi görülmektedir. Kaos gücü olan her çevrenin gücü oranında müdahale edeceği ve kendi isterilerini hayata geçireceği durumları yaratır. Devrimci hareketler kaos ortamlarını derinleştirerek devrimin imkanlarını ortaya çıkarmaya çalışırken egemenler ise kaostan baskının ve sömürünün daha arttırılacağı süreçlerin inşa edilmesi için yararlanmaya çalışırlar. AKP kaosu OHAL’in zemini haline getirmiştir. Sürecin daha derinleşeceği ve sertleşeceği Gülencileri hedef alan tasfiye operasyonunun tüm muhalefeti kapsayarak genişleyeceği görülmelidir. Alevilerin yaşadığı mahaller baskı altına alınacak varoşlarda Kürdistan’daki gibi sokağa çıkma yasakları ilan edilecek , işçi direnişleri yasaklanacak, sendikalar ya kapatılacak ya da iş yapamaz hale getirilmek istenecektir.
Valilerin yetkileri arttırılacak polisin zaten fazla olan yetkisi neredeyse sınırsız hale getirilecektir. Sokak polis ve onun destekçisi çetelerin denetimine bırakılacak her çeşit muhalif eylem ve toplantı keyfi bir şekilde yasaklanacak gözaltı ve tutuklamalar yaygınlık kazanacaktır. AKP darbe gecesi ve sonrası oluşturmaya çalıştığı korku çemberini sürekli kılarak ve yaygınlaştırarak kendi zayıflığını gizlemeye kitleler üzerinde oluşturulan korkuyu resmi devlet terörüyle besleyerek büyütmeye ve OHAL’i kalıcı kılmaya çalışacaktır. Geçmiş deneyimler AKP’nin kendi karşısındaki herkesi Gülenci ve darbe yanlısı ilan ederek operasyona dahil edeceğini bütün halk kitlesinin sendika kitle örgütü ve partilerin bu operasyonal süreçten payını alacağını göstermektedir. AKP tüm örgütlenmeleri kendisinden yana olmaya ve diz çökmeye zorlayacaktır. AKP OHAL’i tüm muhalefeti ezmek için kullanacaktır. Bu amacına ulaşıp ulaşamayacağını ise ona karşı gösterilecek direnişin kapasitesi gücü ve yaygınlığı gösterecektir.
Darbe girişiminin AKP nezdinde yumuşama, toplumsal barışın inşası ve demokrasi arayışlarına yönelme gibi sonuçlara yol açacağını beklentisi somut olarak çökmüştür. Erdoğan ülkeyi cehenneme çevirme pahasına çizdiği başkanlık yolundan vazgeçmeyecektir. Valilerin ve polisin yetkileri arttırılacak fiilen işlemez hale getirilen meclis resmen devre dışı bırakılacak toplumsal kutuplaşma derinleşecektir. 1
15 Temmuz akşamı yaşanan ülkenin AKP marifetiyle içine sürüklendiği baskı ve iç savaş ortamında AKP’nin yan yana yürüdüğü güçlerden birisinin yol açtığı kırılma olarak görülmelidir. Gülenciler AKP tabanında ancak şeytanlaştırılarak ötekileştirebilirdi ve bu başarıldıktan sonra AKP karşıtı herkes iki büyük suçlamayla yüz yüze getirildi. Birincisi cemaatle işbirliği yapmak, ikincisi darbecilerle işbirliği yapmak. Erdoğan ve ekibi 15 Temmuz gecesi darbenin başarısız olduğu ortaya çıktığı andan itibaren darbecileri Fethullahçı ilan etmiş ve darbecilere karşı her çeşit yöntemi meşru saymıştır. Askerlerin kafası kesilmiş, çırılçıplak soyulup işkence yapılmış, cenazelerinin gömülmeyeceği açıklanmıştır. Bütün bu görüntüler medyaya servis edilirken amaç bir yanıyla AKP tabanına moral vermek ama öbür yanıyla AKP karşıtı herkese yapılabilecek olanları işaret etmektir. Generallere, üniforması içindeki askerlere işkence edenlerin, kafa kesenlerin halka neler yapabileceği ortalıktaki kaygının temel sebebidir. Bu kaygı OHAL ilanı ile katmerlenecektir. Kitleler örgütsüz ve öncüsüz olduğu sürece sürecin derinleşeceği görülmelidir.
II
Darbe günü ve hemen sonrası yaşananlar AKP’nin karakterini ve izleyeceği siyaseti ele verirken onun güç ve imkânlarını da ortaya çıkarmıştır. Darbeyi durdurmak adına hükümetin çağrısıyla sokağa çıkanlar büyük oranda AKP’nin ittifak halinde olduğu cemaat ve tarikatların militanlarıdır. AKP bütün çabası ve enerjisine rağmen kendisine oy veren kitleleri ana gövdesiyle sokağa çıkarmakta başarılı olamamıştır. Bu durum AKP’nin vurucu gücünün giderek selefi cihadist akımlara yaslandığını göstermektedir. Yakaladığı esirlerin boğazını kesen, ölülere işkence yapan, tutsakları vahşice cezalandıran bu zihniyet kafa olarak IŞİD veya Nusradan farklı değildir.
Bu durum bir yanıyla AKP’nin bu militan çizgiye mecbur olduğunu; istese de istemese de bu IŞİD’çi zihniyeti beslemek ve güçlendirmek zorunda olduğunu gösterirken tersten kendi potansiyeliyle kıyaslandığında sanıldığından çok daha zayıf olduğunu da ortaya çıkarmaktadır. Aynı şekilde AKP’li bir geleceğin kaçınılmaz olarak sokağın selefilerin denetiminde olduğu ve hukukun onların çizgisiyle çizildiği bir gelecek olduğunu da ortaya koymaktadır. Kabul etmek gerekir ki; darbe sonrası ortaya konan pratik ve OHAL ilanı bütün toplumu baştan sonra saracak tehlikeli bir iç savaşı işaret etmektedir.
III
Hükümet 15 Temmuz öncesi cemaatle ve ordunun belli kadrolarıyla kurduğu ittifakı kaybetmiş, bunun karşısında çok daha fazla ergenekoncu eksene yanaşmak zorunda kalmıştır. Ordu içindeki bu çizgi darbe sürecinden en fazla güçlenerek çıkan çizgi olarak görülmektedir. Başlatılan tasfiye operasyonu, ordu, polis ve bürokraside büyük boşlukların oluşmasına yol açacağı gibi bu boşluğun hükümeti zayıf düşüreceği de görülmelidir. Ordu içindeki tasfiyenin darbeden hemen önce bizzat ergenekoncular tarafından istendiği defalarca kaleme alındığı düşünüldüğünde oluşan boşluğun da bizzat aynı güçler tarafından doldurulacağı görülmelidir.
Olağanüstü hal ilanı Erdoğan’ın geri çekilmeyeceğini göstermiştir. Siyaseti uzun yıllardır algı oluşturma üzerinden yürüten ve oluşan algılarla toplumu yönlendiren, bu konuda önemli deneyimlere sahip olan AKP kurmayları bu süreçten güçlü çıktıkları algısını oluşturmaya çalışacaklardır. Aynı şekilde Erdoğan’ın ortaya koyduğu profil, geri çekilip sinmek yerine güçlü görünerek karşısındaki herkesi ezmek ekseninde şekillenmeyi işaret etmektedir. Onun gücü karşısındaki muhalefetin güçsüzlüğünden gelmektedir. Muhalefetin hareketsiz ve zayıf kalmasından yararlanarak başlatılan tasfiye operasyonunu derinleştirmeyi, her çeşit uluslararası belgeyi ve hukuku yok sayan işkence ve vahşet uygulamalarını yaygınlaştırmayı, oluşmuş korku atmosferini derinleştirerek buradan kendi siyasal isteklerini olgunlaştıracak ortamı yaratmayı deneyecektir. Sonuç itibariyle, otoriterleşme ile sürdürülen faşizan kurumsallaşma sürecinde bir ara aşama olarak ortaya çıkan askeri darbe başarısız olmuş ama sarayın saldırısı tüm hızıyla sürmektedir.
