Geçtiğimiz ay Vedat Türkali'yle "Kayıp Romanlar" sonucunda yaşadığım kırıklığın üzerine bir ümitle ve fikirlerine önem verdiğim bir erkek arkadaşın önerisiyle Erhan Bener'in son romanını okudum. Arkadaşımın kitabı bana önerme sebebi sanırım kitabın isminin, "Sıradışı Bir Kadının Otobiyografisi" olmasıydı. Daha evvelden Erhan Bener okumamam da aynı arkadaşıma göre bir nev'i kayıptı.
Velhasıl kelam, kitabı okudum. Sürükleyici, Trabzonlu bir küçük kızın hayatının, kimliğinin, cinselliğinin, bedeninin, ihtiyaçları ve yönlendirmesi sonucunda oradan oraya gidişinin öyküsü, kitabı yarıda bırakmayı düşündürtmedi en azından. Ancak, aşık olduğu hocasına yazdığı mektupta hayat hikâyesini anlatan kadını sıradışı yapan ne yazık ki kadının yaşadıkları değil, romanın yazarının erkek oluşu ve olayları anlatışındaki ağırlık noktaları...
Kitapta anlatılanlar çok fazla kadının başından geçen, geçebilecek olan, çoğu zaman ise içlerinden geçenleri dışa vuramadıkları için kadınların kalbinde uhde kalan şeyler.
Nitekim hayatının belli bir dönemine gelmiş kadın ve erkeklerin mazilerini anlatımlarındaki farka hepimiz tanık olmuşuzdur. Yakın akrabalarımız, anneannelerimiz, dedelerimiz geçmişlerini anlatırken bizlere, hem ağzımız bir karış açık dinleriz onları, hem de yaptıkları her tür isyanı hayranlıkla takdir ederiz.
Bu tür hikâyeleri şahsen küçük yaşta dinlediğim için anneannemle dedemin öykülerindeki anlatım farklarını yeni yeni fark etmiş durumdayım. Şimdi görüyorum ki; kadınlar, hiç adım atamadıkları, yapamadıkları şeylerin pişmanlığını, üzüntüsünü yaşarken; erkekler önlerine sunulanlar arasından yaptıkları tercihleri sorguluyorlar.
Yine bugünden gördüğüm bir fark, kadınların cinselliklerini yaşama konusundaki başkaldırılarının tek başına yaşanmadığı; hayatın başka alanlarındaki isyanlarının da varolduğu. Ne yazık ki, kadın cinselliğinin en kolay dikkat çeken malzeme oluşu, edebiyatta da bu konunun işlenme biçimlerini belirliyor.
Basit bir kıskançlık duygusu değil bunları söylemekteki amacım. Kadınların yüzyıllardır önlerine konulanla yetinmelerinin beklenildiği, erkeklerin bu konuda hayata birkaç sıfır önde başladığı düşünülürse herhangi bir kadının, "Hayır, ben onu değil bunu yapacağım. Hayır, sizin istediğinizle değil, sevdiğimle evleneceğim. Hayır evlenmeyeceğim, okuyacağım, kendi ayaklarım üzerinde duracağım," gibi karşı çıkışları o kadını sıradışı yapmaya yetiyor.
Bugün örnek aldığımız, bugüne miras kalan tarihimiz içinde isimleri geçen kadınların yaptığı da bu değil mi zaten? Hayallerinin, isteklerinin, kimliklerinin peşinden koşmaları değil mi bugün hâlâ onların fikirlerini bize tartıştıran.
Ancak bu karşı çıkışları bir roman, üstelik de otobiyografik bir roman olarak kaleme alanın cinsiyeti, kadının bu hislerini dile getiriş biçimini belirliyor aynı zamanda.
Sıradışı Bir Kadının Otobiyografisi, hissiyatımca bir kadının elinden çıkıp; bir kadının his ve akıl süzgecinden geçerek yazılsaydı bambaşka bir roman olurdu. Kahramanımızın, küçük bir kız çocuğuyken yaşadıkları, ilk adet kanaması esnasında düşündükleri, aşık olduğu amcasının oğluyla ilk birlikteliği, sınıfındaki komünist Deniz'e olan aşkı, korkuları, yaşadığı tacizler, çoğu kadının hayatı boyunca izini taşıdığı travmaların kökleri...
Romanda bu travmaların hepsinin doğurduğu sonucun sadece cinsellikle sınırlı oluşu, bütün sıradışılıkların cinsellikle kanıtlanmaya çalışılması beni şahsen rahatsız etti. Üstelik, romanda çizilen dönem, olayların çoğunun geçtiği Trabzon, Van ya da genel olarak Türkiye, gelenek ve görenekler, genel erkek egemen kültürel yapı anlamında oldukça çıplak bir şekilde tasvir edilirken, aynı tasvir kadınlar açısından yapılırken zorlama ve dışarıdan bir bakış açısı seziliyor romanın bütününde.
Bütün eleştirilerime rağmen kitabın okunması ve tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü özellikle ana kadın karakter üzerinde çizilen özellikler, kadınların aşkı nasıl yaşadığı, bir kadının bir erkeğe onun faşist olduğunu bile bile, o erkek tarafından yer yer tecavüze uğradığını hissetmesine rağmen, nasıl ve neden tutkuyla bağlı kaldığının anlatımının bence kadınlar tarafından değerlendirilmesi gerekiyor.
Şu noktada bir erkeğin kaleminden çıkmış duygularımızın nasıl haksızca işlendiğine bir daha tanık olduğum için, hiç olmazsa kadınların bu ve benzeri kitaplar üzerine yapacakları değerlendirmelerin erkek yazarların kafalarındaki kadın düşmanlığını bir nebze olsun törpülemelerine bir faydası olabileceği beklentisindeyim.
Kadınlık üzerinden ve kadınlığın analizini bu tür bazen hastalıklı ruhsal çözümlemeler yaparak bir romanda kullanılması kadınlar üzerindeki önyargıları kuvvetlendirdiği gibi, erkeklerin kadınlarla ilgili kurduğu birçok cinsel sadist fanteziyi de besliyor çünkü.
Edebiyat yaparken kadın ya da erkek, kullandığımız verilerin hücrelerimize dek işlemiş patriyarkal düzenin verileri olduğunu bilirsek ve ona göre kendimizi sorgularsak belki edebiyatta da sıradışı olmanın kapılarını aralayabiliriz, ne dersiniz? (BD/BB)
Sıradışı Bir Kadının Otobiyografisi
Erhan Bener
Dünya Yayınları