Hülya her şeyin nasıl başladığını biliyor artık. Bugünden çalınmış, koparılmış şeyleri, geçmiş zamanın ellerine teslim etmeden anlatmaya çalışıyor; Sen Gülerken...
Kitabı okurken, baştan sona bir kadının yaşadığı ve baştan sona bir kadının elinden çıkmış bir hikaye olduğunu anlıyorsunuz. Hikayenin merkezinde Hülya var gibi ama aslında Havva da, Hülya'nın annesi ve anneannesi de hikayenin tam ortasında. Ve bütün bu kadınların kaderini birbirine bağlayan bir de erkek var; dede Seyfettin Efendi...
Bir kadın yazar
Sen Gülerken'in hüzünlü, sorgulayıcı öyküsü, bir kadın yazarı müjdeliyor bize; Ayşe Özmen... Hakkında fazla bir şey bilmiyoruz. Kitap kapağında yalnızca "Ayşe Özmen 1956 yılında doğdu. İstanbul'da yaşıyor," yazıyor. Ama okuyanların hemen anlayacağı bir şey var; bu yeni kadın yazar çok yetenekli, çok zeki.
Ortalama okur olarak şunu hemen fark etmek mümkün: Mükemmel bir kurgu, yalın, sürükleyici ama bir o kadar da zengin ve mükemmel bir anlatım... Bu kitapta bugünlerde popüler olan hiçbir şey yok: Aşk yok, cinsellik yok, aldatma yok, polisiye bir şey yok.
Buna rağmen elinize aldıktan sonra bitirmeden bırakamıyorsunuz. Üstelik hikayenin en çarpıcı öğesi aile içi cinsel taciz, sadece satır aralarında geçiyor. Tacize dair sizi öfkelendirecek, canınızı acıtacak hiç bir ayrıntı yok, ama siz yine de öfkeleniyorsunuz,canınız çok ama çok acıyor.
Dört kadın
Hülya, üç-dört yaşlarından itibaren tam hatırlayamadığı ama zihninden de bir türlü atamadığı bir hayalin peşinden koşuyor. Bu hayal birkaç yıl sonra tesadüfen resmini gördüğü Havva'yla cisimleşiyor. Havva'yla başlayan yolculuk onu annesine, anneannesine ve asıl olarak da kendisine ulaştırıyor.
Hülya, Havva dışında diğer kadınlarla arasına bir mesafe koysa da, siz bütün kadınlarla özdeşleşiyorsunuz. Tabii ki, aslında bunu yazar başarıyor.
Dedesi Seyfettin Efendi'nin, bütün o sevecenliğinin, korumacılığının, kızını, torununu şımartmasının arkasındaki acımasızlığını en sonunda fark ediyorsunuz. Tıpkı Hülya gibi... Bütün o kadınların yaşamlarındaki hüznün, bencilliğin, yalnızlığın, ya da umutsuzluğun nedenini ve "Neden nefret etmedim" sorgulamasını anlıyorsunuz.
"Kaba" değil
Bu kez tanık olduğumuz ağır, zorba, fiziksel şiddet içeren bir aile içi cinsel taciz değil. Ama Hülya kendi tacizcisini, onu koruyan, seven, şımartan dedesini, ağır bir taciz hikayesiyle fark ediyor esas olarak.
Yıllarca beyninin, zihninin bir köşesine ittiği şey, tanık olduğu bir başka taciz hikayesiyle su yüzüne çıkıyor. Birinde zorba bir baba, diğerinde sevgili bir dede (aynı zamanda bir baba) var. Aslında ikisinin de birbirinden bir farkı yok. Farkı belki de şu; birini (hiç değilse bir süre) hatırlamamak mümkün ve kadınlara fazladan bir suçluluk duygusu yüklüyor; "Niye hayır demedim".
Bir fotoğrafın ardından
Gülen bir resmin, Havva'nın peşinden giderken onun dedesinin beslemesi olduğunu ve dedesinin tacizine uğradığını öğreniyor. Annesi Melek'in de kendi öz babasının tacizine uğradığını, anneannesinin ise bunu bile bile, kızını babasına bırakarak bir başka adamın peşinden gittiği gerçeğiyle yüzleşiyor.
Annesinin başına gelenler, bir süre sonra Hülya'nın da başına geliyor. Hülya'nın annesi de, Hülya'yı dedesine "emanet" ederek, kocası ve oğluyla bir başka şehre gidiyor. Hülya'nın en sonunda fark ettiği şu: Her iki kadın da, Seyfettin Efendi'yi terk etmenin diyeti olarak kendi kızını Seyfettin Efendi'ye bırakıyor.
Mutlu aile yuvası
Sen Gülerken, "mutlu aile yuvası"nın duvarlarının arkasına götürüyor, bizleri. Aile içi cinsel tacizin nasıl gizlendiği, sokakta değil evlerinde; yabancılar tarafından değil yakınları tarafından tacize uğrayan küçük çocukların nasıl olup da başlarına gelenleri anlamadıklarını, anlatamadıklarını; duydukları utanç ve suçluluk duygusunun bu olayların açığa çıkmasını nasıl engellediğini, yaşadıkları şeyle yüzleşmenin zorluğunu gözler önüne seriyor.
İç yolculuk
Hülya'nın yıllar süren iç yolculuğunda, cinsel tacizle yüzleşmediği yıllarda bile, o tacizin izlerini ne kadar taşıdığı fark ediliyor. Sürekli suçluluk duygusu, hesaplaşma, geçmişi ve gerçeği arama, sürekli bir sorgulama...
Gençlik yıllarında işkencede yitirilen bir koca, zor bir siyasi yaşam, hayat mücadelesi geçmişin izlerini, geçmişin arayışını bastıramıyor. Kimi zaman hepsi iç içe giriyor.
Anneannesinin mezarına toprak atarken, aslında kocasını da gömüyor. Ölümünün ardından bildiri yazma görevini üstlenip "Yaşayacak" diye yazmak zorunda kaldığı kocası için de belki de ilk kez doyasıya yas tutuyor.
Cesur, çarpıcı, "kadın"
Sen Gülerken, cesur, çarpıcı ve "kadın" bir kitap. Hülya , eşinin ölümünden kısa bir süre sonra bir arkadaşıyla sevişmek istediğini "itiraf" ederken cesur. Yüreğini bize açabildiğince açtığı için cesur... Kaderi birbirine bağlı kadınların hikayesiyle çarpıcı... Kitabı "Sen Gülerken Havva, öyle güzeldin ki," diye bitirirken, "kadın".
* Sen Gülerken, Ayşe Özmen, Metis Yayınları, Edebiyat, 135 sayfa