Darbe girişimi sonrası ortaya çıkan gerçek bir yandan Erdoğan’ın çok daha fazla bu kliğe yaslanmak zorunda olduğunu gösterirken öte yandan başlayan tasfiye operasyonunun adım adım AKP içine de döneceği ve Erdoğan’ın giderek yalnızlaşacağı gerçeğidir.
Darbe gecesi ve sonrası ABD ve Batıdan gelen açıklamalar ve ortaya konan pratik Erdoğan’ın bu cephede de yalnız kaldığını ortaya çıkarmaktadır. Özellikle sokakta sergilenen görüntüler, NATO’cu ve Amerikancıların tasfiye edildiği söylemleri ve sokağa salınan güruhun idam naraları atması Türk devletinin tarihsel ittifakları açısından sıkıntılı bir durum oluşturmuştur. NATO ve AB ilişkilerinin sorgulandığı bir sürecin içerisine doğru sürüklenilmektedir. Tarihsel deneyim egemen sınıfların kendi içindeki kavgada ABD konuşmadan sürecin bitmeyeceği yönündedir. Bu bağlamda sıcak başlayan yaz aynı sıcaklıkla devam edecek gibi görünmektedir.
Ordu, polis ve bürokraside devasa tasfiyeler yapan içeride ve dışarıda neredeyse yalnız kalan hükümetin olağanüstü hal politikalarını ve baskı rejimini uzun süre sürdürme potansiyeli yoktur. Ancak kabul edilmelidir ki sadece ve sadece mücadele bu zayıflığı açığa çıkarır ve derinleştirir.
IV
Ekonomik krizin içinde ya da en azından arifesinde olduğu söylenen, ciddi cari açık sorunu yaşayan Türkiye ekonomisinin giderek derinleşen, AB ve ABD ile kopuşun eşiğine gelen siyasetin faturasını taşıyamayacağı ortadadır. Darbeden hemen sonra uluslararası derecelendirme kuruluşları Türkiye ekonomisini gözlem altına almış ve puanların düşürüleceğini ima etmişlerdir. Tasfiye ve baskı ortamının derinleşmesi kaosu büyütecek, toplumsal çatışma olgusunu derinleştirecektir. Bu durum daha ilk günden borsadaki büyük düşüşle kendini ele vermiştir. Hal ilanı yabancılar için tedirginliği büyütecek sermaye kaçışını hızlandıracaktır. Tüketimi canlandırarak ekonomik büyümeyi sürdürülebilir tutma çabası kaçınılmaz olarak cari açığı yüksek olan bir ülkede sıcak para girişini gerektirir. Sıcak paranın bugüne kadarki en önemli kaynağı Arap ülkelerinin ABD ile tarihsel ve güncel kopmaz müttefikliği göz önüne alındığında iktidarın ihtiyaç duyduğu sıcak parayı bundan sonra eskisi kadar kolay bulamayacağı açıktır.
Bu sürecin emekçilere yönelik olası sonuçları nettir. Toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren, siyaset mekanizmasını tekleştiren, sokağı selefi cihatçılara teslim edip siyaset mekanizmasını kendisinde tekleştirerek ülkeyi baskı ve korku imparatorluğuna dönüştürmeye girişen AKP, sendikaları bu sürecin dışında tutmayacaktır. Bu kapsamda tüm sendikalar çok daha yoğun bir şekilde baskı altına alınacak, Saraydan olmayan sendikalar darbeci ilan edilerek kapatma ya da marjinalize edilme ikilemine hapsedilecektir. Türk-İş başkanının TBMM’de işçi sınıfı adına ihanetten farkı olmayan tavrı Türk-İş’in bu sürece nasıl yaklaşacağının ilk işaretidir. Başkanlık yolunda ülkeyi ucuz iş gücü cennetine çeviren, Suriyeli mültecilerden ucuz emek gücü çıkarma siyaseti güden hükümetin kaos ortamında ve olası krizin eşiğinde işçi sınıfının kazanımlarına karşı daha saldırgan olacağı ve bizzat kaosu işçi sınıfının direnme potansiyelini kırmak için kullanacağı ortadadır.
V
Ekonomik ve siyasi dengeler kırılmış, ülke kaosa girmiş ve devlet dağılmıştır. Devrimci hareketlerin görevi, böylesi süreçlerde devletin dağılmasını ve egemenler arasındaki çelişkilerin derinleşmesini hızlandırarak siyasal iktidarın ele geçirilmesi için mücadeleyi büyütmek olmalıdır. Ne yazık ki, uzun süren atalet işçi sınıfı ve kitle bağlarından kopukluğun yol açtığı özgüven bunalımı; halk kitleleri ve sosyalist hareketin büyük çoğunluğunda sağına yaslanma, egemenler arasındaki çatışmalardan medet umma anlayışını beslemiştir. Bu durum 15 Temmuz gecesi ve sonrası yaşanan ataletin ve sinmişliğin temel sebebidir. Sosyalist hareket gerek askeri darbe girişimine, gerekse sonrasındaki gelişmelere hazırlıksız yakalanmış ve geri çekilmeyi tercih etmiştir. Sokaklar IŞİD zihniyetli selefi linç sürüleri tarafından işgal edilip demokratların ve Alevilerin yaşadığı mahalle ve yerleşim yerleri tehdit edilirken, sol sokağı boşaltma siyasetine girmiş ve sokak bir avuç selefi cihadçı çeteye terk edilmiştir. Politik ve örgütsel yetersizlik sürece bırakın önderlik etmeyi müdahale etmede dahi yetersizliğe dönüşmüştür. Bu durum AKP’nin ve sokağa salınan çetelerin “köpeksiz köyde değneksiz gezme” misali daha da pervasızlaşmasına ve saldırganlaşmasına yol açmıştır. Görülmesi ve kabul edilmesi gereken gerçek, sürecin bitmek yerine yeni başladığıdır. Ülke ya yeni bir darbeye ya da kanlı bir iç savaşa doğru sürüklenmektedir.
Sosyalist hareketin bir kısmı darbe öncesi bütün birlik ve cephe çağrılarına Kürt hareketinden uzak durma sebebiyle yanaşmamıştır. Kabul edilmesi gereken çıplak gerçek; sokağın IŞİD ve Nusra saflarında savaşanlar ya da onların kafasında olanlar tarafından baskı altına alınarak, tamamen ele geçirilmek istendiği gerçeğidir. Çok geçmişe veya çok uzaklara gitmeden; hemen aynı güçlerin dün Rojava’da böylesi hamlelere giriştikleri hatırlanmalıdır. Bu katil sürülerini durduran güç ise ne istikrardan yana dış güçler ne de Suriye’deki egemen kliklerden her hangi biri değil bizzat halkların özgücüne dayanan Kürt Özgürlük Hareketi ve onunla birlikte savaşan Türkiyeli devrimciler olmuştur. Halka dayanan kararlı direniş her türlü vahşet ve barbarlık karşısında önce korku bulutlarını dağıtmış sonrasında zafere doğru yürüyüşü başlatmıştır. Rojava devriminin bu dersleri bu topraklarda çok iyi bilinmektedir ve işte bu durum bugün sokağı boş bulup zafer naraları atanların karşısında halk kitlelerini yalnız, örgütsüz ve sahipsiz olmadığının da göstergesidir. Kaos ortamında sokağı teslim almaya çalışanlar da bilmelidir ki kendilerine Rojava’yı dar edenlerin arasında bu toprakların çocukları vardır.
Devrimci Parti 15 Temmuzu bir darbe girişimi olarak görmektedir. Bu darbe yürürlükte olan bir saray darbesinin tam ortasında cereyan etmiş ve AKP bu başarısız darbeden ülkeyi kaosa sürükleyerek OHAL ilanını sağlamıştır. Tüm demokrasi güçleri ve sosyalistler bu saldırı politikalarına olağanüstü hal politikalarına ve olası yeni darbe girişimlerine karşı omuz omuza gelmeli, yan yana yürümelidir. Sokaklardan çekilme politikasından derhal vazgeçilmeli, halkın yerleşim alanları bizzat halkla beraber güvenceye alınmalıdır. Devrimci Parti, AKP’nin varmak istediği yerin ve sokaktaki selefi çetelerin önündeki en büyük engelin başta Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiye İşçi Sınıfı olmak üzere demokrasi güçleri olduğu bilinciyle hareket edilmesi gerektiğini ve devletin dağıldığı hükümetin zayıfladığı bu ortamda demokrasi mücadelesinin yükseltilmesi gerektiğini kamuoyuna açıklar.
