Sevda Karaca: İşçi kadınlar için hâlâ en güvenli yer mücadele!

Kadın işçilerin çalışma hayatında karşılaştıkları zorluklar, güvencesiz koşullar ve mücadele süreçleri, Türkiye’de giderek daha büyük bir sorun haline geliyor. Düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, baskı, taciz ve hak gaspları, özellikle kadın işçileri hedef alırken, örgütlenme ve direnme çabaları da artıyor.
Bizlerde bu mücadelelerin tam ortasında olan ve kadın işçilerle direnen EMEP Antep Milletvekili Sevda Karaca il kadın işçilerin yaşadığı ağır çalışma koşullarını, emek mücadelesinin kadınlar için ne anlama geldiğini ve sendikal örgütlenmenin önündeki engelleri konuştuk.
"Uzun çalışma saatleri, zorunlu mesailer, kötü muamele"
Kadın işçiler çalışma alanlarında neler yaşıyor?
Yoksulluk derinleşti, geçim imkansızlaştı, Şimşek programının etkileriyle emekçiler gerçek anlamda çocuklarının karnını bile doyurmakta zorlanıyor, Türkiye kapitalizminin ucuz emek gücüne olan ihtiyacı her geçen gün daha fazla kadının istihdama çekilmesine, bir yandan da yeni ucuz işçilerin üretimine ihtiyaç duyuyor, bu nedenle kadınların işçileşme süreci ivme kazanırken, çalışma yaşamındaki koşullar da vahşileşiyor.
Uzun çalışma saatleri, izinsiz haftalarca çalışma zorunluluğu dayatılması, kötü muamele, cezaevlerine dönüşen organize sanayi bölgelerinde kuralsızlığın yaygınlaşması, düşük ücretler, taciz, hakaret, örgütsüzlüğün dayatılması, en küçük bir hak talebinin bile şiddetle bastırılması... Çalışma yaşamını özellikle kadınlar için cehennem haline çeviriyor.
Ama bir yandan da kadınların çalışma zorunluluğu da yoksulluk. Kadın emekçiler anlatıyorlar aynı işyerinde aynı işi yaptığı erkek işçiden daha çok üretim baskısına uğradıklarını, haklarının daha çok gasp edildiğini, işyerinin angaryalarının da kadınlara yüklenmek istendiğini…
Bütün bunları patronlar ‘Biz bir aileyiz’ söylemiyle normalleştirmeye çalışıyor. Nasıl ki aile içinde zorlaşan koşullarda en çok fedakarlık kadınlardan bekleniyor ve tüm zorlu koşullara rağmen ailenin dirlik düzenliliğini korumak kadının sırtına bindiriliyorsa, işyerlerinde de biz bir aileyiz söylemiyle fabrika içlerinde kadınlardan fedakarlık ve sabır bekleniyor.
"Kadınlar bayılana kadar bant başında mesaiye bırakılıyor"
Patronların "aile" dediği şey gerçekte nasıl bir aile?
Kadınlar kreş hakkının sözü bile edilmeyen koşullarda, uzun saatler, hafta sonu bile çalışmak zorunda bırakılırken ‘Aile Yılı’ ilanlarıyla göz boyamaya çalışanlar, küçücük çocukları bırakacak yeri olmadığı için kadınların zorunlu mesailere çocuklarıyla gelmek zorunda bırakılmasına göz yumuyor bunlar 'aileyiz biz' diyor işte.
Bunun bir örneği TKIS Blind fabrikasında yaşandı. TKIS Blind fabrikasında kadın işçiler zorunlu mesaiye çocuklarıyla beraber gelmek zorunda bırakılıyor, makinelerin yanında, hiçbir güvenlik önlemi olmadan anneleri köle gibi çalıştırılırken sabahın 6 buçuğundan akşama kadar tutuluyor.
