1979 yılında yaşanan İslam devriminin (İran İslam Cumhuriyeti) ardından, sinema üzerindeki baskılar daha da yoğunlaştı.
"Rex" sinemasına yapılan kundaklamada 300'e yakın insan öldü ve bu olaydan bir yıl sonra sinemaları yakma, yıkma ve kapatmaya yönelik eylemler gerçekleştirildi. Hâttâ bir yapımcı idam edildi.
Devrimden sonra temasını, ticari kaygılarla ve sansürle değiştirmeye zorlanan İran Sineması, sonraki yıllarda adını uluslararası alanda sıkça duyurmaya başladı.
İran'da sinemanın yeniden hayat bulması
Abbas Kiarostami, Mohsen Makhmalbaf, Sa'ied Ebrahimifar, Raffi Pitts, Jafar Panahi, Amir Naderi, Nasher Taghvai, Behram Bayzai, Seyfullah Dad, Massud Kimia ve daha birçok İranlı yönetmen, kırık makaraların arasından, yakılmış ve yıkılmış sinema salonlarının içinden, yoğun baskılardan sıyrılarak çektikleri filmlerle, uluslararası yarışmalarda önemli başarılar kazandı.
İran Sineması'nın bu başarısında, o dönemin yeni Kültür Bakanı Mohammad Khatami'nin başlattığı bir programın da önemli rolü oldu.
Amir Naderi'nin "Koşucu" filmi, Bahram Beyzaie'nin "Bashu, Küçük Yabancı" filmi ve Kiarostami'nin "Arkadaşımın Evi Nerede?" filmi 80'lerde İran Sineması'nın en çok beğenilen filmlerden bazılarıydı.
İran Sineması üzerindeki baskılardan en çok etkilenenler, kadınlar oldu. Yakın çekim alanına giremeyen, mimik yapamayan, sadece ev hanımı ve anne rollerinde oynamaya zorlanan kadınlar, evin erkeğini oynayan erkek oyuncuyla film süresince önce evli kalıp, filmden sonra boşanıyorlardı.
Tüm bu baskılara rağmen, son yıllarda özgürce kamera arkasında çalışan kadın yönetmen sayısı hiç de az değil. "Mayıs Kadını" adlı filmi Türkiye'deki festivallerde de gösterilen Rakshan Bani Etemad, Tahmineh Ardekani Tahmineh Milani, Mohsen Makhmalbaf'ın kızı Samira Makhmalbaf, İran Sineması'nın en önemli kadın yönetmenlerinden bazıları.
90'lı yıllara doğru İran filmleri, hem Amerika'da hem Avrupa'da gösterilmeye başlandı, film festivallerinde ödül üstüne ödül almaya devam etti.
2000 yılındaki Cannes Film Festivali'nde, yönetmenliğini Samira Makhmalbaf'ın yaptığı "Karatahta", Bahman Ghobadi'nin yönettiği "Sarhoş Atlar Zamanı" ve Hassan Yektapanah'ın yönettiği "Djomeh" çeşitli ödüllere layık görüldü.
"Kurmaca Gerçek: Yeni İran Sineması"
1939 doğumlu Darius Mehrjui, 1969 yılında çektiği "İnek" adlı filmle yeni İran sinemasını başlattı. Abbas Kiarostami, Mohsen Makhmalbaf, Samira Makmalbaf, Amir Naderi ve Jafar Panahi ise, bu akımın gelişip yaygınlaşmasına katkıda bulunan isimler.
Profesyonel oyuncu kullanılmaması, insanların parasızlık, savaş ve toplumsal eşitsizlik karşısında verdikleri savaşın anlatılması,teknik ve maddi altyapı sorunlarının estetik bir anlatım aracına dönüştürülmesi son dönem İran filmlerinin en önemli özellikleri.
Bu filmlerde dikkati çeken başka bir şey de, filmlerde rol alan kadın oyuncuların artık ayakları yere basan, yönlendirici kişilikler sergilemeleri, mimikleri ve oyunlarıyla karaktere bürünmüş olmaları.
İran sinemasının "çocukları"
"Çocuklar", Yeni İran Sineması'nda en sık işlenen temalardan. Çocukların hikâyelerini anlatan, "Çocuklar için değil, çocuklar hakkında" kuralının işlediği İran filmlerin sayısı oldukça fazla.
İran Sineması'nın, belki batıda en çok tanınan yönetmeni Abbas Kiarostami sinemaya, önce çocuk kitaplarını resimlemekle, sonra reklamlarda çocuk oyuncuları yönetmekle başladı. 1970 yılında kendisine, Çocuk ve Gençlerin Entelektüel Gelişimi Merkezi'ne bağlı bir sinema bölümü açması teklif edildi.
Kiarostami de böylelikle "çocuklar için değil, çocuklar hakkında" filmler çekmeye başladı.İlk filmi "Yolcu", küçük bir çocuğun bir futbol maçı seyretmek için verdiği uğraşı konu ediniyordu.
Samira Makhmalbaf'ın "Elma" adlı filmi de, çocuk hikayelerini konu alan bir diğer film. Film, 65 yaşındaki bir adamın, 12 yaşındaki ikiz kızlarını, doğdukları günden itibaren evde kapalı tutmasını anlatıyordu. Çocukların kör olan annesi de, onlarla birlikte evden dışarı çıkmıyordu.
Film, gerçekten yaşanmış bir hikâyeden alınmaydı ve ailenin fertleri aynı zamanda kendilerini canlandırıyordu.
Filmin o sırada 18 yaşında olan genç yönetmeni Samira Makhmalbaf, bu durumu New York Times gazetesine verdiği röportajda şöyle anlatıyordu:
"Kızların hikâyesi benim için bir metafor halini aldı. Onlar İran'da yaşayan bütün kadınları temsil ediyordu. Onlarla aynı mahallede yaşayan diğer kadınların da pencerelerinde kalın demirlikler var. Onlar da 'çador' giyiyor. Onlar da aynı hapishanedeler aslında. Toplumda bir rol oynamak konusunda erkekler kadar özgür değiliz..."
Majid Majidi'nin "Cennetin Çocukları" adlı filmi ise, Oscar ödülüne aday gösterilen ilk İran filmi oldu. (GE/BB/NK)
* Derleyen: Güler Emektar