Necip Fazıl portresi, eski yılın son günleri ve yeni yılın ilk ayı boyunca, Beyoğlu YKY kitapevi vitrinini süsledi. Daha önce Nazım Hikmet kitaplarını basan yayınevi böylece onun ve fikirlerinin baş düşmanı olan Necip Fazıl'ı da listesine katarak günümüz egemenlerinin herkesi aynılaştırma hırsını göstermiş oldu.
Bu, büyük sermayenin düşmanlarını kendi pelerini altında gömme merakıyla açıklanabilir. İşin bir diğer yönü ise ölülere saygısızlık. Neyse. Türk sağcısının gönlünde yüce bir yer sahibi olan bu erkeği sadece "Kaldırımlar" şiirinin yazan olarak görmek eksik olur. Kadınlar dahil, bütün ezilenlere karşı şehirli bir vaiz olarak, yaptığı politik hizmetin anılmasında bence yarar var.
İnce zevklerin insanı
Otuz yaşına kadar başta kumar olmak üzere pek çok zevkin peşinde koştuğu Beyoğlu, Necip Fazıl'ın hayatında hep önemli bir semt olmuş. Bir yazar olarak bankalarla olan ilişkisi de eskilere dayanıyor. 1936 yılında İş Bankası'nın ve Celal Bayar'ın desteğiyle "Ağaç" isimli dergiyi çıkaran Kısakürek, 1940 yılında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Sanat Ödülü'nü almış.
Bu yıllarda arkadaşları olan Ahmet Kudsi Tecer ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi milletvekili olmayı beklediği halde, İsmet İnönü'nün onun adının üstünü çizdiği ve bunun, ondaki koyu İnönü aleyhtarlığında rolü olduğu da hakkında yazılanlar arasında yer alıyor.
Türkiye muhafazakâr siyasal düşünce tarihinde özel bir yeri olan Necip Fazıl'ı tevazuun ve tasavvufun çilekeş bir neferi olarak bilmek çok yanlış olur. Onu atlara ve antikalara meraklı, şık giyinmeye özen gösteren, şatafattan hoşlanan, aile hayatını Babanzade'lerden olan eşiyle bir yalıda sürdüren ve kendini çokça beğenen, devlet eliyle burslu olarak Paris'e gidip okulunu bitirememiş, bohem alemlerde bulunmuş bir "beyzade" olarak tanımamızda yarar var.
1934'te Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz veren Nakşibendi şeyhi Abdülhakim Arsavi'nin doğum yeri olan Van ve Anadolu toplum yaşantısına bütün yönleriyle uzak olan Necip Fazıl, belki nadim bir kumarbaz olmak için ilgi kurduğu Nurcularla bağını, kendi hayat biçimini değiştirmemek kaydıyla, son nefesine kadar kesmemiş.
Her devrin anikomünisti
Kısakürek'in, daha 1936 yılında Ağaç Dergisi'nin ilk sayısında bir menfi cereyan olarak tanımladığı komünizme karşı, "Bunları fikirle durdurmaya imkân yok, onu aynı ateşte yanan bir hayat ve insan hamlesi ile önlemek mümkündür" diye yazmış. Onun anikomünizmi, Türkiye'ye özgü faşizan-milliyetçi bir modernleşme korkusu propagandasıyla bir arada yürümüş, politik etkisi geleneksel değerlerine bağlı erkeklerin ruhunda yarattığı fırtınayla atbaşı gitmiştir. O bir mucize vaaz etmiştir.
Dillerde dolaşan şiiri Sakarya şöyle biter; "Yol O'nun, varlık O'nun, gerisi hep angarya / Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!"
Bir ilahi güce dayanan üstünlük ve kurtuluş vaadi, Kahramanmaraş katliamının yaşandığı yılları Milliyetçi Hareket Partili (MHP) olarak geçiren Kısakürek'in hitabının özünü oluşturur. Kendini felsefi olarak ruhçuluğun savunucusu olarak konumlandıran Necip Fazıl, bir "İslam inkılapçısı" olarak her konuda görüş neşretmiş. Süslü ve etkili Türkçesi, polemiğe merakıyla muhafazakâr Türk sağcılığının bir gururu olarak ömrünü sürdürmüş. Kuruluş döneminde Erbakan'ın Milli Nizam Partisiyle (MNP) yakın olmuş 1978'de MHP'ye girmiş, 12 Eylül sonrası, 1983 yılındaki ölümüne kadar, inzivaya çekildiği odasında hizmet verdiği liderse Turgut Özal olmuş.
