Yaşadığımız son trajik olaya; Mardinin Yalım Beldesinde, evlilik dışı ilişkide bulunması sebebiyle ailesi tarafından 21 Kasım 2002de recm cezasına çarptırılan Şemsiye Allakın yaşamını yitirmesine duyarsız kalınamayacağı gibi
Birleşmiş Milletlerin kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi konulu bildirisinde yer alan kadına yönelik şiddetin tanımı şöyle:
İster özel ister toplumsal yaşamda olsun, tehdit, cebren ya da keyfi olarak özgürlükten alıkoymak da olmak üzere, kadına fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar veren ya da verebilecek, cinsiyete dayalı her türlü hareket.
Bu tanımda da fark edildiği üzere şiddet ekonomik, fiziksel ve psikolojik olarak, kamusal ve özel alanlarda bir çok şekilde uygulanıyor.
Bu tanımı dikkate alarak ve bu sorunun varlığını da yadsımayarak kabul etmemiz gerekir ki; kadın, içinde yaşadığımız erkek egemen toplumda hala ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmektedir.
Bu muamele en önce, kadının kadına bakışında, erkeğin kadına bakışında ve toplumun kadına bakışında mevcuttur. Irza geçme şiddetinin algılanışı, kadının bireysel ve bedensel özgürlüğünün gasp edilmesindense, ailenin şerefinin ve namusunun gasp edilmesi şeklindedir.
Herkes gayet iyi bilir ki, bu toplumda kadının bekareti ailesinin namusu iken, erkeğin bekareti yüz karasıdır. Bekaret erkeğin beceriksizliğini gösterir.
Ortada apaçık duran bu algılayış bile gösterir ki, kadının birey olarak hiç bir kıymeti yok; kadın bu toplumda sadece bir erkeğin karısı, bir erkeğin bacısı, bir erkeğin annesi veya bir ailenin kadını olarak var olmaktadır. Ya özgür bir birey olarak var oluş nerede kalıyor?!
Töre cinayetleri de, modernleşmeye paralel şekilde azalmak yerine, bu toplumda tekrar tekrar yaşanmaya devam ediyor.
Bir aileye mensup olan kadının -evli olması veya yasal bir bağla herhangi bir erkeğe bağlı olup olmaması fark etmeden- duyguları yönünde hareket ederek, ailenin rızası olmadan bir erkekle birlikte olması, bir töre cinayeti vakasıyla bizleri karşı karşıya getiriyor.
Halil Açılla evlilik dışı ilişki yaşayan Şemsiye Allakın hayatı da bir töre cinayeti ile sonlandı. Mardinde Kasım 2002de yaşanan bu trajik olayda, aile meclisinin verdiği recm kararı ile Allakın ailesi çiftin yaşadığı evi basarak Halil Açılı taşlayarak öldürmüşler, dört aylık hamile olan Şemsiye Allak ise ağır yaralanmıştı. Ne yazık ki geçtiğimiz haftaya kadar yaşam mücadelesi vermiş olan Allak öldü.
Bu vahim olayda da görülüyor ki, kadın hala Türkiyenin oldukça büyük bir kesiminde ki, buna kentler de dahil- mağdur durumda.
Eğitimli kadınların çoğu da, bu sorunun böyle ciddi boyutlarda yaşandığından haberdar değiller. Onlar bile kendi yaşamları ve bedenleri üzerindeki haklarını ya ailelerine, ya kocalarına ya da ağabeylerine teslim etmektedirler.
16-17 Kasım 2002 tarihleri arasında Ankara Tabipler Odasının düzenlediği Kadına Yönelik Şiddet ve Hekimlik sempozyumunda; yapılan araştırmalarda kadınların şiddetin kapsamını tam olarak bilmedikleri ortaya çıkmıştı.
Kadına yönelik şiddetin kadın-erkek ilişkisinin her boyutunda yer aldığı, ancak şiddetin boyutlarının değiştiği, bazen sevgi gösterileri biçiminde ortaya çıkan şiddetin bazen de sözel ve fiziksel saldırganlığa dönüştüğü tespitinde bulunulmuştu.
Şiddeti yaşayan kadınların öfkelerini boşaltamadıkları için suçluluk duydukları ve bu suçluluk duygusunu kendilerine yönelterek, intihar davranışında bulundukları da diğer bir çarpıcı tespitti.
Toplumun ve kadının önemli sorunlarından biri de bekaret. Hiçbir etik yanının olmadığı bekaret kontrolü, kadınların kendi bedenleri üzerindeki söz hakkını ortadan kaldırıyor.
Kadının hem bedenine ve hem de bedeni üzerindeki özgürlüğüne yapılan bu saldırı, kadın üzerinde ruhsal ve fiziksel sorunlara neden oluyor.
Bu tespiti kanıtlayan çok çarpıcı bir istatistik de var: İncelenen 6000 intihar vakası içinde 978 cinsel nedenli intihar olduğu ve bunların 133ünün ise bekaret kaybına bağlı olduğu belirtiliyor.
Hiç de demokratik bir davranış olmayan şiddet, demokratik olduğunu iddia eden bir toplumda bu denli yaygın olmamalı.
Şurası bir gerçek ki, yaptırım güçlü tarafından aciz olana uygulanır. Dolayısıyla rahatlıkla söylenebilir: Şiddet bir iktidar davranışıdır ve iktidar aracı olarak kullanılmaktadır.
Şiddetin amacı güç dengesizliğini korumak değil midir? Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin, kızını dövmeyen dizini döver gibi deyişler, bu şiddeti ve kadının edilgenleştirilmesini gayet iyi anlatmıyor mu?
Bu toplumda iktidar erkeklerin elindeyse, şiddete maruz kalanların büyük oranda kadınlar ve çocuklar olduğuna şaşırmamak gerek.
Ancak şuna gerçekten şaşırmak gerekmez mi: 21. Yüzyıla girdiğimiz şu zamanlarda, demokratikleşme ve modernleşme sürecini yaşadığını iddia eden Türkiyede kadın neden hala mağdur ve hala özgür bir birey değil ?!...
Özgür olmak dileğiyle ...
İyi Haftalar. (NM)
* Umut Vakfı imzalı Haftanın yorumu www.umut.org.tr adresinde yayımlandı.