Kadın çok sevimliydi; buruş buruş yüzü ve bembeyaz kısa saçlarıyla.
O da duydu bu lafı; duyması gülüşünü arttırdı sanki...
Söyleyen orta yaşlı bir erkekti. Kadının ona ne söylediğini bilmiyorum, ama kötü bir şey söylemiş olamaz gibi geldi bana, ancak işine karışmış olabilir adamın.
Ne söylediği önemli değil zaten kadının, önemli olan adamın ona söyledikleri.
Her fırsatta yaşlılara saygıdan söz edilen bu toplumda, kızdıkları anda "moruk" diyerek aşağılamaya çalışırlar yaşlı insanları.
Saygıdeğer yaşlıların "moruk" olması an meselesidir.
Tıpkı "çiçek" olan kadınların, "karı" oluvermesi gibi...
Adama kötü kötü bakmaktan başka bir şey yapmak gelmedi elimden o an. Kendimi güçsüz hissettiğim bir andı.
Kadının duyduklarına bozulmayıp gülmesi bana, "topal" diye alay ettiklerinde "Efendim?" deyip gülmemi hatırlattı.
Bazen kendimi duyduğum/gördüğüm her şeye dayanacak ve karşı koyacak güçte hissederken, neden bazen tam tersine çok zayıf oluyorum, diye kafa yormaya başladım.
Söyleyenin bir önemi var mı acaba?
Bazen var, bazen yok aslında...
Bu sorgulamanın içinden çıkamayınca, "Yaşlılara neden saygı göstermeliyiz?"e kafa yormaya başladım. Mecburum kafamı sürekli bir şeylere yormaya ya!
Sahi neden yaşlı olmak saygı görmeye yeter koşuldur?
Çocukların sevilmek zorunda olması gibi...
Bunlar ayrımcılığın farklı yüzleri aslında.
Yaşlılara saygının altında aslında acıma var, tıpkı sakatlara olduğu gibi...
O yüzden yaşlanmaktan bu kadar korkuyor insanlar. Sahiden saygı duyan insan yaşlılara, korkar mı yaşlanmaktan? Neden korksun, saygı görmekten bir insan?
Sanki bir keşif yapmışım gibi geldi birden!
Saçlarımın bir kısmı beyazlayalı epey oldu, ama boyamıyorum. Hoşuma gidiyor beyazlamış saçlar. Arkadaşlarımın boyamam için yaptıkları tüm baskılara direniyorum yıllardır.
Belki de yaşlanmaktan korkmuyorum. Belki de sakat olduğum için korkmuyorum. İnsanların yaşlanınca çektiği yürüme zorluğunu ben yıllardır çekiyorum zaten. Yaşlılara ve sakatlara acımadığım için korkmuyorumdur belki de yaşlanmaktan...
Belki de yine sakat olmanın olumlu bir yanını bulup kendimi iyi hissetmeye çalışıyorum... Belki de farkına bile varmadığım daha pek çok olumlu katkısı olmuştur bana sakat olmamın...
Hayatı kendilerine zehir ederken insanların çoğu yaşlanmayı durdurmaya çalışarak, benim böyle dertlerimin olmamasından güzel ne olabilir ki?
Sakın bana Pollyannacılık oynadığımı söylemeyin çok kızarım.*
Anlayışımı kıtlaştırıyor da olabilir sakat olmak elbette, çünkü katiyen anlayamıyorum, yaşlanmanın da pek çok olumlu yanı olmasına ve kaçınılmaz olmasına karşın, insanların yaşlanmaktan neden korktuklarını...
Yaşlanmakla ilgili pek çok söz olmasına karşın Ingmar Bergman'ın dediği en iyi anlatanı bence yaşlılığı: "Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Tırmandıkça nefesiniz daralır, yorulursunuz. Ancak görüş açınız genişler."
* "Pollyannacılık oynuyorsun!" diyenlere neden mi kızarım?
Çünkü hatırlarsanız Pollyanna'ya babası doğum gününde bir çift koltuk değneği hediye eder. Pollyanna üzülür. Babası da ona, "Bunlara ihtiyacın olmadığı için sevinmelisin!" der.
Şimdi söyler misiniz, bunu okuyan sakat bir çocuk ne yapar? Nasıl büyür? Koltuk değneğine ihtiyacı varsa neler hisseder?
Pollyannacılık, kendinden daha kötü durumda olanları düşünerek sevinme sanatıdır! Böyle düşünmeyi de sevmem, bana yakıştırılmasını da elbette...
İnsan kendinden daha kötü bir durumda olanları düşünerek seviniyorsa, o kişilerle arasında hiyerarşi oluşur. Kendi üstün o aşağıda demektir bu da. Hiyerarşi olan yerde ayrımcılık oluşur.
Ayrımcılık bütün kötülüklerin babasıdır, desem saçmalamış olur muyum? Dedim. Farzedin ki saçmaladım. Saçmalama hakkımı kullanıyorum bugün. (NG/BB)