"Tüm Almanya şu sorunun yanıtını bekliyor. Irak'a, Saddam Hüseyin'i devirmek için yapılacak bir askeri müdahaleye evet mi diyorsunuz, hayır mı? Biz hayır diyoruz? Siz ne diyorsunuz?"
Schröder'in sağcı rakibi Edmund Stoiber, kötü yakalanmıştı. Ne evet diyebildi ne de hayır ve Schröder'in önlenemeyen yükselişi, yeni bir sıçramayla devam etti.
Yüzde 48 Schröder'i,den yana
Son kamuoyu yoklamalarına göre, Almanların yüzde 48'i dünyanın en büyük sosyal demokrat partilerinden SPD'nin Genel Başkanı Gerhard Schröder'in 4 yıl önce devraldığı Federal Almanya Başbakanlığı görevini sürdürmesinden yana. Aynı ankete katılanların yüzde 27'si ise rakibi Stoiber'i bu göreve layık görüyor. Ancak, Schröder'in sadece kişisel popülaritesi yeterli değil elbette.
Seçim öncesinde politik atmosfer ne kadar kişiselleşmiş de olsa işin aslı Almanya'daki parlamenter sistem. Pazar günü sandık başına giden seçmen gündemdeki iki başbakan adayından birine değil, partilere ve yerel adaylara oylarını verecekler.
Schröder'in koltuğunu koruyabilmesi için Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nin (SPD), sandıktan yine en önde çıkması gerekiyor. Kimse SPD'nin çok büyük bir sürpriz yapıp Federal Meclis'te "mutlak çoğunluğu" kazanmasını beklemiyor. SPD'nin başarılı olması halinde Schröder'in parlamentodaki aritmetiğin izin verdiği her türlü koalisyonu deneyeceği, ama öncelikle dört yıllık ortağı Fischer'i ve partisi Yeşiller'i yanında görmek istediği biliniyor.
Yeşiller olmazsa, sağcı ya da liberal
Ama iktidarı çok seven bir politikacı olduğunu geçmişteki pratiğiyle kanıtlayan Schröder'in, Yeşiller'le devam etmesinin mümkün olmadığını gördüğü anda, hemen sağcı ya da liberal muhalefet partileriyle de koalisyon görüşmelerine başlaması kimseyi şaşırtmayacak.
Son günlerde kamuoyu yoklamaları, şu anda seçim olsa SPD ve ortağı Yeşillerin küçük bir farkla da olsa çoğunluğu kazanacaklarına işaret ediyor. Bir ay önce ise durum tam tersiydi, tüm anketler 4 yıllık iktidarı boyunca işsizlikle mücadelede başarısız olan Schröder hükümetinin seçimi kaybedeceğine işaret ediyordu.
Helmut Kohl'u 16 yıldır oturduğu koltuğundan eden ve işsizlik konusuna bir çözüm getiremezse hemen istifa edeceğini açıklayan Schröder'in seçimi kazanması mümkün görülmüyordu.
Önce sel, sonra "savaşa hayır"
Ama önce sel felaketi, daha sonra da Irak'a askeri müdahale tartışmaları Schröder ve hükümetinin popülaritesini yükseltti. Ülkenin doğusunda günlerce sel suları altında kalan insanlara ulaşan devlet yardımının hızı ve koordinasyonu, verilen sözler, seçmenlerin kararlarını etkilemişti.
SPD ve Yeşilleri arayı kapamaya başladı... Ve Schröder, Irak'a müdahalenin bir macera olacağını, iktidarda kaldığı sürece ülkeyi böyle bir maceraya sokmayacağını açıklayıp, dış politikayı seçim kampanyasının ana konusu yapmayı başarınca, hem kendi, hem de hükümetinin popülaritesini yükseltmeyi başardı.
58 yıl önce küçük bir kasabada
7 Nisan 1944'te fakir bir ailenin çocuğu olarak Vestfalya'nın bir küçük kasabasında dünyaya gelen Schröder, savaşta ölen babasını hiç tanımadı. Hatta birkaç yıl öncesine kadar babasının bir fotoğrafını bile görmedi.
Çünkü, babasının nerede öldüğü, bir mezarı olup olmadığı bile bilinmiyordu. Schröder, iki Almanya'nın bölünmesiyle Doğu'da kalan ve birleşmeden sonra tanıştığı kuzenleri sayesinde babasının bir fotoğrafını görebildi. Mezar da Romanya'daydı.
Schröder'i ve kardeşlerini, "doğuştan sosyal demokrat" dediği anneleri zor koşullarda, temizlik işlerine giderek, fabrikalarda çalışarak yetiştirdi. İlkokuldan sonra meslek eğitimi yapan ve "tezgahtar" olan Schröder, bir yandan çalışırken akşamları da eğitimini sürdürdü ve 1966'da Göttingen'de Hukuk Fakültesi'ne başladı.
Önce evlilik, sonra okul
Bu arada SPD'ye üye olan Schröder, partinin gençlik kollarında aktif olarak çalışıyordu. 1968'de ilk evliğini yaptı, 1971'de hukuk öğrenimini tamamladı, 1976'da avukat oldu.