TTL tütün, Digel tekstil, TKIS Blind, Sunel tütün, Askaynak (Kaynak Tekniği), Temel Conta, Chinatool, Hitachi, Polonez, Çelikaslan, Hepsijet’te çalışan kadınların hepsi aynı koşulları anlatıyor...
Havalandırma sistemi olmadığı için ciğerleri soluyor, tuvaletler kilitleniyor, kadın işçilere içme suyu ya verilmiyor ya yudum yudum veriliyor, kadınlar bayılana kadar bant başında mesaiye bırakılıyor, kadınlara yönelik baskı, taciz, hakaret sıradan olaylar haline gelmiş durumda.
"Kadınlar ‘ihanet’le, ‘aile düzenini bozmak’la, suçlanıyor"
Kadınlar, haklarını ararken neden suçlu ilan edilir?
Kurulu vahşi düzeni devam ettirmek için kadınlardan beklenen sebat ve uysallığı göstermeyen, örneğin hak arayışına giren kadınlar ‘ihanet’le, ‘aile düzenini bozmak’la, provokasyonla suçlanıyor.
Nasıl ki aile içinde kadın bir hak arayışına girdiğinde şiddet normalleştiriliyorsa, işyerlerinde de kadın hakkı olanı talep ettiğinde şiddete açık hale getiriliyor. Tüm bu koşullar bir yandan kadınlar açısından sömürü koşullarını derinleştirirken bir yandan da öfke birikimi ve mücadele isteği yaratıyor. Ülkenin dört bir yanında ücret artışı, kötü çalışma koşullarına karşı sendikalaşma mücadeleleri artıyor ve kadınlar da bu mücadelelerin önünde yer alıyor.
"Kadın işçilerin hak talepleri şiddetle bastırılıyor"
Kadınlar olarak evde, işte, sendikada, örgütte hep daha fazla 'emekçi' olduğumuz bir yaşam sürüyor. Bu noktada örgütlenmenin ve mücadele etmenin de cinsiyetli yüzleri karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda siz de meclisten direniş alanına ne tür “işçi kadın” deneyimlerine tanık oluyorsunuz?
Tezgâh, makine, bant, desk başına geçtiğinde dünden kalma ağrılar, yarım yamalak uykular, evin temizliği, çocuğun dersi, akşam ne yemek yapacağım düşüncesinin bıkkınlığı, kira derdi, faturalar…
Sabah çocuğuna koyamadığı sağlıklı bir beslenmenin verdiği vicdani yükle bandın başında olmak… Bedenleri makinenin bir parçası haline gelmiş biçimde tıkır tıkır işlerken kafadaki bu düşüncelerin tıkır tıkır geçmemesi… Ustabaşı ya da şefin “daha hızlı, hadi hadi” sesine bedenin zar zor ayak uydurması… Uyduramayınca ‘salak, gerizekalı, siz ne işe yararsınız, dua edin size ekmek veriyoruz’ laflarıyla aşağılanma…

Ne kadar çalışırsa çalışsın, kaç yıllık işçi olursa olsun artmayan ücret, düzelmeyen çalışma koşulları, refaha ermeyen hayatın karamsarlığa sürüklemesi… Daha ucuza çalıştırılmanın, her an kapı önüne konma riskinin, evdeki bütün yükün sadece kadınların omuzlarında olmasının, bütün ilişki biçimlerinin şiddete dönüşmesinin yarattığı güvensiz ortamın yorgunluğu…
“Birleşmez, değişmez, kimseye güvenilmez bizim iş yerinde” diye düşünmeye zorlanma… Evde, sokakta şiddet… Kendisinin değiştirici bir gücü olduğuna inanamasın diye sürekli olarak küçük görülme, güvensizliğe itilme, yanı başındaki işçinin dert ortağı değil düşman olduğunun sürekli vurgulanması… Kime güveneceğim duygusuyla baş etme çabası… Bunlar emekçi kadınların ortak duyguları ve yaşadıkları.
"Bandın başında, sokakta yürürken, evin içinde..."
Patronlar, kadınların bir araya gelmesini niye ve nasıl engelliyor?
