Bununla birlikte onun asıl misyonu rövanş değil, uzlaşmayla kendine ve temsil ettiği çıkarlara kurumsal bir alan açmaktır. Bu anlamda onun asıl yeniliği, kendi şahsında gerçekleştirdiği İslamcı hareketin liberal dönüşümüyle rejimin yeniden biçimlenişinin önemli bir aktörü haline gelişidir.
AKP: Liberal İslamcı Bir Misyon
İslamcı hareketin yaşadığı değişimin en önemli nedeni, İslamcı sermayenin ulaştığı büyüklük kapsamında istikrarlı büyüme talebidir. Kendi sermayesini kendisiyle sürükleyen Refah Partisi'nden (RP) temel ayrımla AKP, 28 Şubat sonrası yaşadığı baskılar karşısında artık geleneksel çizgi ile kendini büyütüp güvenceye alamayacağının bilincine varmış bir İslamcı sermayenin partisidir..
RP'den ayrımla şeriatı getirme iradesini terk etmiş dindarlar yanı sıra acil ekonomik sorunlarının çözümünü bekleyen muhafazakar bir tabana oturmuştur. Siyasal önderliği ve kadroları ise, 28 Şubat'ın göğüslenememesi sonrasında, şeriatçı hedeflerinde iktidarsızlaşmayı içselleştirerek reforma uğramış, liberalleşmiş İslamcılardır. Bundan dolayıdır ki Avrupa Birliği (AB) karşıtlığından savunuculuğuna, Uluslar arası Para Fonu (IMF) karşıtlığında yandaşlığına geçmiş bir parti konumundadır.
Yaşadığı değişimin, geriye dönüş potansiyellerini de barındıran sınırları vardır kuşkusuz; ama artık şeriat iradesini de temsil etmeyen liberal İslamcı bir parti ile karşı karşıyayız. Daha önemlisi bu niteliğiyle demokrasiye, Türk siyasal arenasının diğer partilerinden veya egemen zihniyetten daha uzak veya daha yakın bir yerde durmayan anti demokratik bir partidir.
"Müslüman demokrat" yakıştırması
Onlardan ayrımla mevcut laiklikle yaşadığı sorunlar, ne AKP'yı daha gerici kılan ne de bu laikliğin problemlerini görmezden gelinmesini sağlayacak bir anlam taşımamaktadır. Son dönemde yaygınlaştırılan "Müslüman demokrat" yakıştırmasından temel ayrımla İslamcı-muhafazakar bir partidir AKP.
İslamcı yanı, onun diğer muhafazakar partilerden farkını belirginleştiren anahtar kavramı oluşturmaktadır. Ilımlı bir içeriğe sahip olan bu İslamcılık, sistem işbirlikçiliği yanı sıra şeriatı hedefleyen radikal niteliğini de yitirmek anlamında bir değişimi içermektedir.
Eğer iktidarda kalır ve sistemle uzlaşmasını derinleştirmeyi başarırsa muhafazakar bir partiye dönüşecektir; bununla birlikte devletle ilişkilerde yaşayacağı tıkanmaların, onu geleneksel kimliğine doğru geri çekici bir işlev görmesi olasılığı da dikkatten kaçırılmamalıdır.
RP ile kıyaslarsak AKP, değiştirme iradesinden çok kendi geleneksel damarını değiştirme, düzene entegre etme iradesi olarak işlev görecektir. Muktedirlerce toplumsal kontrol amacıyla beslenen bir İslamcı gelenekten gelmesine karşın, rejimi şeriatçı amaçla revizyona uğratmaya yönelerek krizi derinleştiren RP'den ayrımla, düzenin krizini aşmaya çalışan bir rol oynayacaktır. Önce içeride 28 Şubat'ın, sonrasında ise uluslar arası düzeyde 11 Eylül iradesince iktidarsızlaştırılarak dönüşüme uğratılıp liberalleştirilmiş bir İslamcılık olarak biçimlenmektedir.
