Keza, Futbol Federasyonu'nun tribünlerin "ırkçılık" kusmasını disiplin talimatlarının "çirkin kötü tezahürat ve davranışları", dolayısıyla ırkçılığı cezalandıran 31. Maddesi kapsamına sokmaya gerek duymaması da, bizleri "şoke" etmedi.
Muhtemel Hrant Dink'in cenazesinde "Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeni'yiz" pankartı arkasında 100 binden fazla insan yürümese, memleketin bir eli yağda ve balda diğer eli kanda, kinde ırkçıları da böyle "travmalara" maruz kalmayacaklardı.
Keza, yine sessiz ve derin "vicdan" gazetecinin cenazesinin arkasında o yığınsal rakamda durmasa, federasyon veya yetkililer de böylesi hakkaniyetli eleştirilere maruz kalmayacaklardı.
Peki, neden tribünler bu kadar rahat biçimde beyaz bereli ırkçı zihniyetin performans alanı ola gelmiştir hep?
Bu sorunun birçok evrensel ve akademik açıklaması olacağı gibi, buraya has yerel, otantik cevapları da vardır.
Öncelikle bazı genellemelerle ilerleyelim:
Futbol tribünleri faşizmin kitle ruhunun en rahat nefes aldığı ve her türlü nefret, şiddet ve otoriter düşüncenin kamuoyuna pervasızca servis edildiği yerlerdir. Yugoslavya iç savaşının, bir futbol maçı vesilesiyle harlandığını da burada hatırlatmak gerekir.
Taraftar kimliği, doğuştan edilen diğer bazı kimlikler gibi, üzerinde uğraşılmaya, kafa yormaya ve sorgulanmaya açık, ihtiyaç duyulan bir kimlik değildir.
Neden ve nasıl bile oluştuğunu bilmeden bu kimliğe saplanılır ve ömrü saatinizi kendi sevginizi kutsayıp "öteki"lere kin kusarak geçirebilirsiniz.
Bizimki gibi diyarlarda da yığınsal taraftar kimliğine sarılan kitleler milliyetçiliğin en has evlatlarından, duruma göre de ırkçılığın en bıçkın şövalyelerindendir. Tribünler yeri gelir diktatörlüklerin hava yastığı olur, yeri gelir, iç düşmana aba altından sopa göstermenin merkezi olur.
Nasıl milliyetçiliklerde empatinin, öteki için adaletin ve muhabbetin yeri yoksa, tribünlerde de durum aynen böyledir. Taraftar kimliği kendi içinde de problemlidir. En sert biçimi olan "grup oluşumları", kendi taraftarları üzerinde de hegemonya kurar.
Kalk dendiği zaman kalkılır, yat dendiği zaman yatılır. Bağır dendiği zaman bağırılır, sus dendiği zaman susulur. Yönetimden, karanlık adamlardan nasiplenilir. Bir bilete ve "has" bir aidiyet uğruna, hassas olunur, her daim ast olunur. Olmayana, itiraz edene ise itinayla dünyanın kaç bucak olduğu gösterilir.
Dosta, düşmana her daim Türkün nasıl ev sahibi olduğunu anlatır ama kendi elli bin kişilik stadyumuna gelen bin-bin beş yüz misafirin anasından emdiği süt burnundan getirilirken zevkten dört köşe olunur. Tribün şövalyeleri kendi oyuncusu rakip futbolcuyu insafsızca sakatladığında "Ohhh, ohhh" diye bağırır, rakip futbolcu kendi oyuncusuna yaklaşsa bile delirmeye başlar.
Ama en önemlisi, tribünler, ne yaparsanız yapın, hangi suçu işlerseniz işleyin, "yönetimin uyumayıp, size sahip çıkacağı" yerlerdir. Sadece Federasyonun disiplin talimatlarında değil, Anayasanın da bir çok maddesinde suç sayılan hükümlerin cirit attığı yerlerdir tribünler ve futbol etrafında yuvalanan güç yatakları.
Bu konuda, binlerce örnek verilebilir. Lakin, binlere bakmak yerine bir tek meşhur Türkiye-İsviçre maçındaki perde önü ve perde arkasına bakılsa bile, memlekette futbol denen oyunun "karanlık ellere geçtiği" takdirde nasıl kullanılacağı görülebilir. Ki o maçın belki de tek günahsızı tribündekilerdi.
Ve memleket tribünlerinde bu kepazelikler yaşanırken, Türkiye Futbol Federasyonu Başkan Vekili Kemal Kapulluoğlu, "Futbolun hiçbir şekilde siyasete alet edilmesine izin vermeyiz. Kimse de buna cesaret etmesin. Tribünde açılan pankartların ırkçı ve bir kesimi aşağılayıcı nitelik taşıdığı tespit edilirse, talimatlarımız bu eylemin karşılığı cezayı açıkça belirtmiştir" diyor, dalga geçer gibi.
Son 20 küsür senede federasyon seçimlerine sağ siyasetin her biçiminin nasıl dahil olduğunu bilmezmişiz gibi... Malum, şu anda hükümetle gerginlik var ya, bu demeç son tahlilde "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" mesajı oluyor.
Türkiye gibi ülkelerde futbola her zaman siyaset karışır, hem de kirli suların en dibindeki rezil tortular futbolun içine çöreklenir kalır. Kimsenin aklından da şu futbola iki "insanlık" karıştırayım, "adalet" karıştırayım, "vicdan" karıştırayım demek geçmez.(TM/EÜ)