Emekçi Hareket Partisi: Saraydan Hesabı Halk Soracak
Gerçek demokrasiyi savunanlar, bu darbe benzeri onlarca daha ağır darbe politikasına imza atmış olan Erdoğan’ı bir an olsun aklından çıkarmamalıdır. En genel anlamda darbelere karşı olmak doğaldır fakat teokratik rejim yaratmak isteyen Erdoğan’ın gerçek tehlike olduğu bilinmelidir. Bu süreci kurgulamış olmasa bile birinci dereceden sorumlusudur. Gerçekten demokrasi, özgürlük ve laiklikten yana olanlar daha güçlü birliklerle, daha güçlü direnişlerle yeni bir mücadele sürecini önüne koymak zorundadır.
Türkiye halklarına 7 Haziran’dan beri AKP tarafından karanlık günler yaşatılıyor. Tüm bu sürecin bir sonucu olarak dün bir grup asker tarafından AKP hedef alınarak yapılan darbe girişimi ile daha kanlı ve karanlık bir sürecin yaşanma ihtimalini artırmıştır. Elbette ki yaşanan türde bir darbe girişimi demokratik işleyiş açısından hiçbir biçimde kabul edilemez. Ancak unutmayalım ki bu darbe girişiminin zeminini hazırlayan ve bu sürecin sorumlusu olan AKP’dir ve Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Koca bir seçim süreci, 7 Haziran Seçimi Erdoğan başkan olamadı diye bir sivil darbe yapılarak iptal edildi. Tüm çatışmasızlık ve çözüm süreci görmezden gelinerek 7 Haziran’ın hemen sonrası sonuna kadar kaos, sonuna kadar savaş konseptine geçildi. Ülke AKP politikaları ile kan gölüne döndü, her gün cenazeler kalkar hale getirildi. Etnik kıyımların hepsini AKP adım adım planladı ve uyguladı. Irkçı, milliyetçi, faşizan bir ortam yaratmak için başta Kürt Halkı hedef alındı, Sur’da Cizre’de taş taş üstünde bırakılmadı. Cihatçılar ülkeye yerleştirilmek istenerek demografik yapı altüst edilmek istendi. Maraş’ta Alevi toplumunu yaşadığı yerelere cihatçıları yerleştirerek gelecekteki mezhep temelli çatışma tehlikesinin tohumları atıldı. Kilis’e bombaların yağmasının birinci nedeni oldular. İstanbul’un göbeğinde Atatürk Havalimanı’nda onlarca insanın ölümüne neden olan IŞİD bombalarının yolunu açtılar.
Her yerde patlayan IŞİD bombaları ülke halklarına yaşamı zehir etti. Vekillere dokunulmazlık yasasını kaldırarak meclisi ortadan kaldırmak tek adama bağlı yönetimi ilan etmek istediler.
Dış Siyasette Yenilen AKP İçeride Kaos Arıyordu
Son süreçte AKP’nin dış siyasetinin dünya çapında yenik düştüğünü gördük. Yeni Osmanlı olmak isteyen AKP ülkede IŞİD’i yuvalandırmış, cihatçıların palazlanmasını sağlamıştı. Bu anlayış kök salsın diye her gün laikliğe saldırmıştır. Gördük ki IŞİD’in her patlayan bombasını devlet can kayıpları olana kadar beklemiş ve izlemişti. Bombaları koyan IŞİD’cilere yıllarca tırlar dolusu silah taşınmıştı, belgeleyen gazeteci kurşunlatılmıştı. Asıl bu süreç darbe değildir de nedir?
Tayyip Erdoğan dışarıda yenilince suçlarını örtmek için içeride kaos yaratmak istedi. Bir gazetecinin iç savaşla ilgili sorusuna “çıkarsa çıksın ezer geçeriz” diyen Erdoğan halkların yegane düşmanı olduğunu ilan etmiştir. Sadat AŞ gibi şirketler kurarak cihatçı ve karanlık kesimleri silahlandırdıklarını da gördük. Şu anda Erdoğan bundan vazgeçmiş değildir, daha fazla düşünür hale gelmiştir.
Biliyoruz ki Türkiye’de halk adına konuştuğunu ilan eden darbecilerin halklara ancak büyük zulümleri olmuştur. Demokrasiyi savunanlar darbecilere karşı her zaman halkın söz yetki karar sahibi olduğu süreçlerin savunucusu olmalıdır.
Erdoğan’a Ait Karanlık ve Silahlı Güçler Artacak
Darbe girişiminin bastırılmasının hemen ardından gördük ki Erdoğan diktatörlüğü ilan etmek için taraftarlarını meydanlara çağırdı. Adına 2. İstiklal Savaşı diyerek başkanlığı ilan etmenin peşine düştüler. Dışarıda yenilmiş ve bitmiş olan AKP içeride yaşanan bu hava ile aradığı kanı bulmuş oldu.
Erdoğan’ın çağrısına bağlı olarak sokağa çıkan güruhlar, teslim olan erlerin boğazını keserek toplumun muhalefetini ve laik kesimleri de tehdit etmişlerdir. Bu kesimler ülke demokrasisine zarar vermek için AKP ile daha fazla işbirliği içerisinde olacaktır.
Erdoğan Darbeyi Diktatörlüğü İçin Allah’ın Lütfu Olarak İlan Etti
Parlamentoyu kaldırmak isteyen, vekilleri mahkemelere sevk eden, mecliste linç ettirmeye çalışan, tutuklatmak isteyen Erdoğan parlemantoyu savunan kişi olabilir mi?
Erdoğan’ın girişimin bastırılması sonrası “Allah’ın lütfu” dediği bu darbe girişimi ile başka bir sürece girilmiştir. Parlamento tamamen ortadan kaldırılacak, Erdoğan kendine ait karanlık paramiliter yapılar oluşturacak kendini diktatör ilan edecektir. Tüm muhalefeti susturmak, yok etmek için her türlü kıyım politikasını uygulayacaktır. Gezi’de direnenlere toplu saldırmak ve toplu kıyım yaratmak için Topçu Kışlası’nı yapmayı ortaya atan Erdoğan değildir de kimdir?
Muhalefet Saray’dan Halkın Hesap Sorması İçin Daha Fazla Direnmelidir
Askerlerin yaptığı bu anti demokratik duruma göre AKP derhal idam uygulamasını bile gündeme getirir hale gelmiştir. Mücadele darbe girişiminden sonra daha fazla büyütülmelidir. Bilinmelidir ki muhalafete yönelik saldırılar artacaktır. AKP kendisi dışındaki her türlü kesime karşı kıyım planlayacaktır. Erdoğan gözünü kırpmadan bu kıyımın uygulanmasının peşinde olacaktır. Asıl bu süreçten sonra AKP’ye asla güvenilmemelidir.
Gerçek demokrasiyi savunanlar, bu darbe benzeri onlarca daha ağır darbe politikasına imza atmış olan Erdoğan’ı bir an olsun aklından çıkarmamalıdır. En genel anlamda darbelere karşı olmak doğaldır fakat teokratik rejim yaratmak isteyen Erdoğan’ın gerçek tehlike olduğu bilinmelidir. Bu süreci kurgulamış olmasa bile birinci dereceden sorumlusudur. Gerçekten demokrasi, özgürlük ve laiklikten yana olanlar daha güçlü birliklerle, daha güçlü direnişlerle yeni bir mücadele sürecini önüne koymak zorundadır.
Emekçi Hareket Partisi Merkez Komitesi
Kaldıraç: Kendi gücüne güven, örgütlen!