Sorunlar ve Tercihler
Kendi programları ve pozisyonları için yatırımlarını Cumhuriyet Halk Partisi'ne (CHP) yapmış yerli muktedirler tarafından henüz benimsenmiş olmaktan uzaktır. Dolayısıyla siyasal arenadaki gerilim alanlarının kısa zamanda ortadan kalkması beklenmemelidir; aksine AKP iktidarı yeni kriz potansiyelleri taşımaktadır. Ancak değişen AKP ve değişen iç ve dış koşullarda artık muktedirlerin süreci tek başlarına belirleme olanakları da azalmıştır.
Bu süreçte AKP'nın demokratikleşmeyi temsil etmediği, açıktır; ancak 28 Şubat'ta alabildiğine merkezileşen iktidarın çok kutuplulaşması sürecini derinleştireceğinden, bu boşluktan Türkiye'nin burjuva demokratikleşme eğilimine kanal açılması olasılığı mevcuttur.
Aynı olasılık örneğin CHP hükümeti koşullarında gerçekleşmeyecekti. Çünkü CHP muktedirlerle uyumlu ve onların parlamenter meşruiyet dayanakları olarak işlev görecekti.
Türban
Bu koşullarda AKP, elde ettiği konumu kurumsallaştırabilmek için, türban ve laiklik temelinde rejimle bir kapışmaktan olabildiğince uzak durmaya çalışırken, muktedirlere karşı iç ve dış faktörleri kullanan bir çizgi izleyecektir.
Nitekim tek tek öğeleri ve adımlarında olmasa bile bir bütün olarak AKP, bunun bilincinde davranmaktadır. Dahası şeriatçı taleplerinden yana ciddi bir yeniklik bilincinin sonrasında biçimlendiğinden, ele geçirdiği iktidarı geleneksel çizgide değil, ulaştıkları dönüşümle kendisi ve temsil ettiği İslamcı kökenli burjuvazi için kalıcı ve işlevsel kılmaya çalışacaktır.
Bu noktada onun halk desteğine olan gereksinimi CHP veya Milliyetçi Hareket Partisi'nden (MHP) daha fazladır; çünkü sırtını dayanabileceği bir devlet olanağı yoktur. Muktedirler onu rakip gördüğü müddetçe de böyle olacaktır. Halkın desteğinin korunması için ekonomik krizin çözülmesi kaygısı onun başörtüsünden daha öncelikle kaygısı durumundadır.
Geleneksel tabanının desteği için dini duyarlılıkların istismarı, yanı sıra dini taleplerin karşılanması da önemini koruyacaktır; ancak görülen o ki bunlar için çatışmaya girmekten kaçınılacaktır. Yine yoksulluğun giderilmesi duyarlılığını sürdürecek, ama bunun için de radikal bir tutuma girmeyecektir.
Aksine aslolan sistemle ve rejimin egemenleriyle uzlaşma ve bu zeminde kendi iktidarını pekiştirmek arayışlarıdır. AKP için halk, muktedirleri kendisini kabule ikna etmek için dayanak olması anlamında önem taşımaktadır. Dolayısıyla muktedirler ve Küreselleşmenin gerekleri ile İslamcı kesimler ve yoksulların giderek tırmanacak beklentileri arasında sıkışmalar yaşayacak ama egemenlerle uzlaşmayı esas alacaktır.
Dışa Dayalı Politika
AKP muktedirlere karşı asıl dayanaklarını, uluslar arası güç odaklarında arayacak görünmektedir. Nitekim AB sorununa yaklaşımı da bu kapsamda biçimlenmektedir. Kendi doğallığında AB'ye karşıt bir geleneğin devamı olan AKP, bugün AB entegrasyonunun başlıca katalizatörü durumuna geçmiştir.
Hiç kuşkusuz AB entegrasyonu, AKP geleneğinin yaşadığı dönüşümü hızlandıracak, bu temelde yükselecek olan seküler umutlar toplumdaki dinsel yönelimleri azaltacaktır. Bu temelde iktidar etme olanaklarını arttıracak, ancak daha seküler bir yapıya dönüşecektir.
