Irak'ın kendini bir demokrasiye dönüştürmesinin beklendiği bu sihirli tarih, hiç kuşku yok, Amerika'nın macerasında bir kilometre taşı ve, bundan kuşkuluyum ama Kut El-Amara Lordu Blair içinse bir başka "Irak için büyük bir gün" olacak.
Tabii kendisi seçim sandığı başında havaya uçmak ya da eve dönerken intihar bombacıları marifetiyle parçalara ayrılmak zorunda değil. "Demokrasi şehitlerinin", ölülerin ardından törenler düzenleneceğinden emin olduğum kadar, uluslararası gözlemcilerin seçimleri Amman'dan "gözlemesine" neden olacak kadar fiziksel tehlikelerle dolu bir seçime gitmeye karar vermiş Iraklılar olacağından da eminim.
Esas problem seçim sonrasında
Ancak, bu seçimle ilgili asıl dert, 30 Ocak öncesinde, sırasında ve tabii ki sonrasında yaşanacak olan şiddet değil pek.
"Demokrasi"ye yönelik en büyük tehdit, Irak nüfusunun yaklaşık yarısının üzerinde yaşadığı dört bölgenin bir başkaldırı halinde olması ve şehirlerinin çoğunun isyancıların kontrolünde olması, bu seçimin Şiiler, Sünniler ve Kürtler arasındaki farklılıkları Saddam Hüseyin'in bile başaramadığı kadar derinleştirecek olması.
Sünniler oy vermezlerse - Amerika'da, Suriye'de ve diğer egzotik yerlerde yaşayanları kurtaracak bir şey bu - nüfusun belki de yüzde 60'ını oluşturan Şii cemaati "Geçiş Süreci Ulusal Meclisi"ndeki koltukların büyük bir bölümünün üstüne oturacak.
Başka bir deyişle, ABD'nin Irak'ı işgaline karşı savaşmayan Şiiler, Amerikan desteği altında oy verirken, savaşan Sünniler, direnişçilerin zaten "vatana ihanet" diye yaftaladığı bu seçime katılmayı reddedecekler.
Dört milyon Kürt oy verecek. Ancak ne kadar koltuk kazanırlarsa kazansınlar, seçimden sonra, sözüm ona bağımsızlıklarından vazgeçmeyecekler. Böylece, bu pek cilalı demokrasi deneyimi Amerikalılarla Britanyalıların çığlık çığlığa dile getirdiği iç savaşın tehlikelerini azaltmaktan çok, artırabilir.
İşin aslı, Irak aşiret, kabile esaslı bir toplum - din esaslı değil - ve Batı'da bazılarının yerine sivil çeşitliliğin geçmesini yeğleyeceği asıl savaş, Sünni direnişçilerle ABD ordusu arasında gerçekleşmeye devam edecek.
Şiiler, Sünniler
Bununla birlikte, Mahmud el- Medeheyni'nin geçen hafta oğlu ve dört korumasıyla birlikte Bağdat'ın güneyinde, Salman Pak'ta öldürülüşü kimsenin dikkatinden kaçmayacaktır. El Maden, Irak'taki en üst düzey Şii lideri Ayetullah Ali el Sistani'nin şahsi temsilcisiydi.
Aynı gün, Ayetullah Sistani'nin yardımcılarından bir diğeri, Halim el-Muhakık, sözcünün sözleriyle, Necef'te "kendi kanında boğulmuş" olarak bulundu. Ayetullah, Osmanlılar, İngilizler, krallar ve Irak'ın Sünni diktatörleri tarafından kıyıya itilip ezilmelerinden sonra, Şiilere tarihlerinde ilk kez - en azından teorik olarak - iktidarı getirecek olan bu seçimlerden hayır duasını eksik etmemişti.
Şiilere önderleri tarafından defalarca bu saldırıların intikamını almamaları söylendi, onlar da dikkate değer bir itidalle davrandılar. Hatta, Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi'nin önderi Muhammed Bakır el Hâkim geçen sene arabasına konan bir bombayla öldürüldüğünde bile Şiilerden gelen bir tek intikam girişimi olmadı.
