Aslına bakılırsa tüm bunlar Marmara Üniversitesi için rutin olaylardı ve bunu bu okulda öğrenimine devam eden her öğrenci bilmekteydi.
Nitekim "Danıştay saldırısı"nı gerçekleştiren Alparslan Arslan'ın da aynı okulun bir zamanlar öğrencisi olduğu tesadüf gibi görünmüyor.
Arslan'ı öğrencilik günlerinde tanımış olanlar onu "uzun paltosu, takım elbisesi ve satır kullanmaktaki mahareti (!)" ile hatırlıyorlar.
Üniversite ne kadar değişti?
O günden bu yana Marmara Üniversitesi'nde nelerin değişmiş olabileceği sorusu geliyor akıllara ister istemez ve bugün ne yazık ki Marmara Üniversitesi'ne bakıldığında insan farklı bir tablo göremiyor.
Kaba bir bakışla bile, üniversitede "asayişi sağlamak"la görevli "küresel anlamda mahallenin namus bekçisi" olan ve kendilerini "ülkücü" olarak tanımlayan "satırlı" grubun nasıl bir güce sahip olduğu görülüyor.
Bu grup,okulda el ele tutuşan öğrencilerden öğrencilerin saçının, sakalının, kılık-kıyafetinin nasıl olması gerektiğine kadar pek çok konuda söz sahibidir.
Özellikle Mart ayı geldiğinde faaliyetlerini daha da arttırıp, baskısını daha da hissettiren bu grup her yıl olduğu gibi bu yıl da görev başındaydı.
Satırlı karşılama
Gerilimin tırmanması, kantinde ellerinde Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin aylık sosyal faaliyetlerini içeren broşürünün bulunduğu iki kız öğrencinin tokatlanıp tartaklanması ile başladı.
Bu hadisenin akabinde duruma tepki gösteren sol görüşlü öğrenciler polis ve üniversitenin özel güvenlik birimi tarafından okul dışına çıkarılırken, satırlı "ülkücü" grup okul içinde bırakıldı.
Sonraki gün okula gelen solcu öğrencileri, yolda "adam olun, bu okulda bizden habersiz hiçbir şey yapamazsınız" nidalarıyla tehdit eden ve satırlarını çeken ülkücü grup karşıladı.
"Ülkücüler" bu öğrenci grubunun tahmin ettiklerinden daha kalabalık olduğunu fark edince ellerinde satırlar ve döner bıçakları ile özel güvenlik birimi elemanlarına gayet rahat bir biçimde gidip yardım talebinde bulundular.
Yaralama ve cam kırma
21 Mart Nevruz gününde herhangi bir provokasyon ihtimali sebebiyle sol görüşlü öğrenciler okula girmese de sonraki günlerde otobüs durağında kız arkadaşı ile beraber olan B.P aynı grup tarafından dövüldü ve hastaneye kaldırıldı.
Olaylar daha sonra yine üniversitenin özel güvenlik biriminin gözleri önünde Atatürk Eğitim Fakültesi'nin camlarının kırılıp, resim bölümü öğrencilerine satırlarla saldırılmasına kadar uzandı.
Marmara Üniversitesi'nde yaşanan olayları kimileri bizim gibi, okul koridorlarından, pencerelerinden ve bizzat "olay mahalli"nin yakınından veya içinden, bu okulda öğrenci olmayanlar da ibretle basından izledi.
Rektörün açıklaması
Şüphesiz ki bu ülkede yaşayan herkes her gün sağanak halinde basına yansıyan ibretlik haberlerle karşı karşıya kalıyor.
Maalesef çoğunlukla bu çeşit haberler birbiri üstüne yığılmaya devam ederken son okunan, son gelişen öncekilerin vahametini azaltmasa da, okuyucunun veya haberi hazırlayanın zihnindeki izdüşümü silikleştirip, ilk andaki duygu ve tepkisini azaltabiliyor.
Nitekim Marmara Üniversitesi'nde yaşananlarla ilgili haberler konusunda da aynı durumla karşı karşıyayız. Bu haberleri okuyup-izleyenlerin o anda ne kadar kuvvetli bir tepki duyduklarından şüphe yok.
Ve hatta bu haberlerin etkisi o kadar güçlüydü ki, basının yaptırım gücünden veya kim bilir Marmara Üniversitesi'nde rektörlük seçimleri yaklaştığından rektörün bizzat açıklama gereğini duyduğuna hepimiz şahit olduk.
Önce haberciler
Rektör açıklamasını yaptı, bu olayların sorumlularından sadece biri olan O.A.Y.'nin "nedamet getirmeyeceğinden emin olduklarını" ve hakkında gerekli işlemlerin yapılacağını, şiddetin odağı haline gelen Türk Kültürünü Araştırma ve İnceleme Kulübü'nün kapatılacağını kamuoyuna yine basın aracılığı ile duyurdu.
Ancak şurası çok açık ki, herkes bu ülkede tepki oluşturacak hadiselerin sadece Marmara Üniversitesi hadiseleri ile sınırlı olmadığını gayet iyi biliyor.
Bu bilgiden mağdur olan iki grup oluşuyor şüphesiz. Bu gruplardan ilki, her gün yeni bir hadise ile karşı karşıya kalan ve bunu gazetesinin manşetine veya kendi köşesine taşımanın vicdani yükümlülüğünü duyan haberciler.
