"Ben yerel sirtaki yapıyorum, yani İstanbul sirtakisi. Sen Yunan sirtakisi oynuyorsun."
Öyle ya İstanbulluydu Vasil Vasilyadis ve elbette İstanbul sirtakisi yapacaktı. Yalnız kendisi değil, babası da istanbul'da doğmuştu.
"Dedem Kayseri'den gelmiş İstanbul'a 1900'lerden önce. Babam Konstantin, İstanbul'da doğmuş. O zamanlar çok kişi gelmiş Kayseri'den. Karamanlı, diyoruz onlara. Biz İstanbul'da olduğumuz için mübadeleye tabi tutulmamışız. Kayseri'dekilerin hepsi gitti Yunanistan'a. Çok zenginlerdi. Şimdiki Yunanistan'ın zenginlerinin çoğu, Karamanlı. Babam nohut kavuruyordu Tophane'de. Ben de Tophane'de doğmuşum."
Vasil Vasilyadis 1919 doğumlu, ilkokulu da Tophane'de okumuş. Sonra bir Rum ustanın yanında tornacılığa başlamış. Perşembepazarı'nda.
"Askerlik yapmaya Kayseri'ye gittim. Askere gidene kadar Beyoğluspor'da kaleciydim. Askerde de Kayseri Karması'nda oynadım."
Gündüzleri torna geceleri sirtaki
Askerden dönünce eski torna tezgahının başına dönüyor Vasilyadis. Ama usta başı olarak. Bir yandan tornacılık, kalıpçılık yapıyor, artık daha çok para kazandığı için geceleri de vuruyor kendini Beyoğlu'na. Büyüdükçe daha usta bir sirtakici oluyor.
"Tophane'de efendim Apastol'un Kahvesi vardı. O zamanlar Tophane tam bir Rum mahallesi. Yunanistan'dan motorlar gelir, çiroz alırlardı. Her gelişlerinde de Yunanistan'da yeni çıkan taş plakları getirirlerdi. Biz çalıp oynardık kahvede. Sonra düğünlerde. Ustalarımız babalarımızdı. Babam Konstantin de iyi sirtaki yapardı."
Geceleri sirtaki yapıyor, gündüzleri torna tezgahında çalışıyor gençlik yıllarında Vasilyadis:
"Param iyi. Başladık biz geceleri Beyoğlu'na çıkmaya. O zaman Hristaki vardı, çalgılı bir meyhane. Bohem vardı sonra. Bir de Maksim'e giderdik alaturka dinlemeye. Sonra Mandra vardı Kurtuluş'ta, Foçali vardı. Haftanın en az üç gecesi çıkardık. O zaman hayat çok iyiydi. Tophaneli olduğum için Türk arkadaşlarım da vardı."
Babası yaşlanınca kapıcılığa başlamış. Dört kardeşi var Vasilyadis'in, mecburen futbolu bırakıp daha çok çalışmaya başlamış. Bir kapıcı dairesinde oturduğu için babası Vasil'in, iki takım elbisesiyle paltosunu komşularına vermiş korusunlar diye.
"Komşulara da hırsız girmez mi. Ben de mecbur oldum, askerden getirdiğim kaputu boyatıp giymeye başladım o yoksulluk yıllarında. Sonra para kazanınca hep takım elbise aldım. Şimdi bile 40'tan fazla takım elbisem var, belki yüz tane gömlek ve kravat..."
O yoksulluk yıllarında elbette Varlık Vergisi de hiç etkilemez Vasilyadis'in ailesini. "Çünkü bizde varlık yoktu" diye açıklıyor durumu.
Tornacılıktan, Ortaköy'deki bir Musevi'nin plastik fabrikasına transfer olur. Kazandığı para daha da artar. Patronu onu "kopye makinası" almak için İsviçre'ye, Almanya'ya gönderir. Bu arada evlenir Vasil. Sonra başka bir Rum kadınla oturmaya başlar. Bu durumu da "Başka bir kadın baştan çıkardı beni" diye anlatıyor.