Egemenlerin kavgasından emekçilere, halklara demokrasi çıkmaz! Kendi gücüne güven, örgütlen!
15 Temmuz tarihinden bu yana darbe içinde darbe süreci yaşıyoruz.
Öncesi bir yana, 7 Haziran seçimlerinden bu yana, eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve adalet isteyen herkese karşı savaş ilan ederek katliamlar gerçekleştiren egemenlerin kendi içinde giriştiği iktidar kavgası, derin bir çözülme ve siyasi kriz içinde olan sistemin krizini daha da derinleştirdi.
Cemaat örgütlenmesinin tek başına gerçekleştirdiği bir darbe girişimi olduğu günlerdir işlense de, ordu içinde ve devletin diğer kurumlarında gerçekleştirilen operasyonlar, gözaltı ve tutuklamalar daha kapsamlı bir hesaplaşmanın olduğunu göstermektedir.
Sürekli birbiri ile çelişen haberler, yorumlar gerçekte ne yaşandığının üstünü örtmeye çalışma girişimlerini de göstermektedir. Örneğin, darbe girişimini eniştesinden öğrendiğini söyleyen cumhurbaşkanı, servis edilen haberlere göre, darbeden haberdar olduğu halde kendisine bildirmeyen MİT ve Genelkurmay başkanını görevden alamamaktadır.
Yağma ve talan üstüne kurulan AKP/Saray iktidarı, bir taraftan darbenin ezildiğini, bu girişimin kendileri için bir “lütuf” olduğunu söylese de, kendi seçmeni ve linç güruhlarını sokakta tutabilmek için her yolu denemektedir. Şu anda, kendi partileri de dahil, hiçbir kuruma güvenememektedir.
Devletin tüm kurumlarında gerçekleştirilen gözaltı, tutuklama, görevden alma furyası devletin işleyişini de zora sokmuş durumdadır.
Aynı zamanda, darbe girişiminin bastırılmasından aldıkları güçle, hızla kendilerini sağlama alacak, dağılan ittifak ilişkilerini toparlayacak adımlar atmaya çalışmaktadır.
Orduda, Ergenekon ve Balyoz davaları ile uzaklaştırdıkları subayları geri çağrıyorlar.
Ekonomide, patronları rahatlatacak, işçi-emekçilerin yaşamını daha da çekilmez hale getirecek önlemler alacaklarının sözünü veriyorlar.
Doğanın ve kentlerin yağması üzerinden rant dağıtmaya devam edeceklerini söylüyorlar.
Uluslararası sermayenin önünü daha da açacaklarını duyuruyorlar.
Ortaya çıkan bu kriz durumunun sorumlusu olduklarını teşhir edecek olan, tüm gerçekleri olduğu gibi ortaya koyacak olan toplumsal muhalefet güçlerini baskı altında tutmak için ise OHAL’i devreye sokuyorlar.
Korkuları,Gezi ve Kobane direnişi’nde açığa çıkan halkların ortak mücadele eğiliminin, 7 Haziran seçimlerinde kendini somut olarak ortaya koymasıdır.
Korkuları,bu sömürü, yağma ve zulüm düzenine karşı ortak mücadeleyi geliştiren işçi-emekçilerin, halkların varlığıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, darbe girişiminden iki gün sonra, “Gezici”lere seslenmesi, Gezi parkına topçu kışlası yapmaktan söz etmesi asıl korkularını da açığa vurmaktadır.
Gezi direnişi boyunca sokağa çıkan milyonların yanında, sözü bile edilmeyecek sayıda kendi kitlesini sokakta tutmaya çalışması, caddelerde gürültülü araç konvoyaları dolaştırması,emekçi mahallelere linç güruhlarını yönlendirmesi, bu çürümüş sisteme karşı; “Artık yeter!” diyecek milyonları susturma, sindirme girişimidir.
Korkuyorlar ve korkularını bizlere, insanca, onuruyla ve kardeşçe yaşamak isteyen milyonlara bulaştırmak istiyorlar.
Şimdi karar vermesi gereken, korkutulmaya çalışan bizleriz! Ya korkularımıza teslim olup, susup sinecek, kendimizin, çocuklarımızın geleceğini karartacağız. Ya da, egemenler arası iktidar kavgasında izleyici olmaktan çıkıp, kendi taleplerimiz, gündemlerimizle; insanca, onurumuzla ve kardeşçe yaşayacağımız bir ülke, dünya için direneceğiz.
Bunu başarmanın yolu çoğalmak değil, örgütlenmektir. Çünkü zaten çoğunluk olan biziz. Ama örgütlülüğümüzün zayıflığı gücümüzü sınırlamaktadır.
Kurtuluş ve özgürlük, bir kenarda gelecek güzel günleri bekleyerek; saldırıları seyrederek, birilerinin bizi kurtarmasını bekleyerek gelmeyecek.
Bulunduğumuz her yerde; mahallede, işyerinde, okulda, fabrikada.. birbirimizi bulmalı, örgütlenmeliyiz.
* Ulaştığımız herkese gerçekleri taşımalıyız.
* Bulunduğumuz her yerde, dernek, sendika, meslek odası, siyasi parti, devrimci örgütlerle ilişkiye geçmeliyiz.
* Yerellerde, toplumsal mücadele güçleri olarak yanyana gelmeli, ortak mücadeleyi adım adım örgütlemeli ve yükseltmeliyiz.
Sokakta, işyerinde, evde nefes alabilmemizin tek yolu budur.
Kendi gücüne güven, örgütlen
Devrimci Hareket: Tehlike geçmedi; yeni başlıyor
Eğer askeri darbe (veya onu istismar ederek darbe karşıtlığını yedekleyen sivil darbe) antidemokratik zeminin derinleşmesi, o güne dek gerçekleştirilememiş veya ertelenmiş saldırıların gündeme sokulması ise, bugün böylesi adımların iktidar tarafından hızla ve peş peşe atılması beklenmelidir.
Bu bağlamda tehlike geçmiş, normale dönülmüş değildir. Tehlikeyi 15 Temmuz darbe girişiminden ibaret sanmak, asıl tehlikeyi görmemeyi beraberinde getirecek, oluşan psikolojik ortamın iktidar tarafından en kapsamlı saldırılar için kullanılmasına zemin hazırlayacaktır.
Yapılmakta olan saldırı, operasyon, tasfiye vb.nin salt Cemaat güçlerine yöneleceğini sanmak büyük bir yanılgı olur. Dikkat edilirse daha üzerinden bir gün geçmişken bir taraftan 15 Temmuz “Demokrasi bayramı” ilan ediliyor, halk Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından Kızılay, Taksim gibi daha önce gösterilere kapatılmış en merkezi meydanlara çağrılıyor; diğer taraftan bu adımlarla eş zamanlı olarak Gazi, Okmeydanı gibi semtler, Alevi halkın yaşadığı mahalleler bindirilmiş kıtalar eşliğinde basılıyor.
AKP, temenni ettiği boyuta ulaşamamış da olsa sokak gösterileriyle, bir taraftan tabanını konsolide etmeyi diğer taraftan “demokrasi” söylemi eşliğinde sınıflar üstü bir görünümle bundan sonra atılacak adımlara kitlesel destek oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu süreçte atacağı adımları güvenceye almak üzere ordunun, polisin, yargının vb. yeniden düzenlenmesinde kimi kesimlerle uzlaşma yoluna gidebilir; ancak bu, yönelimin özünü, sınıfsal (halk düşmanı) karakterini değiştirmeyecektir.
Yarın çok geç olabilir
Bilinen AKP/iktidar karşıtı söylemle geçiştirilemeyecek bu süreç, gelişmeleri tüm boyutlarıyla kavrayan herkese önemli sorumluluklar yüklüyor. Söylemde de atılacak adımlarda da açıklığa, netliğe, olup biteni görünür kılmaya ihtiyaç vardır.
