Peki neden?
Dilerseniz öncelikle, üniversite son sınıfta okuyan ve bu dört yıl boyunca en ufak bir tartışmaya bile dahil olmayan arkadaşımız C.'in (Erkek) başından geçenleri anlattıktan sonra, Ankara'nın en kalabalık ve 'güvenli' meydanı Kızılay'da, kart satma bahanesiyle kadınları taciz eden şebekenin son olayını anlatmaya koyulalım.
Zira, örnek vermeden kimi yerleri 'tekinsiz' olarak addetmek, oralarda yaşayan insanlara haksızlık olabilir...
C. ve M.'nin yalnızlığı
23 yaşındaki C ve 25 yaşındaki arkadaşı M. (erkek) her zamanki gibi fakülteden çıktıktan sonra, Sakarya Caddesi'nden dolanıp, Yüksel Caddesi'ne yürümeyi planlarken, polisin hayli yoğun olduğu SSK İş Hanı'nın tam önünde, dört gencin saldırısına uğradı.
C., olayı anlatıyor: "Üstümüze saldırdılar!"
"Saat 19.00 sıraları, Sakarya'nın en kalabalık saati. Polis araçlarının bulunduğu SSK İş Hanı'nın önünde dört genç bize laf attı. Bakmadan geçmeye çalışırken de, 'niye bakmıyorsunuz ulan, korkuyor musunuz' diye bağırmaya başladılar. Bakar bakmaz da, 'ne bakıyorsunuz' deyip, üstümüze saldırdılar. Benden daha cüsseli olmasına karşın M.'ye sadece biri saldırdı. Üç kişi de bana vurmaya başladı."
Bu olay yüzlerce insanın gözü önünde yaşandı, kimse müdahale etmedi. Beş on metre ötedeki 'Yunuslar' müdahale etseydi, C. belki de bunca travmayı yaşamamış ve iki ön dişini kaybetmemiş olurdu.
M. ise, saldırganlardan kaçtığı için, ayrıca sıkıntıya girdi ve günlerce evden dışarı çıkmak istemedi. C., üniversitenin son yılında, memleketinden geldiği gün saldırıya uğradığı için, 'Gelir gelmez gözümü korkuttular. Kendimi güvende hissedemiyorum artık' diyor.
Bu olayın konuşulduğu sohbet ortamlarında, onlarca arkadaşımız, Ankara'nın muhtelif yerlerinde yaşadıkları benzer olayları anlatırken hep aynı soruyla son buluyordu konuşmalar: 'Her yerde bu kadar polis varken, biz niye hiç güvende değiliz? İnsanlar neden bu kadar saldırganlaşmaya başladı?'
F.'nin çaresizliği
F., pazartesi günü, güzel bir haftaya başlamak umuduyla işine gitmek üzere evden çıktı. Yolda, iki temiz giyimli genç, kitap ayıracına benzer kartları satacakmışçasına F.'nin önünü kesti.
F. daha önce de tacize uğradığı için, yolunu değiştirmeye çalıştı ama kurtulamadı. Gençlerden biri göğsüne dokununca bağırmaya başladı, yüzüne iki ağır tokadın inmesi bir oldu.
F. bir yandan polise telefon açarken, bir yandan da oradan geçen insanların yardımını istedi. Ancak hiç kimse, yardım etmedi. F. bize telefon açıp, polis çağırdığını ve tacizcilerin bir binaya girdiğini, kendisinin de binanın önünde beklediğini haber verir vermez, olay yerine koştuk.
Polis de olay yerine gelmiş, ancak gençlerin binanın muhtemelen arka kapısından kaçtığını tespit etmişti. F. 'Neden telefon açtığımda, eline sopa alıp gelecek bir arkadaşım bile yok' diye, çaresizce sitemde bulunmakta haklı mıydı, değil miydi, bilinmez.
Zira bizler bu tür durumlara kavgalı, sopalı yaklaşmak yerine, polisi devreye sokma taraftarı iken, polisin tutumu, taciz edilen kadının yaşadıklarına derman olmuyor ne yazık ki.
Çünkü olay mahallini araştırıp, tacizcileri hemen yakalamak yerine polis, bizi karakola gönderiyor. Oradan da savcılığa, oradan tekrar karakola. Sonra fotokopiler, pullar, kaşeler, mühürler derken, bürokratik işlemler insanın içindeki sıkıntıyı/yalnızlık hissini/nefretini kat be kat arttırıyor...
Şimdi olayın üstünden beş gün geçmesine karşın, tacizcilerle ilgili herhangi bir sonuç yok. F.'nin sokağa çıkma korkusu yanında kâr kalıyor. Tıpkı yaklaşık bir ay önce, aynı gençlerin, başka bir arkadaşımızı, H.'yi (kadın) taciz ettikten sonra, yine tacizlerinin yanlarına kâr kalması gibi...
Dolayısıyla içinizdeki, sopa kullanarak çözüm bulma duygusu daha da ağır basmaya başlıyor, elinizden başka bir şeyin gelmediğini düşünmeye başlıyorsunuz.
"Yalnız olduğunuzu unutmayın!"
Muhakkak ki A.'nın (kadın), geçtiğimiz günlerde, araç ehliyeti almak için şart koşulan doktor muayenesi sırasında, elli yaşlarındaki erkek doktorun tacizine uğraması, M. ve sevgilisinin, üniversite kampusuna yakın bir yerde başka bir erkeğin satırlı saldırısına maruz kalması ve benzerlerine "münferit" demek giderek zorlaşıyor.
Tüm bu olayların sonucunda da, ne A.'nın Ankara Tabip Odası'na, ne F.'nin polise ne de H.'nin arkadaşlarına yaptığı şikayetten bir sonuç alınamıyor...
Akşam biraz geç saatlerde, dışarıda bir bira içme alışkanlıklarını, karşılaştıkları taciz olayları yüzünden çoktan terk edenler gündüz saatlerinde bile kendilerini güvende hissedemiyor.
Çünkü şehir ve şehirde yaşayan erkekler giderek daha fazla korku salmaya başlıyor. Eğitim düzeyi, sınıfı, ırkı vs, hiç fark etmiyor..
Kadınların birbirine tavsiyesi ise artık şöyle oluyor: Eğer Ankara'da yaşıyorsanız, kitap ayıracı ya da herhangi bir şey satmaya kalkışan ya da dağıtanlara rastlarsanız yolunuz değiştirmeye bakın.
Ortalık çok kalabalık da olsa yalnız kalabileceğiniz unutmayın. Mümkünse yalnız dolaşma özgürlüğünüzden taviz verin ve yanınızda sürekli bir arkadaşınızı bulundurun! (İA/BA)