2014 yılında, Diyarbakır’da Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nde Ermeni bir çiftin nikâhı kıyıldığı zaman, bütün ülke, Sarkis Eken ile Baydzar Alata’dan haberdar olmuş, gazetelerin manşetlerine ‘Diyarbakır’ın Son Ermenileri Evlendi’, ‘60 Yıl Sonra Nikâh’ gibi sözlerle geçmişlerdi. Bu nikâh töreninin böylesine ilgi çekmesinin nedeni, Sarkis ile Baydzar’ın 65 yıl sonra 84 ve 87 yaşında nikâh masasına oturmaları değildi sadece.
Eskiden Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı şehrin son Ermenileri olarak takdim edilmeleri, 16. yüzyılda inşa edilen ama defalarca yıkılıp yeniden yapılmak zorunda kalınan, 1916’dan 1960’a kadar devlet tarafından çeşitli işlerde depo olarak kullanılan ve en son 2011’de restorasyon çalışmalarına başlanıp ibadete açılan Surp Giragos Kilisesi’nde Belediye Başkanı Gültan Kışanak tarafından nikâhlarının kıyılması da değildi. Toplumu ‘asırlık aşk’, ‘ölümsüz aşk’ diyerek heyecanlandıran, Sarkis Eken ile Baydzar Alata’nın 65 yıl boyunca birbirlerine duydukları sevgiyi ve saygıyı kaybetmeden yaşadıkları o derin birliktelikti.
Kilisedeki törene o gün için özel olarak süslenen bir faytonla gelen Sarkis Eken ile Baydzar Alata’nın nikâh sevinci, aşkları kadar uzun sürmedi. Törenden iki ay sonra, 24 Haziran 2014’te Baydzar Alata, hayata gözlerini yumdu. Geçtiğimiz günlerde de, çatışmaların yaşandığı ve sokağa çıkma yasağı yüzünden Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki Meryemana Kilisesi’ndeki evinden çıkamayan Sarkis Eken de, fenalaştığı için kaldırıldığı hastanede, 18 Ocak günü hayata veda etti.
Umut Bozyil, 'Bekleyiş' adlı belgeseli yaparken Sarkis Eken'le tanışmış ve hikâyesini onun ağzından dinlemişti. Sarkis Eken'i anarken, onun kendi sözlerine kulak verelim istedik.
1949’da evlendim
1915’te babam 12 yaşındaymış. Silvan’da, kirvemiz Ali Ağa saklamış onları, Müslüman etmişler kimse öldürmesin diye. 1930’da Silvan’ın Başpınar Köyü’nde doğmuşum. Silvan’dan Lice’ye gelmişiz. Oradan babam Diyarbakır’a, merkeze bağlı köylere geliyor, güvenlik için. Ben daha dört beş aylık bebeğim... Ondan sonra Karabaş’a, oradan Darhal’a, sonra Tırhaz’a... 1960’a kadar köyde kaldık, sonra Diyarbakır’a geldik. Babam o zaman rahmetli oldu. 1949’da evlendim. Analığım öldü, anam çoktan ölmüştü. Ben köydeyken abim evliydi, Diyarbakır’daydı, ayrılmıştı. Analığım da ölünce biz perişan olduk. İlk bir kardeşim vardı. Benden küçük iki tane de kız kardeşim vardı, birisi dört beş yaşlarındaydı, diğeri altı yaşındaydı. Perişan olduk. Birkaç ay geçti, baktım olmuyor böyle. Yengem burada, Diyarbakır’daydı, dedi burada bir kız var. Teyzesi bu mahalledeydi, gelmişti buraya. Sonra yengem geldi, babama söyledi, kız gelmiş, oradadır, iyidir, çalışkandır, methediyor... Onu isteyelim, köylü kızıdır dedi. İşte kısmet oldu, 49’da evlendik. 60’ta da Diyarbakır’a geldik.
Abim, ablam, Suriye’ye gitti, kıtlık vardı 1940-1945’lerde. Babamın amcaları zaten çoktan Halep’e gitmişler. Abim, ailesiyle Kanada’ya gitmiş sonra. O öldü, karısı öldü, çocukları oradadırlar. Bir çocuğu, büyük oğlu ise Şam’dadır. Ablam da Suriye’de, Qamışlo’daydı, orada öldü. İki oğlu öldü, bir oğlu kalmış geride. Amcamın oğlu, Qamışlo’daydı. İki üç senedir haber alamıyordum, sonra öğrendim ki, o da Erivan’a gitmiş, oradan da Avrupa’ya...
Biz köylü çocuğuyduk
Köydeyken ziraat işleri ile uğraşıyor, çiftçilik yapıyorduk. Diyarbakır’a geldiğimizde 30 yaşındaydım, ziraat yok, sermaye yok, hiçbir şey yok... Biz köylü çocuğuyduk. O zamanlar Diyarbakır’da poşuculuk, ipekçilik yapıyordu şehir çocukları. Terziydiler, kuyumcuydular, demirciydiler, marangoz dükkânları vardı. Bizse ziraat olmadığı için çeltik tarlasında çalıştık. O zamanlar çok geziyorduk, tarlalarda çalışmak için Siirt’e, Derik’e, Silvan’a gidiyorduk. 37 sene gittim, 20 senedir yaşlandığım için gitmeyi bıraktım.