Doğuştan üstün insan
Kısakürek 1980 yılının Mayıs ayında, o zaman, başında Tercüman Gazetesi yazarı Ahmet Kabaklı'nın bulunduğu Türk Edebiyat Vakfı'nca "şairler sultanı" olarak ödüllendirilmiş. Bu törene dönemin Milli Eğitim Bakanı katılmış. Aydınlar Ocağı Başkanı Süleyman Yalçın, bir tıp profesörü olarak bu törende yaptığı konuşmada şöyle demiş:
"Üstad bilinen mutad insan bedeni yapı ve kabiliyetinin çok ötesinde bir bünyenin sahibidir. Bu farklılık onun gözünden hafızasına, dikkatinden damar ve sinirine kadar her kesiminde çarpıcıdır... Türk'ün İslam'ın ve insanlığın tarihinde ismi ayrı müstesna ve unutulmaz bir isim olarak parlamaya devam edecektir."
Büyük Doğu'daki künyesi şöyledir: "Kayıtlı bir şecereyle Şeyhülislam Mevlana Behtüt Hazretlerine dayanan ve Osmanoğulları'ndan daha eski bir familya olan Dulkadiroğulları'na bağlı Kısakürekler soyuna mensuptur."
Necip Fazıl, milliyetçi mukaddesatçı çevrelerde üstün bir insan arayan birçok genç erkek ve kadını üstünlükler düzeninin ilahi bir sesi olarak etkilemiştir. Necip Fazıl'ın, "ruh, mucize, büyü, şiir doğuda; çürümüş madde batıda" formülü, bu çevrenin erkeklerinin Avrupa kompleksine ilaç olmuştur.
Yüzde yüz İslami çerçeve
Necip Fazıl için kadın konusu hiçbir zaman çetin bir hal almamıştır. Her zaman, "Kadının İslam inkılabı içindeki yerini şeriatın sınırları çizer" demiş ve İslam'da reform düşüncesine sonuna kadar karşı çıkmıştır.
Ona göre, bu inkılabın kadınları, "cihanın en zarif ve cazibeli kadınları" olacaktır. Onlar şeriatın "örtmeğe mecbursun" dedikleri her noktalarını örtecekler ve "örtmeğe mecbur değilsin" dediği hiçbir noktalarını örtmeyeceklerdir.
Necip Fazıl her zaman kara çarşafa karşı durmuştur. Dolayısıyla, Türkiye'nin aynı zamanda egemenlere yakınlığı olan bugünkü İslamcılarının yaman çelişkisi onda da mevcuttur. Şeriatı hem vaaz etmiş hem de onun softalıklarından azade olmaya çalışmıştır.
Necip Fazıl, kadınların çalışmasına karşı değildir, kadınların birinci dalga feminizmin etkisiyle gelişen bilincine ise, karşıdır.
"İslami inkılabın kadınlarından yüzde yüz İslami çerçeve içinde ve bilhassa kendi cinsini yetiştiricilik vazifesiyle muallim, doktor, hasta bakıcı, muharrir, sanatçı, alim, kâşif çıkacak ve bilhassa fahişe çıkmayacak, bar artisti çıkmayacak, sarhoş şarkıcı çıkmayacak, göbek atıcı çıkmayacak ve nihayet başı boş işçi ve memur yaftası altında cinsiyetini azmanlığa götürmüş pis ve yırtık nevilerinden hiçbiri çıkmayacaktır." (1)
Bu pis ve yırtık neviler, tahmin edeceğiniz gibi haklarını arayan kadınlardır. Necip Fazıl, ağzına hiçbir zaman kadın hakları kelimesini almamış, her zaman Tanzimat'a ve Kemalizm'in kadınlarına olan nefretini ifade etmiştir. Eşitlik peşinde koşan kadın, onun gözünde "kadınlıktan çıkmıştır".
Ya erkeklik mahkum olursa?
Cumhuriyetin ellinci yılında kaleme aldığı "Türkiye Manzaraları" kitabı, "İdeolocya Örgüsü" gibi bölüm bölümdür. Kadınlarla ilgili bölümde şöyle yazar:
"Bugün güya gasp edilmiş haklarını kendisine verdiği için herkesten fazla devrimci geçinen Türk kadını bilmelidir ki, aynı devrim kendisine de kadınlığını kaybettirmiştir."