Güvencesiz bir yaşama sıkıştırabilmek için, emeğini ucuzlatabilmek için kadınların yalnız, çaresiz, güvensiz, güvencesiz olduğunu vurgulayıp, kimsenin bir şey değiştirmeyeceği inancını yaygınlaştırmak isteyen bir düzenek kurulu.
Çıkarları için dün sövdükleri ile bugün dost, bugün dost oldukları ile yarın kanlı bıçaklı düşman olan iktidar; bu hayatı kadınlara zindan ederken, kendimiz dışındaki herkesin güvenilmez olduğu, kendimiz için en iyisinin etliye sütlüye karışmadan, kendi kendimize kalmak olduğu fikrini içimize yerleştiriyor. Birbirimize olan güvenimizi kırmayı, yan yana gelmekten korkmamızı istiyorlar. Çünkü en çok bizim yan yana gelmemizden, birlikte hareket etmemizden korkuyorlar.
Ama kadınlar mücadeleye girdiklerinde tek başına kaçamadığı, korunamadığı saldırılardan işçi arkadaşlarıyla birlikte ördüğü çelikten bir duvarla kurtulabileceğini daha hızlı anlıyor, görüyor.
“10 yıldır aynı bantta yan yana çalışıyoruz ama şu 2 aylık grevde tanıdığımız kadar birbirimizi tanımadık, birbirimize güvenmedik” diyen Temel Conta işçilerinin anlatılarının belki de yüzyıllardır inşa ettikleri karşıtlıkları, kutuplaştırmaları, ötekileştirmeleri nasıl bir çırpıda darma duman ettiğini görmemiz gerek.
Bandın başındayken de, sokakta yürürken de, evin içinde de eşit, şiddetsiz, insanca yaşamı var edecek olan işte mücadele içinde inşa edilen bu güven, umut ve dirayet. 8 Mart’a giderken kaygı ve korkuya boğulmuş bir atmosferde, bugün işçi kadınlar için hâlâ en güvenli yer mücadele.
"Kadınlar mücadelenin içinde daha kararlı, inatçı ve örgütlü"
Kadınlar işçi mücadelesine dahil olunca ne gibi değişimler oluyor?
İnsanca çalışma koşulları talebi, kadın işçi ve emekçiler açısından daha çok sahipleniliyor, çünkü bu hayatın her alanını kapsayan bir talep haline gelmiş durumda işçi kadınlar için. Kadınlar için mücadeleye girme koşulları erkeklere göre kat kat zor olsa da, kadınlar bir mücadelenin içine girdiğinde daha kararlı, daha inatçı ve daha örgütlü hale geliyor.
Son dönemde ivme kazanan sınıf mücadelesi içerisinde de hem örgütlü olan işyerlerinde sendikalarda hem de sendikal örgütlülük olmasa da kendiliğinden bir araya gelen işçi topluluklarında kadınların öncü rol üstlenmesi ve değiştirici güçlerinin olması şaşırtıcı değil.

Çünkü, patrona karşı mücadele ederken bir yandan da kadınları o mücadeleden geri tutmaya çalışan ataerkil ilişkilerle de mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Nasıl ki hayatta çifte yükleri varsa, mücadelede de çifte zorluklarla baş etmek zorunda kalıyorlar. Girdikleri her mücadele bu açıdan çok yönlü oluyor.
Ailesini ikna etmek, patronların mücadele eden kadınlara yönelik özgün bastırma yöntemleriyle baş etmek, toplumsal baskıya göğüs germek, hep daha kararlı durmak zorunda kalıyorlar. Bu zorluklar, kadınların mücadelede birbirlerine daha çok sahip çıkmasına, dayanışmasına olanak verirken, bir yandan da mücadeleden daha çok sonuç çıkmasını da sağlıyor.