Darbe girişiminin üzerinden daha 24 saat geçmeden, yüksek yargı dahil dört bir yana yapılan müdahale, nasıl bir cüretle, az zamana çok saldırı sığdırma, fırsatı en kapsamlı biçimde değerlendirme kararlılığıyla karşı karşıya olunduğunun göstergesidir. Buna, devlette yerinden oynayan taşların yeniden düzenlenmesini de eklediğimizde, düzenleme-saldırı-tasfiye diyalektiğinin sonuçlarının sanılandan da boyutlu/ağır olacağını görürüz. Mesele basitçe “başkomutanlıktan başkanlığa” geçiş değildir. Elbette bu da dikkate alınmalıdır ancak polisten yargıya, ordudan bürokrasiye kadar hemen her alanda bir yeniden düzenlenme beklenmeli ve bunun demokratik tüm kazanımları tasfiye öngörüsüyle yapılacağı bilinerek hareket edilmelidir.
Bir kez daha “darbe karşıtlığı”nın bir çeşit “yetmez ama evet” üretmesine, iktidar politikalarına yedeklenmenin sağlanmasına izin verilmemelidir. Sıcak çatışmalar, jet sesleri ve bombalar eşliğinde oluşturulan iklim, görülmemiş boyutta bir “cadı avı” için kullanılacaktır. Tek bir demokratik sesin çıkmadığı, her türlü muhalif potansiyelin bastırıldığı bir düzen öngörülmektedir. Yarın çok geç olabilir.
“Darbe karşıtı şeker”le kaplanmış bir cinnet
Öyle bir psikolojik ortam yaratıldı ki başarılı bir askeri darbenin yapabileceklerinden ötesini, ondan daha hızlı ve kapsamlı biçimde yapan bir iktidar, toplumun önemli bir kesimi tarafından alkışlanıyor. Doğrudur, 15 Temmuz bir cinnetti; ama bu daha kapsamlı ve daha kalıcı fakat “darbe karşıtı şeker”le kaplanmış bir cinnettir.
Evet, 15 Temmuz bir yanıyla aynı sınıfsal zeminde bulunan güçlerin iktidar kavgasıdır; ancak 16 Temmuz’dan itibaren atılan adımların salt bu kapsamda kalacağını yani yalnızca “paralel yapı”ya yöneleceğini sanmak, buzdağının görünen yüzüyle yetinmektir veya asıl amacın, sermayenin yeni bir düzen tasarımının görülememesidir.
AKP ile birbirini boğazlıyor görünse de gerçekte Cemaat’in, 17-25 Aralık’ta veya 15 Temmuz’da yaptığı hamlelerde başarılı olması halinde kuracağı düzen, öz itibariyle bugün kurulmakta olan Saray rejiminden farklı olmayacak, yine tekellerin dönemsel ihtiyaçları çerçevesinde biçimlenecekti. Bugün anlaşılmasında güçlük çekilen ve 15 Temmuz’u bir danışıklı dövüş, kurgu, senaryo vb. olarak değerlendirmeye sebep temel olgu budur. Bu fikri, henüz aydınlatılamamış kimi noktalar veya darbenin (ABD-NATO eksenli ve emir komuta zinciri içinde olan) klasik darbelere benzemiyor olması güçlendiriyordur. Tam da bu nedenle, ortalıkta uçuşan bilgi ve yorum kırıntıları ile yetinmemeli, kimi parçaları hâlâ flu olsa da büyük resmi bir bütün halinde gösteren bir bakışla olaylar değerlendirilmelidir.
İktidarın duruşundaki ikiyüzlülük, manipülasyon vb. elbette açığa çıkarılmalı, insanların AKP politikalarına yedeklenmesi önlenmelidir. Ancak bunun, sosyal medyadan “komplo takibi” yapmakla veya kimi yetkililerin sözü ile eylemi arasındaki çelişkileri sıralamakla sağlanabileceğini sanmak, büyük bir yanılgı olur.
Özetle, aynı sınıfsal zeminde hareket eden güçlerden hangisi kazanırsa kazansın, uluslararası tekellerin ve Türkiye oligarşisinin beklentilerinin yani yeni düzen hesaplarının dışında davranma koşulu yoktur. Görevde kim olursa olsun yapacağı, sermayenin yeni düzen ihtiyacının tesisi için halkın yedeklenmesi, muhalif kesimlerin ise her türlü yöntem ve araçla etkisizleştirilmesidir. Bugün bu gerçeklik görülmediği sürece, geliştirilecek tepki ya etkisiz ya da parçalı olacak, dolayısıyla da sonuç alıcı olamayacaktır.
Yasak savmak değil, sorumluluk üstlenmek ve yol göstericilik
Bugün sola/devrimcilere düşen görev, ortaya çıkmış olanın fotoğrafını çekmek, sosyal medyada yasak savmak değil, tavır geliştirmek için yeterince net olan bu gidişata karşı “Ne ve nasıl yapmalı?”nın yanıtını somut biçimde ortaya koymak, onun imkân ve araçlarını çoğaltmaktır.
Halk kesimlerine darbeden darbe beğenmenin dayatıldığı, sokaklardaki faşist ve gerici işgalin bir darbenin alternatifi olarak gösterildiği, demokrasi kavramının ve beklentisinin istismar edildiği koşullarda yapılması gereken, komplo-felaket teorilerini besleyecek açıklamalarla moralsizliği büyütmek değil, moral ve çıkış yollarını göstererek, çaresiz olunmadığını somutlayarak yol gösterici bir sorumluluk üstlenmektir.
Devrimci demokrat tüm örgütlü yapılar, tüm kişi ve kuruluşlar, bu konuda gecikmeden, birbirini tamamlayıp güçlendirecek adımlar atmalıdır. Bunun için, toplantılar yapıp uzun uzun tartışmaya, program ve tüzüklere ihtiyaç yoktur. Bilinmek durumundadır ki aklımızı, güç ve imkânlarımızı, araç ve yöntemlerimizi ortaklaştırmakta kaybedilecek her saat aleyhimize işleyecektir. Vakit kaybetmeden darbeye de saray rejimine de karşı olunduğuna dair, irade beyanında bulunulmalı ve somut uygulanabilir pratikler geliştirilmelidir.
TKP 1920: Amerikancı darbe bastırıldı
12 Eylül 1980 darbesinin tersine Amerikan çocukları bu kez başaramadı. Fethullah Gülen örgütü eliyle düzenlenen 15 Temmuz 2016 kaos darbesi yenilgiye uğradı. Emperyalizm ve uzantıları orduyu topluca halkın üzerine sürmeyi beceremedi. Kendilerine Yurtta Sulh Konseyi adını veren darbeciler, ordunun büyük kesiminin, emniyetin ve halkın direnmesiyle etkisiz duruma getirildi.
Altın vuruş
Emperyalizmin kör aleti Fethullah Gülen örgütü, emperyalizmin kör aleti IŞİD ve PKK’nin terör eylemlerinden çok daha kapsamlı bir saldırıyla Türkiye Cumhuriyeti yönetimini toptan ele geçirmeye çalıştı, fakat yenildi. Darbenin ilk elde Erdoğan-AKP iktidarına yönelmiş olması işin özünü değiştirmiyor. Darbeciler aslında Türkiye halkının bütününe yönelik emperyalist silahlı saldırının askeri olarak hareket ettiler.
Neden
Bugüne kadar yine emperyalizmin kör aleti olarak davranan, IŞİD ve PKK’yle dönemsel işbirliği yapan Erdoğan-AKP yönetiminin hedef alınmasının nedeni, emperyalizmin ülkemizi ve bölgemizi parçalama planlarına karşı kendi iktidar hesaplarıyla da olsa, kısmen de olsa tutum almaya başlamasıdır. Türkiye’yi ağır yıkıma sürükleyen kendi felaketli politikalarından dönme belirtisi göstermesidir. Türkiye’nin toprak bütünlüğünü savunan yurtsever çevrelere imkân tanımak zorunda kalmasıdır. Suriye ve Irak’ı düşman devletçiklere bölmenin, Rusya’yla düşmanlaşmanın zararlarını en sonunda görmeye başlamasıdır.