Bununla birlikte AKP bu tercihte ikircikli değildir, çünkü temsil ettiği çıkarlar, temsil ettiği duyarlılık ve gelenekten daha baskın bir anlam taşımaktadır onun için. Bu niteliğiyle hem Türk kapitalizmine hem de Türk modernleşmesinin yaşadığı tıkanmaya İslamcı kesimleri de katarak ciddi bir atılım olanağı sağlayabilecektir.
Hiç kuşkusuz AKP, bu politikayla sırtını AB'ye dayanarak muktedirleri dengelemeye çalışıyor. Bu çizgi Türkiye'nin AB'den takvim alması halinde ciddi anlamda işlevsel olacaktır. Takvim almış bir Türkiye'nin iç dengeleri, muktedirlerin inisiyatif gerilemesine uğradığı, AKP'nın ise görece rahatladığı bir dönüşüme uğrayacaktır.
Özetle AB üyelik umudu artmış bir Türkiye'de, iktidar ilişkilerindeki gerilim alanlarının görece azalması yanı sıra hem muktedirlerin hem de AKP'nın bulundukları noktadan burjuva demokratik bir zemine doğru geri çekilmeleri gündeme gelecektir. AB sürecinde ilerleme sağlanamaması halinde ise muktedirler ve AKP arasındaki gerilim güçlenecek, ülkenin ulusal güvenlik zihniyeti altındaki tahkimatı artacak ve AKP geriye püskürtülmeye çalışılacaktır.
Muktedirlere karşı sırtını uluslararası güçlere dayama politikasının hiç kuşkusuz asli unsuru Amerika Birleşik Devletleri'dir (ABD). Dahası AKP'nin iktidara geliş sürecinde ABD'nin, özel misyonlar gördüğünü söylemek de abartılı olmayacaktır. Arap duyarlılığını karşısına almak pahasına Irak savaşı konusunda AKP'nın izlediği Amerikancı tutum, hava sahası ve üslerin kullanılması konusunda alabildiğine işbirlikçi yaklaşım bunun diyeti görünüyor.
Bu tavır muktedirlere karşı pozisyon elde etmeyi getireceği gibi, onların ABD'yle pazarlık şansları ve pozisyonlarını gerilettiğinden gerilim nedeni de olabilecektir. Nitekim Kıbrıs sorunu, yanı sıra Irak konusundaki yaklaşımları, Genel Kurmay ve Dışişleri bürokrasisi tarafından tepki, bunun ipuçlarını vermektedir. ABD ise, muktedirlere karşı AKP'nın bu işbirlikçi tavrını ödüllendiren bir yaklaşımla Tayyip Erdoğan'ı Washington'a davet ederek, adeta bu basıncın göğüslenmesini sağlamaktadır.
Bütün bunları tamamlamak üzere AKP, AB sürecinde uyumdan çelişkiye dönüşen büyük sermaye ordu ekseni arasındaki yarığı genişletmeye ve ordunun hem kendisine hem de politikaya müdahale inisiyatifini azaltmaya çalışacaktır. Seçim meydanlarındaki muğlak tavrının aksine IMF ile olabildiğine uyumlu yaklaşımı, onu büyük sermaye ve uluslar arası sistemin kuşkularından korurken, konumunu daha da güçlendirmesini sağlayacaktır.
Özetle hesap dışı gelişmeler ve onarılamayacak bir yol hatası yapmaması halinde AKP'nın, didişerek de olsa Türk egemenlik sistemi içinde kendine kurumsal bir yer açması olasılığı mevcuttur. Bunu başararak muktedirlerle de uyuşma zemini elde edebilirse, kendisi muhafazakar bir çizgiye evirilirken, siyasal merkezi de bu çizgiye çekecektir. Ancak bu süreçten her halükarda çıkan sonuç, mevcut egemenlik sisteminin görece çözülmesi olacaktır. (EA/NM)