Kadınların mücadelede var olma hikayesi her bir kadını tek tek birer örnek, birer ‘kahraman’ haline getiriyor aslında. Bu mücadelelerdeki her bir kadın hikayesi hem çokça ortak yanı olan hem de biricik hikayeler ve anlatılmaya, konuşulmaya, paylaşılmaya değer birer mücadele hikayesi olarak aslında işçi sınıfının hafızasında yer ediyor.
"Sendikalar kadın işçilerin örgütlenmesinde zayıf ve eksik"
Sendikalar kadın işçilerle yeterince dayanışma halinde mi?
Ülkede sendikaların bürokratik yapıları, kadın işçilerin mücadelede öne çıkmasından memnuniyet duyan ama hem direniş sürecinde hem de sonrasında kadınların iradesinin belirleyici olmasının olanaklarını yaratmayan sendikal anlayışlar da kadınların mücadele ederken elde ettikleri güçlerin sonradan tırpanlanmasına, hatta kadınların umutlarının kırılmasına da neden oluyor. Sendikaların kadınların bu özgün zorluklarını görüp bilerek tutum alması, kadınların bu baskılar karşısında güçlendirilmesi için özgün çalışmalar yapması gerekiyor. Tablo pek böyle değil. Sendikal örgütlenme çalışmaları içerisinde, eylem, direniş ve grevlerde aktif olarak yer alan, hatta öncü olan kadınların, direnişler sonrasında kendi yaşamlarına ‘sessizce’ çekildiğini gözlemliyoruz.
İşçi mücadeleleri içerisinde yer alan kadınların yaşadığı fişlenme tehdidi, ‘ahlaki gerekçe’ olarak lanse edilen kodlarla işten atılma korkusu, aile baskısı, yalnızlaştırma, sendikal mobbing, direnişlerde maddi desteklerin yetersiz kalması ya da hiç olmayışı, ev içi bakım emeği yükünün kadınlara direniş süreçlerinde daha fazla dayatılması gibi durumlar, direnişlerin kadınların yaşamında dönüştürücü bir etkisi olmasına engel oluyor.
Direnişler bittikten sonra özellikle kadınlar ağır ekonomik yüklerle ve aile baskısıyla baş başa kalıyor. Sendikaların kadın işçilerin örgütlenmesindeki zayıflığı ve eksikliği bunu besliyor.
"Kampanyamızı kadın işçilerle örmeye çalışıyoruz"
‘Barajsız Sendika, Yasaksız Grev, Güvenceli İş’ kampanyanızdan bahseder misiniz?
Önümüzdeki dönem işçi mücadelesi ivme kazanacak. Bu nesnel bir gerçek. Bu mücadele içinde işçi kadınların varlığı ve dirayeti, sözü ve etkisi daha çok görünür hale gelecek. Bu mücadelelerin kadınları zora, zorbalığa, eşitsizliğe ve şiddete mahkum eden düzeneğin çarklarını kalıcı olarak kırmak için, kalıcı kazanımlar elde edebilmesinin olanaklarını nasıl yaratabileceğimizi, mücadele eden kadınların gerisin geri aynı koşullara dönmemesini nasıl sağlayabileceğimizi daha çok konuşup daha çok somut adım atmamız lazım.
O nedenle biz EMEP olarak ‘Barajsız Sendika, Yasaksız Grev, Güvenceli İş’ diyerek başlattığımız kampanyanın en çok kadın işçilerin kazanımlarını kalıcılaştıracak, güvenceye alacak bir kampanya olduğunu düşünüyor, bu nedenle de en çok kadın işçilerle bu kampanyayı örmeye, örgütlemeye çalışıyoruz. Kadın işçilerin sadece işyerlerindeki durumlarını değil, hayatın her alanında onlara dayatılan koşullara karşı kalıcı mevziler elde etmesinin temel koşulu daha örgütlü, güçlü oldukları birlikler yaratmak. Sizin aracılığınızla tüm kadın işçileri kampanyamızın bir parçası olmaya, bu kampanyayı sahiplenmeye, işyerlerinde örgütlemeye çağırıyorum.
(ED)