Aynı zamanda, Usame Bin Ladin'den gelen tehdidi de - seçimlere katılmak dinden dönmektir, çünkü Irak anayasası "insan elinden çıkma bir Cahiliye yasasıdır" - gayet iyi anladılar. Bin Ladin'in kullandığı ifade, İslam öncesi dönemin Araplarına, peygamberin doğumundan önceki cahiliye dönemine bir göndermeydi.
Burada kuşku duymayacağımız bir tek şey var: Oy veren bu Iraklılar, cesur adamlar ve kadınlar olacaklar. Akıllılar mı, işte bu başka bir mesele.
Öte yandan, Şiiler 275 üyeli meclisin koltuklarındaki en büyük payı alacak olsalar bile, savaş sürecek; Sünnilerin de bu savaşı desteklemekle kaybedecek hiçbir şeyleri olmayacak.
Karmaşık bir seçim
Bununla birlikte, seçim öyle karmaşık ki, Sünni bölgelerindeki sandıklara gidenlerin bile seçim pusulasını gördüğünde kafasının allak bullak olması mümkün. Halihazırda 75 parti ve altı koalisyon var - 275 koltuk için toplam 7 bin 471 aday - ve bunların hepsi nispi temsil esasına göre seçilecek. Oyların 1/275'ini alan herhangi bir aday vekil olacak.
Oyların yüzde 20'sini alan bir parti, en yüksek oy alan 55 adayını parlamentoya göndererek koltukların da yüzde 20'sini alacak. Meclisin görevi, daha sonra halkoyuna sunulacak - ki bu da 15 Ekim'den önce gerçekleşmesi beklenen bir başka tehlikeli oylama - bir anayasa önerisi hazırlamak, sonra - durun daha bitmedi - yeni bir hükümet belirlemek için 15 Aralık'ta yeni seçimler olacak.
Tanrısal bir iyimserlik örneği olan bu takvim, Amerikalılar ve Iraklılarca ortaklaşa, Yeşil Bölge'nin, yani, içinden çok az kişinin, açık lağımların, elektriksiz banliyölerin ve kapılarının ötesindeki yoksulluğun gerçek dünyasını ziyaret etmek için çıktığı, Bağdat'ın merkezindeki, çokça havan topuyla dövülmüş o kalenin içinde hazırlandı.
Tabii, bütün o gözlemciler Amman'da cin toniklerini yudumlarken, seçim sonuçlarının yoğrulup mıncıklanmamasını garantiye almanın yolu yok. Başında "geçici" başbakan, eski CIA ajanı İyad Allavi'nin bulunduğu seçim komisyonunun, geçen hafta içinde 100 dolarlık banknotların olduğu zarfları Iraklı gazetecilere dağıtırken yakalanmış olması, bize bu seçimlerin yolsuzluktan arınmış olduğunu falan gösteriyor değil.
Amerikalılarla Britanyalılar, elbette yurtdışında oy verenlerden, Şii şehirlerinde seçime katılanlardan ve kuzeydeki Kürtlerden oluşan binlerce Iraklıyla, harika bir oyun kotaracaklar. Bize sürekli olarak, Irak halkının demokratik isteklerini ifade ettiği, nihayet özgürlüğün Irak'a geldiği, bombacıların demokrasinin ilerleyişini alt edemeyeceği söylenecek.
Hepsi güzel, âlâ. Ama Sünni oyları olmaksızın, bu meclis de, eskinin görkemli seçimlerinde olduğu gibi, temsil edici olmaktan uzak kalacak. Kaygılanmak için bir neden daha var.
Son birkaç günde, direniş bir yandan sürüyor, intihar saldırılarının sayısıysa dikkate değer derecede düştü. Neden, merak ediyorum. Gönüllü mü kalmadı? Yoksa intihar mangaları idareli kullanılıyor, bir kenara toparlanıyor ve büyük güne mi hazırlanıyor?(RF/TK/EÜ)
* Bu yazı Tolga Korkut tarafından Türkçeleştirildi.