"Savaşı Değil, Barışı Arayan Bir Türkiye İstiyoruz" başlıklı metnin imzacıları, barıştan ve demokrasiden yana olan adaylara da, seçim sürecinde, sosyal adalet, barış hakkı ve demokratikleşme taleplerini öne çıkarama, bu talepler etrafında toplumsal bir mutabakat sağlama sorumluluğunun düştüğünü bildirdi.
"Sanki seçmen iş, aş, güvenli bir gelecek değil, daha çok şiddet istiyor. Sanki seçmen toplumsal barışı, kardeşliği ve sorunların barışçıl temelde çözümünü değil, savaş istiyor."
İmzacılar asker cenazelerinde acıları istismar etmenin, cenazeleri seçim malzemesi olarak kullanmanın toplumsal bütünlüğe zarar verdiğini, Meclis'in temellerini zayıflattığını da yazdı.
Bildirinin tam metni şöyle.
Savaşı Değil, Barışı Arayan Bir Türkiye İstiyoruz
Seçim sürecini derin bir kaygı ve tedirginlik içinde izliyoruz.
Milyonlarca seçmenin de bizimle aynı duyguları paylaştığına inanıyoruz.
Denilebilir ki, bu ülkenin ağır sorunları karşısında yaşama erdemi gösteren halkı, ihtiyaçları istismar edilerek, istismara maruz bırakılarak, özünde yok sayılıp dışlanmaktadır.
Alanlara çıkan siyasi parti sözcüleri halka iş, aş, güvenli bir gelecek, huzur, istikrar ve barışı gerçekleştirme sözü vermeleri gerekirken toplumu geren, kutuplaşmalara yol açan bir üslubu seçim meydanlarına taşımaktadırlar.
Bu partiler, Türkiye'de hala çözümlenememiş bir Kürt sorunun var olduğunu artık inkar edemiyorlar. Ama bu olumlu bir sonuç doğurmuyor. Tam tersine hem Kürt sorununun var olduğunu açıkça ya da dolaylı olarak kabul ediyorlar, hem de bu sorunu konuşarak, silahlı çatışmaların nedenlerini ortadan kaldırmak için Türk - Kürt herkesin katkısıyla çözmek yerine, toplumu şiddet politikalarına inandırma uğraşı içine girmektedirler.Böyle bir uğraş hem yanlıştır, hem de tehlikelidir.
Sanki seçmen iş, aş, güvenli bir gelecek değil de daha çok şiddet istiyor. Sanki seçmen toplumsal barışı, kardeşliği ve sorunların barışçıl temelde çözümünü değil de savaş istiyor.
Siyasi partiler çatışmacı ve kutuplaştırıcı bir üslubu öne çıkarmaktan vazgeçmelidirler. Seçim süreci, Kürt sorununu barışçıl ve demokratik bir eksende çözüme ulaştırmanın program ve projelerinin topluma sunulması için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.
Gece yarısı muhtıraları, barış ve demokrasi isteyenlere, felaket senaryolarını haberleştiren gazetecilere karşı tehditler, Türkiye'nin bir seçim mi yoksa darbe sürecinde mi olduğu konusunda seçmenin kafasında kuşkular yaratmaktadır. Seçimlere güvenli bir ortamda ulaşabilecek miyiz sorusu zihinleri meşgul ediyor.
Bazı seçim bölgelerinin askeri bölge ilan edilmesi, seferberlik yasasının fiilen uygulamaya konulması halkın demokratik umutlarını kırıyor. Karamsarlık ve geleceğe dair güvensizlik psikolojisi yaratıyor.
Çatışmaların acı gerçeklerini seçim malzemesi olarak kullananlar,toplumsal bütünlüğe zarar verdiklerini görmelidirler. Kimi siyasilerin asker cenazelerinde insanların acılarını istismar ederek yaratmaya çalıştıkları kin, intikam ve öfke duyguları, üyesi olmak için yola çıktıkları TBMM'nin temellerini zayıflattığını görmelidirler.
Öte yandan, yüzde 10 barajının toplumsal istikrara değil, istikrarsızlığa sebebiyet verdiği, bugün daha açık bir biçimde görülmektedir. Aynı zamanda temsiliyette adalet ilkesini de zedelemektedir. Bunun sorumlularının şimdi de bağımsız adaylara karşı yürüttükleri kampanyayı ise esefle karşılıyoruz.
Bu nedenle tüm siyasi partileri kendi aralarında bir sağduyu anlaşması yapmaya çağırıyor, seçmenlerin karşısında siyasal,ekonomik ve toplumsal sorunlara nasıl çözüm bulacaklarını anlatmalarını istiyoruz.
Barıştan ve demokrasiden yana olan adaylara da bu seçim sürecinde sosyal adalet, barış hakkı ve demokratikleşme taleplerini öne çıkararak bu talepler etrafında toplumsal bir mutabakat sağlamada önemli bir sorumluluk düşmektedir.
Her şeye rağmen barışa olan inanç ve umutlarımızı inatla koruyoruz.
Siyasetçileri, sivil toplum örgütleri, aydınları kısacası kadını ve genciyle tüm toplumu savaşın, kin ve düşmanlıkların dolayısıyla yoksunluğun ve yoksulluğun değil, barışın ve kardeşliğin,gönencin egemen olduğu bir Türkiye için sorumluluk ve tutum almaya çağırıyoruz.
Metnin imzacılarıysa şöyle:
Adem Avcıkıran, Ahmet Öcal, Akın Birdal, Altan Tan, Ararat Dink, Aydın Çubukçu, Ayhan Bilgen, Ayhan Çubuk, Büşra Ersanlı, Canip Yıldırım, Celal Beşiktepe, Celalettin Can, Coşkun Üsterci, Dilşah Özge, Doğu Ergil, Eşber Yağmurdereli, Galip Ensarioğlu, Kamil Ateşoğulları, Levent Korkut, M.Cengiz Güleç, Mehmet Elbistan, Melek Göregenli, Mesut Yeğen, Metin Bakkalcı, Murat Çelikkan, Mustafa Kahya, Nazan Üstündağ, Nemciye Alpay, Nusret Doğruak, Orhan Doğan, Orhan Miroğlu, Raffi Hermonn, Ragıp Duran, Ruhi Koç, Sait Şanlı, Sedat Özevin, Sennur Sezer, Serdal Kuyucuoğlu, Seydi Fırat, Sezgin Tanrıkulu, Songül Erol Abdil, Şah İsmail Bedirhanoğlu, Şinasi Haznedar, Şiyar Rişvanoğlu, Tarık Ziya Ekinci, Vedat Türkali, Yavuz Önen, Yıldırım Kaya, Yurdusev Özsökmenler, Yusuf Alataş, Yusuf Zeren, Zeki Gül, Ziya Halis.