Erdoğan ağzıyla kuş tutsa ABD’ye yaranamadı. Obama-Erdoğan darbesine razı olarak İncirlik üssünü ve bütün askerî tesislerini ABD’ye açması, Rus uçağını düşürmesi, İsrail’le resmen barışması, NATO’culukta Bayar-Menderes’i bile aşması çare olmadı. Türkiye’nin artık küçülmesini, dağılmasını, parçalanmasını öngören; Türkiye’ye yeni Sevr’i dayatan ABD, IŞİD ve PKK katliamlarıyla yetinmedi, bu kanlı darbeyi de tezgâhladı.
ABD tezgâhı
Amerikancı-NATO’cu kaos darbesinde İncirlik üssü uğursuz bir rol oynadığı gibi, Hürriyet gazetesinin Washington muhabiri Tolga Tanış’ın da bugünkü yazısında belirttiği gibi (bkz. “Washington’la Gülen krizi şimdi başlıyor”, 17 Temmuz 2016), darbecilerin kanlı saldırıları sürerken Pentagon psikolojik savaş hamlesiyle darbecilere destek oldu, darbenin başarıya ulaştığını iddia eden açıklamalar yaptı.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, çatışmalar devam ederken darbeyi kınamaktan kaçındı, “Umarım, Türkiye’de istikrar, barış ve devamlılık olur” demekle yetindi.
Darbe girişimi sırasında, Fox News televizyon kanalında yorum yapan, daha 2006’da Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde Ortadoğu ve Türkiye’nin paramparça edilmesini savunarak meşhur Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) haritasını çizmiş olan emekli Yarbay Ralph Peters, “Bu darbe Türkiye’nin son şansıdır. Başarıya ulaşmalıdır. Hataya düşmeyelim, darbeyi yapanlar iyi insanlardır” dedi.
ABD’nin eski BM büyükelçisi ve şu anda Amerikan Girişim Enstitüsü’nde görevli John Bolton, aynı kanalda “Bu darbe son şanstır” diye tekrarladı.
Yine Amerikan Girişim Enstitüsü’nde görevli Michael Rubin’in 21 Mart 2016’da orduyu düpedüz darbe yapmaya çağıran makalesini; Amerikan Kongresi’ne bağlı Partilerüstü Politika Merkezi’nin art arda yayınladığı ve Erdoğan’a karşı iş çevrelerini, orduyu, Fethullah Gülen hareketini, aydınları, partileri, Kürt hareketini birleşmeye çağıran raporlarını; ABD başkan yardımcısı Joe Biden’ın Fethullahçılar öncülüğünde örmeye çalıştığı sözümona demokrasi cephesini hatırlarsak Amerika’nın kanlı darbedeki rolünü daha iyi görebiliriz.
Savaşın içindeyiz
Fethullah Gülen örgütü eliyle düzenlenen Amerikancı-NATO’cu kaos darbesi, tehlikenin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Türkiye Amerikan emperyalizminin dolaylı silahlı saldırısı altında bulunuyor. Emperyalizm ve uzantıları ulusal bağımsızlığımızı, egemenliğimizi, toprak bütünlüğümüzü, dil, köken ve inanç ayırımı olmadan halkımızın birliğini, ulusal ve sınıfsal temel haklarımızı ortadan kaldırmak için saldırıyor.
Emperyalizmin aletleri
ABD, ülke ve bölge halklarını din ve mezhep kimliği temelinde bölmek için hem vurucu güç, hem bahane olarak kullandığı IŞİD’i Türkiye halkının üzerine saldı.
ABD, ülke ve bölge halklarını etnik kimlik temelinde bölmek için vurucu güç olarak kullandığı PKK’yi Türkiye halkının üzerine saldı.
IŞİD’in katliamları ve Suriye’yle sınırdaş illeri istila girişimi yetmedi. PKK’nin katliamları ve 13 ilçeyi işgal girişimi yetmedi.
ABD, yıllardır Türkiye’yi Tanzimat ve Cumhuriyet öncesine götürmek, kendisinin doğrudan doğruya etkili olmadığı ülkeleri emperyalist düzene uygun duruma getirmek için kullandığı sadık kılıcı Fethullah Gülen örgütünü bu kez Türkiye’yi toptan düşürmek üzere “altın vuruş”a, kanlı darbeye yöneltti.
Yüzlerce insanın ölmesine, binlerce insanın yaralanmasına yol açan bu kanlı darbe girişimi, ABD’nin yıllarca Türkiye’yi Tanzimat ve Cumhuriyet öncesine götürmek, ülke ve bölge halklarını din, mezhep ve etnik kimlik temelinde bölmek için kullandığı ve bu uğurda Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanlığına atadığı AKP’nin, emperyalizme verdiği ve hâlâ vermeye devam ettiği bütün hizmetlerine rağmen, özellikle Türkiye, Suriye ve Mısır halklarının yurtsever ve laik direnişi sonrasında ABD’nin planlarında artık değer olmaktan çıktığını ve hatta hedef durumuna geldiğini gösteriyor.
AKP’nin böyle bir durumda bile kurnazca oldubittiler yapması, kendi bencil başkanlık hesaplarını dayatmaya kalkışması, Türkiye halkına ağır zarar verdiği gibi, kendisine de fayda sağlamayacaktır.
Başaramayacaklar
Emperyalizm ve uzantıları ne yaparlarsa yapsınlar, işçilerin, şehir ve köy emekçilerinin, bütün Türkiye halkının vatan, cumhuriyet ve emek mücadelesini durduramadı, durduramayacak. Emperyalizm ve uzantıları başaramadı, başaramayacak. Fethullah Gülen örgütü eliyle düzenlenen 15 Temmuz darbesini bastıran Türkiye halkı, Amerikan-NATO güdümüne ve işbirlikçi burjuvazinin egemenliğine son verene kadar mücadelesini sürdürecek.
Komünist Parti: Gerçek bir darbe denemesi
Komünist Parti Merkez Komitesi Temmuz Değerlendirmesi
1. 15 Temmuz darbe girişimi, birbirinden farklı dünya görüşüne sahip odakları değil, aynı sınıfsal temel ve ideolojik yapıya sahip iki, hatta daha fazla devlet hizbini karşı karşıya getirmiştir. Yıllarca birlikte hareket eden bu hiziplerin birbirinden bütünüyle ayrıştırılması nasıl mümkün değilse, iki tarafın birbirinin hamle ve planlarından bütünüyle habersiz olması da mümkün değildir. Bununla birlikte, 15 Temmuz’daki girişim kimilerinin iddia ettiği gibi baştan sona Erdoğan tarafından planlanmış kanlı bir senaryo değil, gerçek bir darbe denemesidir.
2. Darbeye giden sürecin iki boyutu vardır. Birisi genel olarak Erdoğan yanlıları ve cemaat olarak kodlayabileceğimiz taraflar arasında son dönemde cemaatçilerin yaygın tasfiyesiyle yeni bir boyut kazanan “iktidar” kavgasıdır. Ekonomik ve siyasi içeriği giderek derinleşen bu kavga aynı zamanda uluslararası bir boyuta da sahiptir ve emperyalist merkezlerdeki farklı eğilimler bu hizipleri desteklemektedir.
3. Darbe girişiminde bulunan subayların ağırlıklı olarak cemaat mensubu olduğu da, cemaatin ABD’deki bağlantılarının derinliği de bir gerçektir. ABD ile yakın askeri işbirliğine sahip bir NATO üyesi ülke olarak Türkiye’de darbelerin ABD onayı olmaksızın yapılamayacağına ilişkin kanaat büyük ölçüde doğrudur ve geride bıraktığımız yıllarda AKP’den hoşnut olmayan üst düzey TSK mensuplarının darbe girişimlerinde bulunmamalarının temel nedeni de ABD yönetiminin AKP’ye verdiği destektir.
4. Bu destek son dönemde çeşitli nedenlerle azalmış, hatta ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde ağırlığı olan unsurlar Erdoğan’ın tasfiyesine ilişkin hazırlık yapmaya başlamıştır. 2013 yılında milyonlarca kişinin katılımıyla gerçekleşen halk isyanı, Erdoğan’ın toplumda yarattığı gerilimin, sistemin çıkarlarına zarar vermeye başlaması ve son olarak Suriye politikasındaki fiyasko Erdoğan ile bazı emperyalist ülkeler arasındaki ilişkiyi derinden sarsmıştır. 15 Temmuz darbe girişiminin bu gerilimden bağımsız ele alınması olanaksızdır.