Hannover'e yerleşen ve serbest avukat olarak çalışan Schröder'in siyasi yükselişi de burada oldu. Önce partinin gençlik kollarının, daha sonra Hannover il örgütünün başına geçti, 1986'de Aşağı Saksonya Eyalet Meclisi'ne SPD milletvekili olarak girdi, partisinin meclis grup başkanı oldu.
1990-94 arasında SPD ve Yeşillerin kurduğu, 1994-98 arasında da SPD'nin tek başına kurduğu Aşağı Saksonya eyalet hükümetlerinde başbakan olarak görev üstlenen Schröder, bu dönemde "sosyal demokrat pragmatizm" olarak adlandırdığı politikasıyla işverenlerin, otomobil ve enerji sektöründeki tekellerle barış içinde yaşamayı başardı.
Troika'nın bir parçası
Gerhard Schröder, 1980'li yıllardan beri, Oskar Lafontaine, Rudolf Scharping gibi Willy Brandt kuşağından SPD yönetimini devralacak genç sosyal demokrat liderler arasında yer alıyordu.
Lafontaine, Scharping ve Schröder, 1994'teki seçim yenilgisinden sonra SPD yönetimini birlikte üstlenerek, bir "troika" oluşturdular. Schröder, 1995'de partinin genel başkanı olmayı denedi, ama seçimi rakibi Scharping'e karşı kaybetti.
Daha sonra Scharping'i bu görevden uzaklaştıran Lafontaine'nin yanında yer aldı. Lafontaine, 1998'deki genel seçimde SPD genel başkanıyken, partinin başbakan adayı Schröder oldu.
16 yıl sonra SPD iktidarda
SPD, Eylül 1998'de, 1972'den beri ilk büyük zaferine kazandı ve seçimden önce de ilan edildiği gibi yeşillerle birlikte kurulan koalisyon hükümetinin başına Gerhard Schröder geçti.
Bir zamanların troikasının diğer üyeleri Lafontaine maliye, Scharping de savunma bakanı olarak hükümette görev aldı.
Schröder, ekonomi bakanını açıkladığında, pragmatizmiyle sosyal demokrat ilkeleri zorlayacağını da ilan ediyordu. Enerji sektöründe yönetici olarak çalışan, SPD üyesi olmayan ve işverenlere yakın biriydi Ekonomi Bakanı Werner Müller, dört yıl boyunca da bu görevi sürdürdü.
Schröder'in kabinesi bu arada çok kayıp verdi, önce uygulamaların sosyal demokrasiye ilgisi olmadığını açıklayan Lafontaine, "Benim kalbim solda çarpıyor" diyerek, hükümeti, parti yönetimini ve milletvekilliğini bıraktı.
Vatandaşlık ve göç
Tahminlerin aksine bu istifa, hemen SPD genel başkanlığını da üstlenen Schröder'i güçlendirdi. Schröder, kısa bir süre önce lobi şirketinden aldığı paralarla ilgili tartışmalar sırasında çok yıpranan eski "yoldaşı" Rudolf Scharping'i görevden aldı.
4 yıllık iktidarı boyunca ilan ettiği birçok reformu başaramayan, muhalefetin başlattığı imza kampanyaları karşısında gerileyip, ilan ettikleri çifte vatandaşlık hakkından vazgeçen Schröder yönetimi, vatandaşlık ve göç konusunda yine de önemli adımlar attı.
Çıkarılan "Göç Yasası", Almanya'nın resmen bir göç ülkesi olduğunu ilan etmiş oldu. Vatandaşlık Yasası da, vatandaşlığı tarif ederken kullanılan "kan bağı" ilkesini iptal edip, tüm modern ülkelerde olduğu gibi vatandaşlığın "doğum yeri"ne bağlı olduğunu kabul ediyor.
Savaş da, asker yollama da ona nasip oldu
Alman ordusunun İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez, savaşa girmesi, ülke dışına, dünyanın birçok yerine asker göndermesi de Schröder hükümetine nasip oldu.
Tarafsız gözlemciler, 11 Eylül'ün neden olduğu ekonomik kriz olmasaydı, Schröder'in ekonomik olarak şimdikinden daha iyi bir Almanya ile seçime gireceğine işaret ediyor, artan işsizliğin asıl suçlusunun ülke dışında aranması gerektiği tezine yakın duruyorlar.
Türkiye'nin AB üyeliğine sağ partiler gibi dinsel, tarihsel hatta "coğrafi" ayrılıkları gündeme getirerek değil, "demokratik ve ekonomik standart"larla bağlantılı olarak ele aldığı için de batıya yönelen Türkiye'nin "dostları" arasında yer alıyor.
1997'de dördüncü evlilik
Schröder, 1997 ekiminde üçüncü evliliğini de bitirip, hayatını gazeteci Doris Köpf'le birleştirdi. Almanya gibi bir büyük ilkeyi yöneten liderin bu kadar sık evlenip boşanmasını sorun yapan ise yok.
Kocasına yardımcı olmak için sürekli bir hareketlilik içinde olan Doris Köpf-Schröder'in ismi, en son, 4.5 milyon tirajlı dev bulvar gazetesi "Bild"in yöneticilerinin SPD'ye karşı bir komplo içinde oldukları iddiasıyla bu gazetenin sahibine gönderdiği şikayet mektubu nedeniyle gündeme gelmişti.(GK/NM)