Necip Fazıl her zaman geçmişin kutsal değerlerini koruma misyonuyla vaaz veren bir yazardır. Korunması gereken değerlerden birini ise, hakim erkeklik olarak şöyle belirtir:
"Devrim dedikleri hadisenin ruhları bomboş bırakması yüzünden meydana gelen afet! Artık susuz insana gaz içerek nefsini tatminden başka yol kalmamakta... Hâkim erkeklik yerine, mahkûm takallüs geçmektedir."
Takallüs bir organın çekilip büzülmesi demektir. Anlaşılan Necip Fazıl'ın modern hayatın erkekliğin fiziksel hâkimiyetine zarar vereceği yönünde bir korkusu da vardır. Ama yazar kadını açık bir şekilde tasvir ederken korkusuzdur:
"Kadın bir fikirdir; erkekte fatihlik sembolüdür, İslamiyet'te de bu bakımdan, yani öz mahiyeti bakımından değerce büyüktür... Kadının erkek üzerinde rolü de Allah'a erme yolunda yardımcıdır."
Fedakar annenin şımarık oğlu
1948 tarihinden itibaren bazı aralıklarla 350 sayı çıkardığı Büyük Doğu, onun kadrolarını gönlünce ayarladığı bir dergi olmuştur. Necip Fazıl, tek çocuk alışkanlıklarını dergiyi çıkarırken de sürdürmüş.
Necip Fazıl'ın anılarından, büyükbabası tarafından aşırı şımartılarak büyütüldüğü, her zaman tek oğul olarak ailedeki kadınlara ve hizmetçilere kötü davranma hakkı olduğu ve bundan hiç rahatsız olmadığı anlaşılıyor.
Şöyle anlatmış: "Dedem cici annemi ve hizmetçileri haşlıyor. Bir benim başım dik. İstersem avaz avaz haykırabilirim, büyük babamı da susturabilirim. Bana izin sonsuz"; "Konağın ruhu büyükbabam, ben de onun ruhuyum. Babadan oğula içinde yaşattığı soy idealinin en mükemmel numunesiyim." (2)
Necip Fazıl'ın tezleri komünizmin solduğu bugünün dünyasında çok işlevli değil diye düşünülebilir. Ama şu da var. Üstün Türk-İslam insanı idealinin soydan soya taşıyıcısı olan erkeklik ve onun ulvi yardımcısı kadınlar modelinin sözcülüğünü yapmada ondan daha üst rütbeye çıkacak biri henüz yok. Üstelik milli-manevi iklimimizin organik bir ürünü olan, bu faşizan sesine kavruklaşan ve yozlaşan toplumun bugün de ihtiyacı var.
Necip Fazıl, İstanbul'un köklü ve zengin ailelerinden birinin iyi eğitimli kızı olan eşi Neslihan Hanım'dan hep saygıyla bahsetmiş. Ona beş çocuk veren ve hep yanında olan bu kadının saygı uyandıran en temel vasfı, eşine saygısı olarak aktarılıyor.
1950'li yılların Büyük Doğu dergilerinde onun yazdığı Battal Gazi film senaryosunun bölüm bölüm yayınlandığını gördüm. Başka neler yapmış? Necip Fazıl'ın iyi hazırlanmış İnternet sitesi onun biyografisini vermiyor, eserlerinden bahsetmiyor.
Sitede Babanzade ailesinin soy kütüğü yayınlanırken, Neslihan Kısakürek, hakkında Necip Fazıl'ın anlattıklarıyla yer alıyor. O ne fedakâr, çileli kadındı diye. "Üstad"ın annesinin künyesinde ise dil iyice oturuyor. "Necip Fazıl'ın annesi Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr Türk kadını Mediha Hanım'dır."
Bu alemde bir kadında üstün özelliğin "fatihe" yani erkeğe teslimiyet olarak görülmesi, ne yazık, şaşırtıcı değil. (HK/BB)
(1) Büyük Doğuya Doğru / İdeolocya Örgüsü /Hilalyayınları 1959.
(2) Akt. Yalçın Küçük / Aydın Üzerine Tezler, Cilt 5