5. Darbecilerin yurtdışı bağlantılarının olması Erdoğan’ı yurtsever ya da anti-emperyalist yapmamaktadır. Bir siyasetçi olarak Erdoğan, uluslararası tekellere ve ABD’ye fazlasıyla hizmet etmiştir ve şu anda kendisini yıllarca destekleyen güçlerin gözünden düşen bir siyasetçi olarak kendisini kurtarmak için çeşitli manevralar yapmakta, ittifaklara girmektedir. Erdoğan’ın şu ya da bu uluslararası eksene yakınlaşması onun sınıfsal karakterini ve ideolojik tercihlerini değiştirmez. Recep Tayyip Erdoğan bir burjuva siyasetçisidir, emekçi halka düşmandır, bir karşı devrimcidir ve bu özellikleriyle kendisini devirmek isteyen darbecilerden farksızdır.
6. Darbe girişimi, arkasındaki güçler, kullandığı yöntemler, ideolojik temelleri itibariyle hiçbir biçimde halk yararına bir özellik taşımamaktadır. Darbenin başarılı olması durumunda ülkenin esenliğe çıkacağına ilişkin geniş bir kesime egemen olan ama dillendirilmeyen görüş temelsizdir. Halk düşmanı, Amerikancı bir darbenin ne anlama geleceği açıktır.
7. Darbenin bastırılmasının da halk açısından bir “zafer” ya da AKP’nin peşine takılıp “demokrasi şöleni” olarak sunulması anlamsızdır. Bu AKP rejiminin meşruiyetini sorgulamayan, ülkede olup bitenlerin sınıfsal temellerini yok sayan bir yaklaşımdır.
8. Erdoğan’ın bu darbe girişiminden güçlenerek çıktığı tezi ancak bir noktaya kadar gerçekliği yansıtmaktadır. Kuşkusuz Erdoğan cemaate büyük bir darbe vurma şansı elde etmiş, kendisini bir kez daha mağdur olarak göstermiş, tabanını konsolide etme fırsatı bulmuş, kendisine bağlı çeşitli örgütlenmelerin gücünü sınamıştır. Ancak Erdoğan’ın elinde ciddi ölçülerde dağılmış bir devlet aygıtı kalmış, ayrıca birbirine giren hiziplerin geçişkenliği nedeniyle güvenebileceği korunaklı bir bürokrasiye sahip olamayacağı gerçeği ile yüzleşmiştir.
9. Bu koşullarda Erdoğan devlet aygıtının iki kritik kurumunda, TSK ve yargıda, yalnızca cemaatçileri değil, şu anda ittifak kurduğu ya da birlikte hareket ettiği “Kemalist” unsurları da tasfiyeyi deneyip, bütünüyle kendi kaynaklarına dayanmayı tercih edebilir. Bunu bürokrasinin başka alanlarında gerçekleştirmek göreli olarak daha kolay olsa da gerek ordu gerekse yargıda öz kaynaklara dayanmanın ciddi zorlukları vardır. Erdoğan Türkiye’de hem siyasal hem de toplumsal düzeyde mutlak-nihai bir hesaplaşmaya girmeden, kaçınılmaz olarak açık bir İslam Devleti anlamına gelecek bu hamleyi gerçekleştiremez. Öte yandan sıkışan Erdoğan’ın kendi tabanını konsolide etmek için başka çıkış yolu bulunmamaktadır.
10. Erdoğan’ın kısa sürecek bir terör ve yıldırma döneminin ardından iç gerilimi hızla azaltmaya ve ABD ile ilişkileri düzeltmeye dönük bir çaba içine girmesi de mümkündür ve buna hazırlanıldığına dair bazı ipuçları da vardır. Ayrıca CHP ve HDP’nin de beklentisi bu doğrultudadır. Bu seçeneğin zorluğu, Erdoğan’ın gerilimsiz ve kendi tabanının radikal unsurlarına alan açmadan siyaset yapamayacak ve devam edemeyecek oluşudur. Yoksa Meclis muhalefetinin Erdoğan’la ve AKP’yle bir sorunu bulunmamaktadır.
11. Her durumda Türkiye’de sermaye egemenliğinde çok boyutlu ve kısa erimde aşılamayacak bir kriz, hatta dağılma hali vardır. Bu dağılma halinin kendisi değil, emekçi halkın örgütsüzlüğü ve siyasal ağırlığını koyamaması tehlikelidir.
12. Bir başka tehlike, Türkiye’de Erdoğan’ın yenilmez olduğuna ilişkin bir kanaatin darbe girişiminden sonra iyice yaygınlaşmasıdır. Bu kanaate bir virüs gibi bulaşan “korkutucu” senaryolar eşlik etmekte, önemli bölümü gerçek olmayan spekülatif haberlerle panik havası yaratılmaktadır. AKP iktidarı hep tehlikeliydi, şimdi daha fazla tehlikeli olduğu açıktır. Ancak yaratılan panik havası AKP’nin saldırganlığını meşrulaştırmaktadır. Oysa ne AKP ve Erdoğan iddia edildiği ölçüde güçlüdür ne de Türkiye bir anda “bitirilecek” ve geleceği tamamen karartılacak bir ülkedir. Örneğin darbe girişimi sırasındaki ve sonrasındaki “kutlamalarda”, bütün çağrılara rağmen sokağa inen AKP destekçileri sınırlı kalmıştır. Doğru olan; tehlikenin farkında olmak ama panik yaratmamak, tersine bu dağılmayı emekçi sınıflar açısından değerlendirmeye çalışmaktır.
13. AKP ve gerici tehdit hiçbir biçimde küçümsenmemelidir. “Laiklik tehlikede değil” cümlesiyle açılan dönemin ülkeyi kimsenin tahmin edemeyeceği bir uçurum eşiğine getirdiği ortadadır. Ancak bu küçümsenmeyecek tehdit karşısında daha etkili, daha “hazır” bir halk muhalefetinin örgütlenmesi görevi vardır. Bu görev yıllarca gaflet uykusuna yatıp, şimdi panik yayarak yerine getirilemez. Düzen muhalefetinin geçmişteki aymazlığını şimdi panik yaratarak taçlandırması kabul edilemez.
14. Bu koşullarda AKP ve Erdoğan’ın en büyük gücü düzen siyasetindeki karşıtları olmaya devam etmektedir. Düzen siyaseti bütün planını AKP’yi normalleştirmek, dönüştürmek, ikna etmek, hizaya getirmek üzerine kurmuş durumdadır. Parlamentoda “sol” adına durduğunu öne süren kimi siyasetçilerin tavırları bu açıdan gerçekten ibret ve endişe vericidir.
15. 15 Temmuz’da ve sonrasında yaşananlar devlet içindeki hiziplerin ne kadar acımasız olabildiğini göstermiştir. Darbecilerin yöntemlerini, ne kadar zalimleşebileceklerini hep beraber izledik. Ardından iktidarın sahnelediği barbarlığa tanık olduk. Bütün bunlar “birbirlerini kırsınlar” yaklaşımıyla ele alınamaz. Sayısı tam olarak bilinmeyen sayıda sivil öldürülmüş, ne olduğunu bilmeyen erler vahşice linç edilmiştir. Teslim olan erlere, yargı önüne çıkarılması gereken sanıklara dönük linç, işkence ve hukuksuz uygulamaların hesabını bu halk er geç soracaktır ve yıllarca beraber hareket eden ama şimdi birbirini boğazlamaya çalışan bu iki hizbin yöneticileri birlikte hesap verecektir.
16. Bütün bu zalimlikleri “güç”le açıklamak yanlıştır. Tam tersine, ortada iktidar açısından bir dağılma, korku ve pusulasızlık vardır. Yayılmakta olan korku, aptalca ve hesapsız çıkışlarla değil ancak sağlam, tutarlı adımlarla aşılır ve bu dağılma halk için bir fırsata çevrilebilir.