"İkinci hanım Yunan tebalıydı. Ben evlenemiyordum. Çünkü ilk hanım boşamıyordu beni. 1963 yılında Yunan tebalıları kovaladılar Türkiye'den. Benim hanım da gitti. Bana akıl verdiler 'Git, evlen, Türk vatandaşı olsun, al getir' diye. Ama ben evlenemiyorum, çünkü boşanamıyorum. Bunun üzerine bir Ermeni işçim vardı, bekar. Onu gönderdim Yunanistan'a. Evlendi ve aldı getirdi benim ikinci hanımı. Gelir gelmez boşandılar, sonra ben o hanımla oturdum altı yedi yıl kadar."
"Vasil Baba" nın yakışıklı mavi gözlerinden "çapkınlık" okunduğu için "Sonra ne oldu" diye sormaya gerek yoktu elbette.
Sonra kendi atölyesini açıyor Vasilyadis. Elbette aşklara ve sirtakiye de devam... Ancak evliliklerini ve aşklarını anlatırken hiç isim vermiyor "Hanımlara ayıp olmasın" diye.
Gençlik yıllarının İstanbul'unu, Beyoğlu'sunu, Adalar'ını anlatırken "Hey be!" demekten alamıyor kendini:
"Pazar günleri en şık elbiselerini giyip kiliseye giderdi herkes. Ayin bitince İstiklal Çaddesi'nde tura çıkarlardı. Bir görsen 'Burası Paris' derdin. Herkes öyle şık, öyle son moda giyerdi ki. Sonra adalarda üstü kirli bir arabacı bulamazdın. Hepsi tertemiz giyinir, kravatlarını takardı. O günlerden bu yana çok şey kaybetti İstanbul. Birkere bir milyondu, şimdi 15 milyonuz. Bir de hep şehirliler gitti, şehirli olmayanlar doldurdu İstanbul'u. Esas kalitesi gitti yani İstanbul'un."
Vasilyadis, usta dansçılığından ilk kez 1986'da para kazanmaya başlıyor. Üç yıl sürüyor "Sirtaki Taverna"da yöneticiliği.
Gençliğinden bu yana canı istedikçe eğlenmek için Yunanistan'a gidiyor. Bu nedenle en az Türkiye'deki kadar Yunanistan'da da biliniyor usta sirtakiciliği. Kardeşlerinden ikisi de Yunanistan'a yerleşmiş. "Ama ben gitmem" diyor "Burası benim doğduğum topraklar. Kovsalar gitmem. Gider eğlenir, geri dönerim."
"Sirtaki nedir" sorusuna kestirmeden bir yanıt veriyor "Sirtaki Kralı":
"Bir duruştur sirtaki aslında, bir havadır."
Zaten pistte Vasilyadis'i sirtaki yaparken görünce söylediğinin ne anlama geldiğini daha iyi anlıyor insan.
Şöyle bir kafasında sayıp "Dördüncü hanım hamile kaldığında benim 'Sirtaki Kralı' oluşuma atfen 'Sirtaki Prensi geliyor' yakıştırması yapmışlardı" diyor.
"Şimdi kaçıncı hanımdasın" sorusuna gülerek yanıt veriyor 85 yaşında, hala dans ayakkabısıyla dolaşan delikanlı: "Şimdi hanım yok ama, istenirse gene bulunur."
Onasis'le aynı masada
Vasil Vasilyadis, bir anısını şöyle anlatıyor:
"1974 yılında Atina'ya gitmiştim. Bir tavernaya girdik. 15 kişiyiz. Yunanlı sirtaki hocaları var. Orada oturuyorlar, sonra çıkıp sirtaki oynuyor, paralarını alıp gidiyorlar. Onlar gittikten sonra assolist kadın çıktı. O da bizim buradan, Kurtuluş'tan gitme. Beni görünce 'Vasil oynayacaksın değil mi' dedi. Ayakkabılarıma baktım, dans için uygun. Çıktım sahneye. Karşı masada da ünlü armatör Onasis oturuyor. Tam dansım bitti, 'Bir daha oyna' diye rica etti. Sahneden inince masama geldi tebrik etmeye, peşinden de garsonlar sandalye yetiştiriyorlar. Bizim masayı donattı. Bir şey değil, para var yapıyor. 'Nerelisin' diye sordu. 'Hemşehriyiz' dedim. Çünkü o da Manisalı. Aynı topraklardanız. Elini vurdu masaya işte gerçek kasaphavası budur' dedi. Bayağı bir sohbet ettik. Sonra yatına davet etti bizi." (BB/YS)