Haberciler belki de daha bir olayın vicdanlarında açtığı yara kapanmadan yaşanan diğer bir olayı aynı dayanıklılığı ve metaneti göstererek ve yılmadan, usanmadan "haber" yapmak ve bundan herkesi "haberdar" etmek durumundalar.
Sonra haberin özneleri öğrenciler
İkinci mağdur grup ise, bir önceki -artık şiddeti azalmış- haberin konusunu oluşturan hadiselerin mağdurlarıdır.
Marmara Üniversitesi'nde okuyan bir öğrenci olarak, basına son dönemde yansımış haberlerin mağdurlarından biri değilim.
Fakat bu okulda öğrenci olan herkes gibi biliyorum ki Marmara Üniversitesi'nde okuyan her öğrenci potansiyel bir mağdurdur.
Çünkü Marmara Üniversitesi'nde öğrenci sıfatı ile bulunup, yine hem Fen Edebiyat Fakültesi idari görevlileri ve bilhassa Tarih Bölümü öğretim görevlileri tarafından korunup, kollandığı ayyuka çıkmış olan "ülkücü" grubun öfkesinin kime, ne zaman yöneleceği belli değildir.
Dahası basında çıkan haberlerden sonra okul yönetimi bir açıklama yaptığı halde hem hakkında doğrudan açıklama yapılan O.A.Y. ve hem de satır kullanmaktaki maharetiyle en az onun kadar okulda şöhret sahibi olan diğerleri hala okula rahatça girebiliyor.
Nü resim yapıldığı için Atatürk Eğitim Fakültesi resim bölümünün altına üstüne getiren, uzun saçlı olduğu veya küpe taktığı için kantinde kız arkadaşıyla oturan öğrencilere saldıran, okulda grup halinde dolaşıp "asayişi" sağlayan ve kontrol eden bu insanların haklarında hem hiçbir ciddi işlemin başlatılmamış olması nasıl açıklanabilir?
Ve dahası rektörün bizzat açıklama yaptığı kişinin hala okula rahatça giriyor olmasının ve rektörün açıklamasında vurguladığı "Türk Kültürünü Araştırma ve İnceleme Kulübü"nün kapatılmasının ardından isim değiştirerek tekrar açılması ve dahası bu öğrencilerin mağdur ettiği B.P.'nin okuldan uzaklaştırma cezasının manası nedir sizce?
"Evladım, ne yapıyorsun, sakin ol!"
Bunun manası şudur ki; olaylar basına yansımış, okul idaresi rezaletin açığa çıkmasından dolayı açıklama yapmaya gereği duymuş ancak ardından (nasılsa bu hadisenin etkisini azaltacak başka haberler ertesi gün basında yer alacaktır) konu hafife alınmaya devam edilmiş ve her şey eski haline geri dönmüştür.
Ne yazık ki bu okulun Göztepe Kampüsünde okuyan bir öğrencisi olarak gördüğüm tablo şudur: Okul yönetimi okulun her yerine yerleştirdiği kameralar vasıtasıyla bu öğrencilerin kimler olduğunu gayet iyi biliyor.
Fakat nedense okulun özel güvenlik birimiyle bu öğrenciler kol kola gezebiliyor, rektörün açıklamasında yer alan O.A.Y. Atatürk Eğitim Fakültesi Resim Bölümü'nün camlarını kırarken aynı fakültenin sekreteri öğrencilerin hayret dolu bakışları arasında kendisine adıyla hitap ediyor ve nezaket sınırlarını kesinlikle aşmadan (!) "Evladım, ne yapıyorsun, sakin ol" diyebiliyor.
Ve, bu öğrenciler hala ellerini kollarını ve ellerindeki satırları sallayarak okulda gezebiliyor.
Bu olaylar henüz basına yansımadan önce ve vuku bulduğu günlerden birinde, okulda iki grubu karşı karşıya kalmış görmüştüm ve özel güvenlik birimi de oradaydı.
Derse yetişmeye çalışırken okulda "satırlı" olduğu herkesçe artık malum olan zatlardan biri ve özel güvenlik biriminden bir görevlinin şu diyaloguna şahit oldum.
O.A.Y.'nin ceketinden görünen satıra karşılık güvenlik görevlisi şöyle diyordu: "Sok o satırı yerine, görecekler!"
Yönetimin sorumluluğu!
O gün herhangi bir fikre sahip olsanız da olmasanız da, sadece kılık kıyafetinizden dolayı hatta "ülkücü" grubun canı öyle istediği için bu satırın size yönelebileceğini anladım.
Çünkü aslında ortada öğrencisinin sorumluluğunu taşıyan bir okul idaresi yoktu. Okul idaresi "satırsız" öğrencileriyle hiçbir bağ kurmamakta ısrar ediyor, bu gruplardan mağdur olan şu ya da bu kişi veya grupların şikayetini, sıkıntısını dikkate almıyor ve öğrencilerinin sorumluluğunu taşımıyor.
Marmara Üniversitesi'nde öğrencileri şiddete maruz bırakan, satırları değil kameralardan okuldaki tüm öğrencilerce aleni bir biçimde görülen bu öğrencileri dün olduğu gibi bugün de koruyup kollamayı sürdürüyor. (AG/BA)