17. Her zaman söylediğimiz gibi, Türkiye karanlık güçlerin tepişmesiyle değil, karanlık güçlerin temsil ettiği sınıf egemenliğine karşı emekçi halkın mücadelesiyle düzlüğe çıkabilir. Bu gerçeği ihmal eden her tür analiz ve konumlanışı reddediyoruz. Komünistlerin darbeye karşı demokrasi güçlerinin zaferi şarlatanlığına da, herkes Erdoğan’a karşı birleşsin “uyanıklığı”na da prim vermeyeceği açıktır. Demokrasi güçlerinin zaferi diyenlerin arasında “şeriatçılar herkesi kesecek” diye panik yaratanların olması, yaratılan kafa karışıklığının boyutlarını göstermektedir. Tekrar ediyoruz; biz kapitalist sınıfın temsilcileriyle, ABD ve NATO destekli darbe ya da renkli devrimlerin ajanlarıyla asla yan yana gelmeyiz. Bu bizi zayıflatmaz, bizi zayıflatan işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve sahte çözümlerin peşinden gitmesidir.
18. Cemaatin, devlete çöreklenmiş çetelerin, çıkar gruplarının, tetikçilerin ve hatta mafyanın “örgütlü” davranma becerisine sahip olduğu bir ülkede örgüt düşmanlığının halk saflarında nasıl bir boşluk yarattığı bir kez daha anlaşılmış olmalıdır. Ötesine giderek diyebiliriz ki, insanlık ideallerinden, sınıfsız, sömürüsüz bir toplumdan yana olan herkes, kalıcılığı, sürekliliği ve ortak aklı olan bir örgütlülük için çalışmak zorundadır. Bunu yapmamak, bu konudaki tembelliği ya da vurdumduymazlığı meşrulaştırmak, halk düşmanlığıdır. Cemaatten, gericilikten, sermayeden ve emperyalist merkezlerden bağımsız bir sınıf örgütlenmesinin güçlendirilmesi ve yetkinleştirilmesi bir zorunluluktur. Siyasallaştırılmayan halk tepkilerini, örgütlenmeyen kitle çıkışlarını kutsayanlar, “gezi çoğulculuğu” edebiyatı ile hedefsizliği ve şekilsizliği bir hedef haline getirenler, artık derslerini almış olmalıdırlar.
19. Somut olarak ülkedeki dengeleri değiştirebilecek, darbe gecelerinde de, gerici linç kampanyalarında da harekete geçip oyunu bozabilecek bir bağımsız devrimci örgütlenme haline gelmek Komünist Parti’nin biricik hedefidir. Emekçi halkımıza da yegâne çağrımız bu hedefe hep birlikte ulaşmamız için kendi gücüne güvenerek hareket etmesi, bu karabasanı izlemekten vazgeçip inisiyatif almasıdır.
Komünist Parti Merkez Komite
Halkın Türkiye Komünist Partisi: Türkiye Saray Darbesi’ne teslim olmayacak
“15 Temmuz gecesi yaşanan askeri darbe girişimini fırsat bilen AKP iktidarı Türkiye’nin faşist ve şeriatçı bir düzene geçmesi için yeni darbeler örgütlemektedir.
20 Temmuz gecesi uygulamaya konan Olağanüstü Hal (OHAL), darbe hukukunun işletildiği, temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, yasamanın devreden çıkarıldığı açık bir Saray Darbesi niteliği taşımaktadır.
OHAL adı altında işleyen Saray Darbesi şeriatçı, faşist, emek ve halk düşmanı bir karakter taşımaktadır.
Saray Darbesi, emperyalist merkezlerin oluruyla hayata geçmektedir. Emperyalist merkezler Erdoğan ve arkadaşlarının kendilerine bugüne kadar yaptıkları hizmetlerin farkındadır.
Saray Darbesi’yle faşist-şeriatçı bir rejimin inşası için gerekli düzenlemeler yapılmak istenmektedir. AKP/Saray iktidarının arzusu, OHAL’i kullanarak devlette dönüşümü sağlamaktır. AKP/Saray iktidarı Başkanlık, TBMM’nin önemsizleştirilmesi, kolluk kuvvetlerinin yapısında köklü değişiklik, iktidara bütünüyle bağlı bir yargının inşası, işçi haklarının tırpanlanması ve laikliğin fiilen kaldırılması gibi hedeflerini rahatça hayata geçirebileceği bir devlet mekanizmasını yaratmak istemektedir.
Saray Darbesi, kendine gerekçe olarak 15 Temmuz askeri darbe girişimini, devlet içindeki paralel cemaat örgütlenmesini göstermektedir.
Cemaat üyelerinin halkın üzerine ateş açtığı, vatana ihanet içerisinde oldukları iddia edilmektedir. Darbecilerin arkasında ABD başta olmak üzere dış güçlerin olduğu iddia edilmektedir. Darbecilerin TBMM’yi bombaladığı söylenmektedir. İtiraz etmiyoruz.
Doğrudur! Devlet içerisinde cemaat örgütlenmesine izin verilemez. Ancak cemaat üyeleri vatana ihanetle yargılanacaksa, işe “ne istediniz de vermedik” diyenlerden, dini cemaatler için devletin kapılarını ardına kadar açanlardan başlanmalıdır.
Doğrudur! Halkın üzerine ateş açmak en büyük suçtur. Ancak halk düşmanları vatana ihanetle yargılanacaksa, kolluk kuvvetlerinin masum yurttaşlarımızı katletmesinin ardından “emri ben verdim” diyenlerden başlanmalıdır.
Doğrudur! Devlet yetkilileri dış güçlerden, ABD’den emir alamaz, başka ülkelerin çıkarları için çalışamaz. Bu suçları işleyenler vatana ihanetle yargılanacaksa, işe mehmetçiği ABD’nin komutasındaki Irak işgaline yollamak isteyenlerden, İncirlik’i emperyalistlere bırakanlardan, ABD’nin bölge projelerinde eş başkan olarak görev alanlardan başlanmalıdır.
Doğrudur! TBMM’yi, demokratik kurumları ortadan kaldırmaya çalışmak kabul edilemez. Öyleyse, İç Tüzük düzenlemeleriyle, Başkanlık Rejimi’yle, dokunulmazlıkları kaldırarak Meclis’i devreden çıkarmaya çalışanlar, tüm hak ve özgürlükleri askıya alanlar derhal yargılanmalıdır.
Bu suçlar ve çok daha fazlası AKP/Saray iktidarı tarafından işlenmiştir.
OHAL adı altında yürüttükleri Saray Darbesi’ni meydanlarda nümayişle kutlayanlar unutmasın, bu suçların hesabı sorulacaktır.
Türkiye Saray Darbesi’ne teslim olmayacak, şeriatçı-faşist cerahati söküp atacaktır!”
DSİP: Darbeciler kaybedecek!
Birkaç saattir bir darbe girişimi içinde yaşıyoruz. Ordunun içindeki cuntacı bir yapı yönetime el koymaya çalıştı. TRT binası bombalandı. Ankara’da savaş uçakları alçak uçuş yaptılar. Bombalama sesleri hâlâ geliyor.
Cuntacılar bir bildiri okudular. TSK adına dense de çok açık ki ordu içinde darbeci bir yapı bu.
Biz, her türden darbe girişimine karşıyız.
Darbeciler en kısa sürede hesap vermeli.
Binlerce insan darbelere karşı sokaklara çıkmaya başladı. Darbelere karşı mücadele eden binlerce insanla beraberiz.
Darbe girişimine karşı mücadele ederken, bir yandan da darbecilere bu zemini hazırlayan koşullara, savaş koşullarına, antidemokratik koşullara derhal son verilmelidir.
Darbeye karşı mücadele bir demokrasi girişimi olmalı, siyasal demokrasinin sınırlarının daraltılmasına karşı da mücadele hâline gelmelidir.
Darbeciler kaybedecek!
Halk kazanacak!
DSİP Merkez Komitesi
16.07.2016