Burası emniyetliydi, kimse yoktu
Diyarbakır’a geldiğimizde, abimin kaynı vardı burada, rahmetli oldu. Süryani’ydi. O, buranın başkanıydı o zaman, çok diyordu “Gel, gel” diye, o zaman gelmedim. O öldükten sonra boştu, kimse yoktu, başka arkadaşlar vardı. Gel dediler, 1984’te geldik, 30 senedir burada, Süryani Kilisesi’nde kalıyoruz. Kira mira vermiyoruz. Allah razı olsun sizden, onlardan... Burası emniyetliydi, kimse yoktu. Ben çalışmaya gitsem, eşim nerede kalacaktı, olmuyordu. Sağlam bir yerdi, buraya geldik.
Şimdi buraya ibadet için de gelenler oluyor, bakmak için de... 1.700 senelik bir kilisedir burası. Ulu Cami de bir kilisedir, Süryani kilisesiymiş zamanında. Surp Giragos’un kulesi minareden yüksektir deyip, kuleyi bir iki sefer yıkmışlar. Ben görmedim, ama çok yüksekmiş.
Yavaş yavaş Hıristiyanlığa döndük
Beraber, iç içe yaşıyordu, Ermeni, Kürt, Süryani, Rum... Bir şey yoktu, işte Birinci Dünya Harbi oldu, Ermeniler devlet kurmak istiyor, gibi şeyler söylediler. Kimse demiyor ki, benim hatam budur, herkes kendini haklı görüyor.
Süryaniceden anlamıyorum, Ermenice de anlamıyorum. Kürtlerin içinde, köylerde büyüdüm. Babam Ermenice biliyordu, okumayı da... Babam öğretmedi bize, köydeydi, konuşmuyordu. Bazı, tek tük vardı onun yaşlarında birkaç kişi, aralarında Ermenice konuşuyorlardı. Biz bilmiyorduk, bizimle konuşmuyordu. Ben okula gitmedim, nereden göreceğim başka?
Tamamen Müslümanlarla yaşadım, Kürt Müslümanlarla. Ağa bizi Müslüman yapmış, nüfusumuz Müslüman idi. Ama zamanla Hıristiyan kızlarla evlendik abimle beraber. Yavaş yavaş Hıristiyanlığa döndük. Ne camiye, ne de kiliseye gidiyorduk.
Dicle üzerinde kayık
Hançepek, Dört Ayaklı Minare’nin aşağısında Gavur Mahallesi diyorlar. Eskiden oralar hep Ermeni’ydi. Daha aşağıda Yahudiler vardı. Bu mahallede de Süryani çoktu. 100 sene evvel Hıristiyanlar, Müslümanlardan daha çoktu Diyarbakır’da. Diyarbakır’da Hoca Yusuf vardı, kiliseleri vardı aşağıda, Diyarbakır’ın, belki de Türkiye’nin en zengini onlardı. Ermeni Katoliğiydiler, kiliseleri var aşağıda. Şimdi devlet onarım yapmış, müze yapmışlar. Onlardan kimse kalmadı dediler, sizi sürgün edecekler. Eskiden Dicle üzerinde kayık vardı, tulum gibi bir şey, bağlayıp Musul taraflarına gidiyordular. Dicle’de su çoktu o zamanlar. Malını mülkünü alıp su yoluyla gittiler. Batman’da Emin’in, Perihan’ın evi vardı, onların kirveleriydiler. Malları alıp onları öldürdüler orada. Sürgündü, ama öldürüyorlardı.
Nereye gitti bunlar?
Kimse cesaret edemiyordu, Ermeni’yim demeye. Korkacak ne var ki. Bir sefer, bir olay oldu. Bizim millet biraz korkaktır. Daha önce birkaç kişi bizimle soykırım hakkında konuştu. Ben, eşim ve Papaz’la... Teybi açık bırakmış konuşurken, Papaz’ın bundan haberi yok. Bu kaydı radyoya verdiler. Sonra Emniyet geldi, Papaz’ı götürdüler. Papaz mahkemelik oldu, üç defa mahkemeye gitti. Nasıl bir şey söylemişse artık? Avrupa, bu mahkemenin üzerinde durdu. Avrupa’dan elçiler geldi, ceza vermediler. Soykırım hakkında devletin cezası pis bir şeydir. Adana, Maraş, Sivas, Kayseri, İstanbul, Van, Diyarbakır, hep Ermeni yeriydi. Nereye gittiler bunlar? Korkusundan kalan Müslüman oldu. Ya da kaçıp gittiler, ölen öldü zaten. Bak ayıp olmaz, herkes biliyor işte, ama devlet inkâr ediyor.
Diyarbakır’da kimse kalmadı
Bir tane kız kardeşim İstanbul’dadır. Bir kardeşim Hollanda’dadır, görüşüyoruz, geliyor her sene. Suriye’dekilerden iki üç senedir haberimiz yok savaştan... Yeğenim orada. Öbürü zaten Şam’da, oraya gitmiş bizi tanımıyor. Büyük bacısı iki sene evvel geldi Kanada’dan buraya, bizi görüp gitti.
Baldızım Doftoriye, kocası öldükten sonra yanımıza gelmişti, 15 senedir yanımızda yaşıyor. Bir tane bacıları daha var. O da Alevilerin içinde Alevi olmuş. Ermenileri unutmuşlar. Küçük bacıları Hollanda’da yaşıyor. Biri de kaza geçirdi İstanbul’da, araba çarptı, öldü. Çocukları Avrupa’dadırlar.
Şimdi sabah, öğle, akşam ibadete geliyorum, evde oturuyor, İncil okuyoruz. Gelen giden de yoktur. Eskiden dolaşıyordum, kahvelere gidiyordum, arkadaşlar çoktu, şimdi Diyarbakır’da kimse kalmadı. Benim yaşımda kimse kalmadı. (BU/VB/NV)
* Bu yazı Agos gazetesinde yayınlandı.
** Röportajı Bülent Usta ve Varduhi Balyan editledi.